Han

En Güzel Edep Güzel Ahlaktir...!
Kullanıcı
Katılım
20 Ocak 2021
Mesajlar
7,620
Tepkime puanı
6,990
Puanları
0
Konum
Huzur🧿
Cinsiyet
Erkek

Atatürkçülük ilkeleri, Halkçılık


AtatC3BCrkC3A7C3BClC3BCk-ilkeleri-HalkC3A7C4B1lC4B1k.jpg


HALKÇILIK

Atatürkçülük’te halkçılık, yurdu, ayrıcalık iddialarından ve sınıf kavgalarından koruyan bir ilkedir. Halkçılığın birinci unsuru demokratlıktır. İkinci unsur, milletin genel hakları dışında hiç bir kişiye ya da topluluğa ayrıcalık tanımamaktır. Üçüncü unsur, sınıf mücadelesini kabul etmemektir. Halkçılık, Milli Mücadelenin ilk gününden başlamış ve gittikçe kuvvetlenmiştir.

Atatürkçülük’te Halkçılık ile Demokrasi Eş Anlamdadır

Atatürk; “Demokrasi (Halkçılık) esasına dayalı hükümetlerde, egemenlik, halka, toplumun çoğunluğuna aittir. Demokrasi prensibi, Egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olmayacağını gerektirir. Bu şekilde, demokrasi prensibi, siyası kuvvetin, egemenliğin kaynağına ve yasallığına temas etmektedir.” diyerek, demokrasinin halkçılığın bir sonucu olduğunu vurgulamıştır.

Türk tarihinde demokrasi

“Türk Milleti, en eski tarihlerinde, ünlü kurultaylarıyla, bu kurultaylarda devlet başkanlarını seçmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar bağlı olduklarını göstermişlerdir. Son tarih devirlerinde, Türklerin kurdukları devletlerde, başlarına geçen padişahlar, bu yöntemden ayrılarak despot (zorba) olmuşlardır.”

Atatürk, Halkçılığın bugün bütün çağdaş anayasalarda yer aldığını ve artık bugün halkçılık (demokrasi) fikrinin her zaman yükselen bir denizi andırdığını belirtmektedir.

Demokrasiye ters düşen teoriler

Atatürk, demokrasiye (Halkçılığa) hücum eden teorilerin çok haksız olduklarını belirtmiş ve dolaylı olarak halkçılığı değerlendirmiş ve anlamının mukayeseli olarak ortaya çıkmasına yardım etmiştir. “Demokrasinin bu kavramı, bazı teorilerin hücumuna hedef olmaktadır. Bolşevik Teorileri, ihtilalci siyasi sendikalizm teorisi, çıkarların temsili teorisi.

Bu teorilerin, demokrasi teorimize hücumda ne kadar haksız olduklarını kısaca açıklayalım:

Bolşevik teorisinde millet içinden, işçi, deniz ve kara kuvvetlerinden ibaret bir azınlık, ekonomik esaslara dayanan komünist partisi adı altında birleşerek bir diktatörlük kurmuşlardır. Amaçlarında milli değildirler. Kişisel hürriyet ve eşitlik tanımazlar.

Halk egemenliğine saygıları yoktur. İçte toplumun çoğunluğunu kaba kuvvet kullanarak, görüşlerini kabullenmeye zorlarlar, yurt dışında, propaganda ve ihtilal teşkilatı ile tüm dünya milletlerine, kendi prensiplerini yaymaya çalışırlar. Halbuki, hükümet kurmaktan amaç, ilk önce kişisel hürriyetin sağlanmasıdır. Bolşevik tarzı hükümetinde keyfi idare özelliği görülmektedir. Bir toplumumuzun, zorla bir kısım insanlıkların görüşlerinin esiri yapılarak aciz bir biçimde yaşatılmasına, doğal ve akla uygun bir hükümet sistemi görüşü ile bakılamaz.

İhtilalci, siyasi sendikalizm teorisyenleri de, her çeşit siyasi kuruluşları, yalnız kendi çıkarları lehine çalıştırmak ve sonunda siyasi kuvvet ve egemenliği ellerine geçirmek isteyen işçi gruplarıdır.

Bunlar, hedeflerini zorla elde etmek fırsatını beklerken, bazen genel grevler yaparak, hükümet adamları üstünde etkili oluyorlar ve bazı işleri kendi lehlerine çözümlettiriyorlar, ağır ağır varlıklarını hissettiriyorlar…

(Bazı memleketlerde) bu teorisyenleri az çok tatmin için, millet meclisi yanında, ekonomik kaliteli üyesi onlardan olmak üzere bir meclis yapmışlardır. Bizde Ali iktisat Meclisi (Yüksek Ekonomi Meclisi) vardır. Fakat bu, herhangi bir zorlama üzerine değil, direk olarak doğruya hükümetin yararlı görmesinden, danışma amacı ile meydana getirdiği bir kuruldur.

