Han

En Güzel Edep Güzel Ahlaktir...!
Kullanıcı
Katılım
20 Ocak 2021
Mesajlar
7,620
Tepkime puanı
6,991
Puanları
0
Konum
Huzur🧿
Cinsiyet
Erkek

Tam bağımsızlık ilkesi


Tam-baC49FC4B1msC4B1zlC4B1k-ilkesi.jpg


Atatürk ortaya koyduğu mücadelesi, uğraşları, diplomasi girişimleri, ilkeleri ve inkılaplarıyla, Türk milletinin bağımsızlığını ve özgürlüğünü sağlamak istemiştir. Bu inancını; “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir.” diyerek belirtmiş, kendisiyle aynı yolda yürümek isteyenlere de yol göstermiştir.

Türk devletinin temel esaslarından birisi tam bağımsızlık, diğeri milli egemenliktir. Milli benlik de, ama bu temel esaslar üzerine kurulmuş bir devlette ve yaşamakta olan toplumda gelişip güçlenmektedir. Devlet için bağımsızlık, diğer bir devlet ya da kuruluşun emretme gücüne uyma zorunluluğu yaşamadan, kendi iç ve dış siyasetini hür iradesi ile belirlemesi ve uygulayabilmesi manasına gelir.

Bağımsız olmak devlet olmanın, ayakta kalabilmenin ve esir olmamanın tek yoludur.

Fertler için özgürlük ve bağımsızlık nasıl başka özgürlüklere kadar ise devletler için de özgürlükler diğer millet ve devletlerin özgürlük sınırına kadardır. Bu dengenin barışçı yollarla korunması esastır ve diplomasinin vazifesi de budur. Bu sınır aşılırsa ortaya çıkan çatışmanın halli için askeri tedbirler dahi devreye girebilir ki halen dünyada yaşanan bir çok örnek vardır ve bu örnekler yalnızca sınır ihlalleri ile sınırlı değil, çok daha yaygın olarak ekonomi ve siyasi hamleler yoluyladır.

Yani bağımsızlık ve özgürlüğün hayata geçmesi, yalnızca sınırların çizilmiş olması ile değil, ekonomiden siyasete, askeri işlerden devlet işlerine kadar her alanda bağımsız karar alabilme yetisi ile mümkündür.

Atatürk Türk milletinin bağımsızlığına verdiği değeri şu biçimde ifade etmektedir;

“ Türk’ün hassasiyeti, onuru ve beceriyi çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun daha iyidir. O halde ya bağımsızlık ya ölüm!”,“Bir millette onurun, haysiyetin, namusun ve insanlığın meydanda gelebilmesi ve devam ettirebilmesi muhakkak o milletin özgürlüğüne ve bağımsızlığına sahip olması ile mümkündür.”

Tam bağımsızlık, milli mücadelenin ilk hedefi olmuştur. Çünkü bağımsız olamayan milletlerin yaşama hakkı yoktur ve yaşasalar da esir ya da hizmetçi olmaktan öte geçemezler. Milli mücadelenin parolası bu sebeple “ya istiklal ya ölüm” olmuştur.

Atatürk’ün ve Kurtuluş Savaşının amacı, düşmanı yurttan atmak kadar basit değildir ve önemli olan her alanda bağımsızlığı temin edecek birlik, güç ve istikrarı sağlamaktır. Nitekim Atatürk bir sözünde;

“…Tam bağımsızlık, bizim bu gün üzerimize almış olduğumuz vazifenin asıl ruhudur… Biz, yaşamak isteyen, onur ve şerefi ile yaşamak isteyen bir milletiz… Bilgin, cahil istinasız bütün millet, belki içinde bulundukları güçlükleri bütünüyle anlamaksızın, bu gün yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve kanını sonuna kadar akıtmaya karar vermiştir. O nokta, tam bağımsızlığımızın sağlanması ve devam ettirilmesidir. Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel vs. Her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımdan herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir..” demektedir.

Tam bağımsızlığın temini bu sebeple yalnızca askeri tedbirlerle alınamaz ve öyle de olmuştur. Milli mücadeleden sonraki inkılapların tamamı kendi alanlarında bir yandan çağdaşlaşmayı öngörürken aslen ve daha çok bağımsızlığı temin ve idameyi gaye edinmiştir. Zaten ilk ve temel inkılapların da bu doğrultuda olduğu açıkça görülmektedir.

Tam bağımsızlık kelimesindeki tam kelimesi mutlaka son derece önemlidir ve bu kelime cümleden kaldırılırsa azla yetinen bir bağımsızlıktan söz edilmiş olur ki bu bağımsız olunmadığı manasınadır.

Atatürk’ün tam bağımsızlık anlayışı, milletin merhamet ya da dilenme yolu ile değil, azmederek, çalışarak bileğinin hakkıyla kazanılması gerekli olan bir bağımsızlığa işaret eder.

“ Bir millet, varlığı ve hakları için bütün kuvvetiyle, bütün maddi ve fikri kuvvetleriyle ilgili olmazsa, bir millet kendi varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz” sözleri, Atatürk’ün milli egemenlik anlayışını yeteri kadar açıklar.

Tam bağımsızlığın temini için devletin tüm alanlarında bağımsızlık seviyesine gelmiş olmak lüzumu vardır ki devlet tek bir alanda dahi tam bağımsız değilse o devletin bağımsızlığından söz etmek olanaklı değildir.

Buna en güzel örnek, savaşlarla kazanılmış bağımsızlık mertebesinin, ekonomik, siyasi ve politik olarak muhafazasına yönelik Atatürk’ün şu sözleridir;

“Ulusumuz, burda kazanıp katladığımız zaferden daha önemli bir ödev peşindedir. O ödevin yerine gelmesi, o zaferinde kazanılması vatanımızın ekonomi alanındaki başarılarıyla sağlanmış olacaktı… Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordusundan ve donanmasından önce ekonomisini düşünmüş ve düzeltmiş olmasın. Yurdun ve bağımsızlığın korunması için, varlığı baş koşul olan bütün gereçler ve araçlar ekonomi alanındaki gelişmeler ve olanaklar oluşur, olgunlaşır…”

Milli egemenliğin mutlak olarak tesisi ilke ve inkılapların da özünü teşkil etmektedir. Misak-ı Milli sınırları içerisinde, barışı esas alarak, uygarlık yolunda lüzumlu adımları milletçe atabilmek umudu ve çabası demek olan bağımsızlık ilkesi, fedakâr ve çalışkan halk ile mümkündür. Nitekim Cumhuriyeti’n ilk on beş senesinde bu başarı örnek düzeyde yaşanmış ve dünyaya dudak ısırtmıştır.

Benzer şekilde Türk inkılabının ve bağımsızlık ilkesinin evrensel boyutu düşünülürse tam bağımsızlık için milletimizin katedeceği mesafenin mazlum ve gelişen teknolojiyi teknolojiyi ülkelere de örnek teşkile deceği muhakkaktır.

Atatürk, daha 7 Temmuz 1922 de bu konu da şöyle der: Türkiye’nin bu günkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, belki daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye büyük ve önemli bir çaba harcıyor. Çünkü savunduğu dava bütün mazlum milletlerin, bütün doğunun davasıdır. Ve bunu sona erdirinceye kadar Türkiye, kendisi ile beraber olan doğu milletlerinin birlikte yürüyeceğinden emindir. Türkiye şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının gereklerini değil, tarihin hakiki gereklerini takip edecektir”

Yine bir başka konuşmasında; “Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam uzaktan bütün mazlum milletlerinde uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetlerine kavuşacak olan, çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, kuşkusuz ki, terakkiye ve refaha yönelmiş olacaktır. Bu milletler, bütün güçlüklere ve engellere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeksizin yeni bir ahenk ve işbirliği çağı egemen olacaktır.” diyerek, mazlum milletler olarak tanımladığı, emperyalist politikalardan muzdarip ülkelere seslenip, onların tam bağımsızlık hareketlerinin başarılı olacağı inancını açıklamıştır. Yalnız bunun için tek şart vardır ve o “Bağımsızlık için ölmeye hazır olmaktır.”

Bu koşulu bir devlet temsilcisinin kendinden yardım istemesi esnasında bizzat o kişiye söylemiştir ve demiştir ki; “ …şu kadar nüfuslu ülkenizde, tam bağımsızlık için ölmeye hazır kaç kişi var?”

Osmanlı İmparatorluğu, tam bağımsız olamadığı ve ekonomisini de bağımsız yapamadığı için çökmekten kurtulamadı ve sanayileşmesine dahi müsaade edilmeyen, kitapları başka devlet komiserlerince basılan Osmanlı, borç batağına da batırılarak bütünüyle etkisiz hale getirilmişti. Kapitülasyonlar ile her yönden esir edilip sömürülen Osmanlı, kurtuluş çarelerine müracat dahi edemeden, ağa takılmış sinek gibi vampir örümceklere yem oldu, ekonomik iflas sonucu parçalanmaktan kurtulamadı.