Çıkarların temsili teorisi; çeşitli meslek, sanat ve iş adamları, toplum içinde ayrı ayrı birer grup, birer küçük toplum halinde düşünülürse, herbir grubun bir birinden farklı çıkarları vardır. Bundan dolayı, diyorlar ki her özel çıkar sahibi gruplar, ayrı ayrı, mecliste kendilerini temsil etmelidirler. Bu durumda seçim, millet kişilerinin çoğunluğu tarafından değil, gruplar tarafından ve grupların sahibi olduğu çıkar derecesine uyumlu olarak sonuçlanacaktır. Mecliste, bu gruplardan bir kaçı birleşip, iktidara geçince, yalnız kendi çıkarları lehine çalışacaklardır. Buna kim engel olacaktır?

İşte bu nedenlerden dolayıdır ki biz, bu ve bundan önceki teorileri memleket ve milletimiz için uygun görmüyoruz…

Biz, memleket halkı, kişi ve çeşitli sınıf mensuplarının birbirlerine desteklerini aynı kıymet ve nitelikte görürüz. Hepsinin çıkarlarının aynı derecede ve aynı eşitlik duygusu ile karşılanmasına çalışmak isteriz. Bu şeklin, milletin genel refahı, devlet bünyesinin sağlamlaştırılması için çok daha uygun olduğu kanaatindeyiz. Bizim düşüncemizde; çiftçi, çoban, amele, tüccar,sanatkar, asker, doktor, kısacası herhangi bir sosyal müessesede çalışan bir yurtdaşın hak, çıkar ve hürriyeti eşittir. Devlete, bu anlayışla azami yardımcı olmak ve milletin güven ve iradesini yerinde sarf edebilmek, bizce, bizim anladığımız anlamda halk hükümeti idaresi ile mümkün olur.” Bu yönden halk için çalışan bir halk hükümetinin bütün sorumluları, halk ile temaslarında halka inan ve inanç vermeyi her zaman dikkate almalıdırlar.

Halkçılık Anlayışı Eşitliği Öngörür, Çalışmaya Değer Verir

Eşitlik anlayışı: Atatürkçülük’te halkçılık anlayışının ikinci unsuru, milletin genel hakları dışında hiç bir kişiye ya da zümreye ayrıcalık tanımamaktadır. Atatürkçülük, kanunlar önünde eşitliği gerektirir ve toplumumuzun varlığını sürdürmesi için çalışmayı mecburi ve üstün değer sayar.

Kanunlar önünde kesinlikle eşit olmak: Halkçılık, toplum hayatında her çeşit ayrıcalığı reddeder. Herhangi bir kişiye, bir aileye ya da bir zümreye yahut bir topluluğa ayrıcalık tanımaz. Kim olursa olsun, kanunlar ve kamu kurum ve kuruluşları önünde kesinlikle eşittir.

Atatürk’e göre “Türkiye halk ırki ya da dini ve kültürel yönden birleşmiş, bir diğerine karşı, karşılıklı hürmet ve fedakarlık hisleriyle dolu ve kaderi, geleceği ve çıkarları ortak olan bir toplumdur.”

Bu tanımlamadan anlaşılıyor ki, halk kavramı, herhangi bir sınıfa ait değildir, bir ayrıcalığa sebep olacak hiçbir sebebi kabul etmez ve bir bütündür.

Atatürkçülük’te halk; kanunlar önünde kesinlikle eşitliği benimseyen, hiç bir ailenin, hiç bir sınıfın, hiç bir zümrenin ve hiç bir kişinin ayrıcalığını tanımayan insanlardan meydana gelmiş bir topluluktur. Bu esası koruyan kişiler, halktan ve halkçı olarak sayılırlar.

Halkçılıkta sosyal düzen toplumun idaresine ve çalışmasına dayalıdır: Atatürkçülük’te Türk toplumunın kanun önünde eşitliği benimsenmekle beraber, onun sorumluluğu da belirlenmiştir. Bu sorumluluk, çalışmaktır. Atatürk, kişilerin çalışmaması halinde toplumumuzun yaşamasını ve varlığını tehlikede görür. Halkçılık ilkesine göre, Türkiye’de sosyal düzen, kişinin çalışmasına dayanılarak korunabilir ve sürdürülebilir.

Atatürk “Ne olduğumuzu bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız! Bundan dolayı her birimizin hakkı vardır. Yetkisi vardır. Fakat çalışmak sayesinde bir hakkı kazanırız. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını çalışmaktan uzak geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içerisinde yeri yoktur, hakkı yoktur! O halde… Halkçılık, toplum düzenini, çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir. ” diyerek Halkçılık ve çalışmanın direk olarak ilişkisini açıkça ortaya koymuştur.

Atatürkçülük toplumun ilerlemesini öngörür. Çalışmayı ilerlemenin temel esası olarak ele alır. Bu sebeple Atatürk” İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan daha çok çalışmaya mecburuz.

Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her çeşit medeni buluşlardan azami derecede faydalanmak zorunludur. ” sözleri ile çalışmanın önemini vurgulamış, çalışmanın hangi nitelikte bir çalışma olması gerektiğini belirtmiştir.

Halkçılıkta sosyal düzen, bireylerin düşünür olmasını öngörür: Atatürk, çalışan toplumun devletine ‘Halk Devleti’ der. Bu halk devletindeki bireylerin de, çalışarak düşünür bir duruma gelmesini ister. Çalışmanın, bireyleri düşünen bir varlık haline getirecek nitelikte olmasını söyler. Demokrasinin korunması ve sürdürülmesi için, bu şartın gerçekleştirilmesini ister. Atatürk’ün bu konudaki sözleri şöyledir:” İşe köyden ve mahalleden ve mahalle toplumundan yani kişiden başlıyoruz. Kişiler düşünür olmadıkça, hangi haklara sahip olduğunu anlamadıkça, kitleler istenen yöne, herkes tarafından iyi ya da kötü yönlere yöneltilebilirler. Kendini kurtarabilmek için her kişinin geleceği ile bizzat ilgilenmesi lazımdır. Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir kurum elbette sağlam olur, şüphe yok, her işin başlangıcında aşağıdan yukarıya doğru olmaktan ziyade yukardan aşağı olması zorluluğu vardır.

Birincisinin meydana gelmesi halinde bütün insanlık için amaca ulaşmak kolaylaşmış olurdu. Böyle olmanın pratik ve maddi olanağı henüz bulunamadığından, bazı teşebbüs sahipleri, milletlere verilmesi gerekli olan yönün verilmesinde öncülükte bulunuyorlar. Bu suretle yukardan aşağıya şekillendirilebilir. Biz memleketimiz dahilindeki seyahatlerimizde elbette birinci şekilde başlamış olan milli teşkilatımızın hakiki başlangıca, kişiye kadar indiğini ve oradan tekrar yukarıya doğru gerçek şekillenmenin başladığını büyük memnunlukla gördük. Bununla birlikte tam anlamı ile olgunlaşma derecesine ulaşıldığını iddia edemeyiz. Bunun için özel suretle aşağıdan yukarıya tekrar bir şekillenmenin oluşması amacına özel suretle mesai harcamamız milli ve vatani bir vazife olarak kabul edilmelidir. “

Halkçılık toplumun siyasi güce sahip olmasını öngörür: Atatürk, kişilerin, her konu da düşünür olması ve kendi hakkına sahip olması esasına daima değinir, bu sebeple halkçılık anlayışında toplumun siyasi yeteneklerinin gelişmesi ve bu yönden toplumun siyasi eğitiminin kendilerini toplumun üzerinde görenlere ve böyle bir davranışta bulunacaklara karşı en kuvvetli önlem olarak milli müesseseler kurulmasını, bu milli müesseselerin kurulabilmesi için de halka siyasi terbiye verilmesini önerir. Bunu, demokrasiyi koruyan temel taşlardan biri sayar.

Atatürk, kendilerini toplumun üzerinde görenlere karşı “Bir kişi olarak ve tekrar millet tarafından seçilirsem, Türkiye Büyük Millet Meclisinde üye sıfatı ile çalışmayı vazife olarak kabul ediyorum.

Ne ben ve ne siz, şahıslarımız üstünde durumlar yaratmaya kalkışmayalım. Biz hepimiz o şekilde çalışalım ki, kuracağımız şey, milli bir müessese olsun. Bu da, millete siyasi terbiye vermekle olur.” diyerek siyasi terbiyenin önemini vurgulamıştır, Bir iş, eğer millet anlar ve uygularsa, milli amaçlara önemli katkısı olursa, milli olur.