Bunun izahı ise şuydu ki; eğitim olanakları elinden alınarak bilimden uzaklaştırılmış, askeri ortamlarda mağlup edilerek bekasını terk etmiş, borçlar ve imtiyazlar ile eli kolu bağlı bir devlet bırakın gelişmeyi bekasını dahi teminden uzaktır ve Osmanlı’nın durumu eksiksiz olarak budur.

Bu gaflet ve mecburiyetler yüzündendir ki Türkiye Cumhuriyeti kurucuları, başta Ulu Önder olmak üzere öncelikle askeri ve sonra ekonomik bağımsızlığı gaye edinmiş, tarımdan sanayiye kendisine yeterli olabilmek için çareler üretmiş ve halkı da bu gayeye inandırmıştı.

Çünkü zirai, sanayii ve maddi olarak bağımsız kalamayan ülkelerin, askeri olarak elde ettikleri bağımsızlıklar da uzun ömürlü olamaz ve bunun bugün bir çok örneği mevcuttur.

Sanayi teşvikleri, tarımın desteklenmesi, eğitimin yaygınlaştırılması, ulusal sermaye ve milli ülke ekonomisine kıymet verilmesi, israfın engellenmesi gibi inkılapların tamamı bu gaye içindi ve hedef her zaman tam bağımsızlığı temin ve idame edebilmekti.

İnkılapların devamlı gelişen dinamik yapıda olması nedeniyle yaşadığımız zamanlarda dahi bu ilke geçerlidir ve bağımsızlık, her alanda bir devlet için öncelikle lazım olandır.

Yayılmacı ve sömürücü düzenin kuvvetli devletlerinin sıcak ve hatta soğuk savaşı terk etmiş olmaları açıkça göstermektedir ki artık zaman alternatif savaşlar yani asimetrik yaklaşımlardır ve bunda birinci hedef ekonomiler, siyasi baskılar ve basın yolu ile oluşturulan algılardır.

Genele bakıldığında İslam ülkelerinin petrolden kaynaklanan zenginliklerine karşılık bağımsız olamadıkları görülür ki bunun nedeni varlıklarına rağmen bağımsız olamayan ekonomi ve güçleridir. Milli gücün tüm unsurları için esas olan egemenlik devleti ayakta tutandır ve şayet bu güçlerden biri dahi bağımsız değil ise devlet bağımsız değil demektir.

Bunu bilen Atatürk gençliğe durmadan çalışmayı ve yorulmamayı öğütlemiş, aklı ve bilimi rehber edinmeyi görev olarak vermiş, bağımsızlığı merhametle dilenmeyi değil, bileklerin hakkıyla almayı emretmiştir.

Bu bağımsızlığın milli olması bu yüzdendir ve lutfa dayalı değil çalışarak kazanma temellidir.

Sonuç ve özet;

İlke ve inkılapların dayandığı temel esaslardan birisi elbette bağımsız olma ilkesidir ki milli mücadele ve sonrasında hayata geçirilen devrim ve yeniliklerin gayesi, kanun ve mevzuatın hedefi, sanayi ve tarım alanındaki çalışmaların gayesi budur. Bağımsızlık yalnızca silah ve asker ile temin edilemeyeceği için tüm güç unsurları alanlarında milli, egemen ve bağımsız olmak için çalışmalar yapılmış, özellikle ekonomik bağımsızlığa önem verilmiştir ki sanayi ve tarım alanlarında yapılan devrimlerin ve teşviklerin bir sebebi de budur.
 

SuMBuL

Tam güldüğün yerde başlar şiirler... Yang❤️
Moderator
Katılım
4 Ara 2020
Mesajlar
2,331
Tepkime puanı
4,612
Puanları
113
Konum
...
Cinsiyet
Kadın

Tam bağımsızlık ilkesi


Tam-baC49FC4B1msC4B1zlC4B1k-ilkesi.jpg


Atatürk ortaya koyduğu mücadelesi, uğraşları, diplomasi girişimleri, ilkeleri ve inkılaplarıyla, Türk milletinin bağımsızlığını ve özgürlüğünü sağlamak istemiştir. Bu inancını; “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir.” diyerek belirtmiş, kendisiyle aynı yolda yürümek isteyenlere de yol göstermiştir.

Türk devletinin temel esaslarından birisi tam bağımsızlık, diğeri milli egemenliktir. Milli benlik de, ama bu temel esaslar üzerine kurulmuş bir devlette ve yaşamakta olan toplumda gelişip güçlenmektedir. Devlet için bağımsızlık, diğer bir devlet ya da kuruluşun emretme gücüne uyma zorunluluğu yaşamadan, kendi iç ve dış siyasetini hür iradesi ile belirlemesi ve uygulayabilmesi manasına gelir.