Halkçılık İç Barışı Öngörür, Sınıf Mücadelesini Reddeder

Atatürkçülük’te Halkçılık anlayışının üçüncü unsuru, sınıf mücadelesini kabul etmemektir: Atatürk, Türk toplumunda derslikler arasıdaki mücadeleyi, diğer bir deyişle dersliklerın çıkar kavgasını kabul etmez.

Türk toplumunın sosyal yapısı, sınıf kavgası için uygun olmayan bir yapıdır. Çünkü toplumun içinde çalışanlar arasında, bir çıkar çatışması yoktur. Mevcut dersliklerdan biri olunca öbürünün de olması, kaçınılmaz bir gerçektir.

Atatürk bu konu daki görüşlerini; ” Bizim halkımız, çıkarları birbirinden farklı sınıf halinde değil; tam tersine varlıkları ve çalışmalarının sonuçları birbirine lazım olan dersliklerdan ibarettir.

Bu dakikada dinleyenlerim çiftçilerdir, sanatkarlardır, tüccarlardır ve işçilerdir. Bunların hangisi bir diğerine karşı olabilir.

Çiftçinin sanatkara, sanatkarın çiftçiye ve çiftçinin tüccara ve bunların hepsine, birbirine ve işçiye muhtaç olduğunu kim inkar edebilir.

Bugün mevcut fabrikalarımızda ve daha çok olmasını dilediğimiz fabrikalarımızda kendi işçimiz çalışmalıdır. Refah içinde ve memnun olarak çalışmalıdırlar ve bütün bu saydığımız derslikler, hemde zengin olmalıdır ve hayatın gerçek tadını tadabilmelidir ki, çalışmak için kudret ve kuvvet bulabilsinler. ” biçiminde açıklamıştır.

İş bölümüne dayanan çalışma: Atatürk, iş bölümüne dayanan çalışma ile ilgili görüş ve fikirlerini, daimi olarak değişik senelerde, çeşitli yer ve ortamda tekrarlamıştır.

Şu noktayı belirtmek gerekir ki, Atatürk, toplumu da derslikler gerçeğini de inkar etmiş değildir. Belirttiği görüş; Türk toplumu ile ilgilidir.Türkiye’de dersliklerın çıkar kavgasından toplumun yararına bir sonuç alınamayacağı inancındadır. Türk toplumunda sınıf farkının bulunmadığını daima ve her yerde söylemiş, belirtmiştir.

Çalışma Grupları: Atatürk’ün çalışma grupları hakkındaki görüşü “Türkiye Cumhuriyeti halkının ayrı ayrı ve birbirlerine karşıt sınıflardan oluşmadığı fakat gerek kişisel gerek sosyal hayat içinde iş bölümü itibariyle Türk halkını değişik hizmetlere ayrılmış bir toplum görmek gerekli olduğu” şeklindedir. Yukarıdaki bu temel esas yine Atatürk tarafından şu biçimde açıklanmıştır:

” Türkiye Cumhuriyeti halkını; ayrı ayrı sınıflardan meydana gelmiş değil ve fakat kişisel ve sosyal hayat içinde iş bölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek, esas prensiplerimizdendir.

Türk toplumumuzunu oluşturan belli başlı çalışma grupları şunlardır: Çiftçiler, Küçük sanat sahibi ve esnaf, Amele ve İşçi, Serbest meslek sahipleri, Sanayiciler, Tüccarlar, Memurlar.

Bunların her birinin çalışması, diğerlerinin ve tüm toplumumuzun hayat ve sevinci için zorunludur.

Bu duruma göre, amaç, sınıf mücadelesi yerine sosyal düzen ve dayanışmayı sağlamak ve birbirine zarar vermeyecek (ters düşmeyecek, bozmayacak) şekilde çıkarlarda uyum sağlamaktır. Çıkarlar, kabiliyet, beceri ve çalışma derecesiyle uyumlu olur. “

Milli gelirin dağılımında devlet otoritesi: Temel esas, “Sınıf mücadelesi yerine sosyal düzeni ve dayanışmayı sağlamak ve birbirine zarar vermeyecek (ters düşmeyecek, bozmayacak) şekilde çıkarlarda uyum sağlamak; çıkarları, kabiliyet beceri ve çalışma derecesiyle uyumlu olarak tertiplemek” olduğuna göre; hangi kuruluş bu sorumluluğu yüklenecektir?

Atatürk bunu, devlete yükler. Devlet, milli gelirin dengeli ve uyumlu olarak dağıtımında, yönetimde, kalkınmanın sağlanmasında, halk yararının gözetilmesinde vazife yapacaktır. Bu amacı gerçekleştirebilmek için devlet, önlemler alacaktır, kanunlar çıkaracaktır.