Bağımsız olmak devlet olmanın, ayakta kalabilmenin ve esir olmamanın tek yoludur.

Fertler için özgürlük ve bağımsızlık nasıl başka özgürlüklere kadar ise devletler için de özgürlükler diğer millet ve devletlerin özgürlük sınırına kadardır. Bu dengenin barışçı yollarla korunması esastır ve diplomasinin vazifesi de budur. Bu sınır aşılırsa ortaya çıkan çatışmanın halli için askeri tedbirler dahi devreye girebilir ki halen dünyada yaşanan bir çok örnek vardır ve bu örnekler yalnızca sınır ihlalleri ile sınırlı değil, çok daha yaygın olarak ekonomi ve siyasi hamleler yoluyladır.

Yani bağımsızlık ve özgürlüğün hayata geçmesi, yalnızca sınırların çizilmiş olması ile değil, ekonomiden siyasete, askeri işlerden devlet işlerine kadar her alanda bağımsız karar alabilme yetisi ile mümkündür.

Atatürk Türk milletinin bağımsızlığına verdiği değeri şu biçimde ifade etmektedir;

“ Türk’ün hassasiyeti, onuru ve beceriyi çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun daha iyidir. O halde ya bağımsızlık ya ölüm!”,“Bir millette onurun, haysiyetin, namusun ve insanlığın meydanda gelebilmesi ve devam ettirebilmesi muhakkak o milletin özgürlüğüne ve bağımsızlığına sahip olması ile mümkündür.”

Tam bağımsızlık, milli mücadelenin ilk hedefi olmuştur. Çünkü bağımsız olamayan milletlerin yaşama hakkı yoktur ve yaşasalar da esir ya da hizmetçi olmaktan öte geçemezler. Milli mücadelenin parolası bu sebeple “ya istiklal ya ölüm” olmuştur.

Atatürk’ün ve Kurtuluş Savaşının amacı, düşmanı yurttan atmak kadar basit değildir ve önemli olan her alanda bağımsızlığı temin edecek birlik, güç ve istikrarı sağlamaktır. Nitekim Atatürk bir sözünde;

“…Tam bağımsızlık, bizim bu gün üzerimize almış olduğumuz vazifenin asıl ruhudur… Biz, yaşamak isteyen, onur ve şerefi ile yaşamak isteyen bir milletiz… Bilgin, cahil istinasız bütün millet, belki içinde bulundukları güçlükleri bütünüyle anlamaksızın, bu gün yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve kanını sonuna kadar akıtmaya karar vermiştir. O nokta, tam bağımsızlığımızın sağlanması ve devam ettirilmesidir. Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel vs. Her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımdan herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir..” demektedir.

Tam bağımsızlığın temini bu sebeple yalnızca askeri tedbirlerle alınamaz ve öyle de olmuştur. Milli mücadeleden sonraki inkılapların tamamı kendi alanlarında bir yandan çağdaşlaşmayı öngörürken aslen ve daha çok bağımsızlığı temin ve idameyi gaye edinmiştir. Zaten ilk ve temel inkılapların da bu doğrultuda olduğu açıkça görülmektedir.

Tam bağımsızlık kelimesindeki tam kelimesi mutlaka son derece önemlidir ve bu kelime cümleden kaldırılırsa azla yetinen bir bağımsızlıktan söz edilmiş olur ki bu bağımsız olunmadığı manasınadır.

Atatürk’ün tam bağımsızlık anlayışı, milletin merhamet ya da dilenme yolu ile değil, azmederek, çalışarak bileğinin hakkıyla kazanılması gerekli olan bir bağımsızlığa işaret eder.

“ Bir millet, varlığı ve hakları için bütün kuvvetiyle, bütün maddi ve fikri kuvvetleriyle ilgili olmazsa, bir millet kendi varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz” sözleri, Atatürk’ün milli egemenlik anlayışını yeteri kadar açıklar.

Tam bağımsızlığın temini için devletin tüm alanlarında bağımsızlık seviyesine gelmiş olmak lüzumu vardır ki devlet tek bir alanda dahi tam bağımsız değilse o devletin bağımsızlığından söz etmek olanaklı değildir.