Atatürk, bu konu da ” Milli gelirin dağılımında, daha kusursuz bir adalet ve emek sarfedenlere, daha yüksek refah sağlanması; milli birliğin korunması için şarttır. Bu koşulu her zaman gözönünde tutmak, milli birliğin temsilcisi olan devletin önemli vazifesidir. ” demektedir.

Dikkat edilmesi gerekli olan bir nokta da, Atatürk’ün halkçılık anlayışında sınıfsızlık, yalnızca siyasi ve hukuki alandadır.

Şöyle ki, -sınıfsız, ayrıcalıksız, kaynaşmış bir kitle- prensibi, yalnız demokrasi, sosyal adalet,ve güvenlik kuralları doğrultusundadır. Atatürk’ün Halkçılık anlayışında sınıf diktatörlüğü yoktur. Siyasi ve medeni haklarla insan hak ve hürriyetleri saklı tutulmuştur. Toplum kalkınması ve yönetimi bu temel haklar çerçevesinde yürütülecektir.

Halkçılık, zayıfla kuvvetlinin değil, kişilerin yapabilmek için maddi ve manevi kuvvetlerini, zeka ve becerilerini birleştirmelerini öngörür. Zayıfla kuvvetlinin birleşmesi, zayıf olanın kuvvetliye esir olması demektir.

Halkın eğilimleri, toplumun maddi ve manevi ihtiyaçlarının giderilmesi, bütün halk temsilcilerinin yönetimini ve yöneticilerin faaliyetlerini planlama ve gerçekleştirme de temel kuraldır.

Halkçılık, Milliyetçilikle beraber ve bütün yurttaşlar ve devlet vazifelileri tarafından aynen uygulanır.

Halkçılık ile Milliyetçilik kavramlarının beraber kullanılması, Türk Milletinin Dinamik İdeale ulaşmasında başarı koşuludur. Bu koşula uyarak Türkiye’de milli devir ile beraber halk devri başlamıştır.

Halkçılığı Uygulamada Esas, Halkın Maddi ve Manevi İhtiyaçlarını Karşılamaktır

“Milleti idare prensibimiz, milletin ortak ve genel düşünce ve eğilimine uymaktır. Bu düşünce ve eğilimin gerçek ve ciddi olabilmesi, milletin maddi ve manevi ihtiyaç kaynaklarından gelmesine bağlıdır. ” Bu yönden halkçılığı uygulamakta, Devlet-Halk ilişkilerini düzenlemekte halk şikayetleri, önemli yer tutar. Bu şikayetlerin ve dileklerin amaçları şunlardır:

Devletin işlerinin nasıl yürüdüğünü anlamak, toplumun aydınlanma ihtiyaçlarının hangi noktalarda olduğunu göstermektedir.

Atatürk bu konu da şöyle demiştir. ” Şikayetler, devlet teşkilatımızda her zaman esaslı bir yankı uyandırmalıdır. Hükümete gelen her müracaat ve şikayet, sıradan memurların değil, bizzat Bakanın (ya da bölgesinde valinin) imzalayacağı (olumlu ya da olumsuz olsun) gerekçelere dayanan bir cevapla karşılanmalıdır.” “Bu şikayetler, birer birer incelenmekle birlikte, bunların konularına göre sınıflandırıldıktan sonra meydana gelecek tablonun toptan incelenmesi, büyük halk tabakalarının hangi ıstıraplarla yüklü olduğunu gösterir. “

Yukarıdaki amaca ulaşmak için toplumun şikayetlerini almak, doğruyu yanlıştan ayırmak, sınıflandırmak gerekir. Böyle bir çalışma, halka dönük, halkla birlikte, halk için çalışan bir halk hükümetinin yönetiminin neticelerini takip etmesini sağlar; bu, halktaki etkisine göre, yönetimin bir tür kontrol sistemidir.

Bu, şikayet sahiplerinin şikayetlerinin giderilmesinden çok, hükümetin icraatının genel itibari ile başarılı olup olmadığını gösterir. Bu, devlet yönetiminde halkçılığın bir gereğidir.

Ayrıca kamuoyunun hangi noktalarda aydınlatılmaya ihtiyacı olduğu gerçeğini da gösterir. Halk şikayetlerinin ve incelemesinin, cevabının verilmesinin bir esasa bağlanması gerekir. Çünkü kuvvetli olması mecburi olan ” Hükümeti zayıf düşüren önemli sebeplerden biri de, halk şikayetlerinin kayıtsızlığa uğramasıdır. “


-Alinti-
 
Üst
Alt