Buna en güzel örnek, savaşlarla kazanılmış bağımsızlık mertebesinin, ekonomik, siyasi ve politik olarak muhafazasına yönelik Atatürk’ün şu sözleridir;

“Ulusumuz, burda kazanıp katladığımız zaferden daha önemli bir ödev peşindedir. O ödevin yerine gelmesi, o zaferinde kazanılması vatanımızın ekonomi alanındaki başarılarıyla sağlanmış olacaktı… Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordusundan ve donanmasından önce ekonomisini düşünmüş ve düzeltmiş olmasın. Yurdun ve bağımsızlığın korunması için, varlığı baş koşul olan bütün gereçler ve araçlar ekonomi alanındaki gelişmeler ve olanaklar oluşur, olgunlaşır…”

Milli egemenliğin mutlak olarak tesisi ilke ve inkılapların da özünü teşkil etmektedir. Misak-ı Milli sınırları içerisinde, barışı esas alarak, uygarlık yolunda lüzumlu adımları milletçe atabilmek umudu ve çabası demek olan bağımsızlık ilkesi, fedakâr ve çalışkan halk ile mümkündür. Nitekim Cumhuriyeti’n ilk on beş senesinde bu başarı örnek düzeyde yaşanmış ve dünyaya dudak ısırtmıştır.

Benzer şekilde Türk inkılabının ve bağımsızlık ilkesinin evrensel boyutu düşünülürse tam bağımsızlık için milletimizin katedeceği mesafenin mazlum ve gelişen teknolojiyi teknolojiyi ülkelere de örnek teşkile deceği muhakkaktır.

Atatürk, daha 7 Temmuz 1922 de bu konu da şöyle der: Türkiye’nin bu günkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, belki daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye büyük ve önemli bir çaba harcıyor. Çünkü savunduğu dava bütün mazlum milletlerin, bütün doğunun davasıdır. Ve bunu sona erdirinceye kadar Türkiye, kendisi ile beraber olan doğu milletlerinin birlikte yürüyeceğinden emindir. Türkiye şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının gereklerini değil, tarihin hakiki gereklerini takip edecektir”

Yine bir başka konuşmasında; “Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam uzaktan bütün mazlum milletlerinde uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetlerine kavuşacak olan, çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, kuşkusuz ki, terakkiye ve refaha yönelmiş olacaktır. Bu milletler, bütün güçlüklere ve engellere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeksizin yeni bir ahenk ve işbirliği çağı egemen olacaktır.” diyerek, mazlum milletler olarak tanımladığı, emperyalist politikalardan muzdarip ülkelere seslenip, onların tam bağımsızlık hareketlerinin başarılı olacağı inancını açıklamıştır. Yalnız bunun için tek şart vardır ve o “Bağımsızlık için ölmeye hazır olmaktır.”

Bu koşulu bir devlet temsilcisinin kendinden yardım istemesi esnasında bizzat o kişiye söylemiştir ve demiştir ki; “ …şu kadar nüfuslu ülkenizde, tam bağımsızlık için ölmeye hazır kaç kişi var?”

Osmanlı İmparatorluğu, tam bağımsız olamadığı ve ekonomisini de bağımsız yapamadığı için çökmekten kurtulamadı ve sanayileşmesine dahi müsaade edilmeyen, kitapları başka devlet komiserlerince basılan Osmanlı, borç batağına da batırılarak bütünüyle etkisiz hale getirilmişti. Kapitülasyonlar ile her yönden esir edilip sömürülen Osmanlı, kurtuluş çarelerine müracat dahi edemeden, ağa takılmış sinek gibi vampir örümceklere yem oldu, ekonomik iflas sonucu parçalanmaktan kurtulamadı.

Bunun izahı ise şuydu ki; eğitim olanakları elinden alınarak bilimden uzaklaştırılmış, askeri ortamlarda mağlup edilerek bekasını terk etmiş, borçlar ve imtiyazlar ile eli kolu bağlı bir devlet bırakın gelişmeyi bekasını dahi teminden uzaktır ve Osmanlı’nın durumu eksiksiz olarak budur.

Bu gaflet ve mecburiyetler yüzündendir ki Türkiye Cumhuriyeti kurucuları, başta Ulu Önder olmak üzere öncelikle askeri ve sonra ekonomik bağımsızlığı gaye edinmiş, tarımdan sanayiye kendisine yeterli olabilmek için çareler üretmiş ve halkı da bu gayeye inandırmıştı.

Çünkü zirai, sanayii ve maddi olarak bağımsız kalamayan ülkelerin, askeri olarak elde ettikleri bağımsızlıklar da uzun ömürlü olamaz ve bunun bugün bir çok örneği mevcuttur.

Sanayi teşvikleri, tarımın desteklenmesi, eğitimin yaygınlaştırılması, ulusal sermaye ve milli ülke ekonomisine kıymet verilmesi, israfın engellenmesi gibi inkılapların tamamı bu gaye içindi ve hedef her zaman tam bağımsızlığı temin ve idame edebilmekti.

İnkılapların devamlı gelişen dinamik yapıda olması nedeniyle yaşadığımız zamanlarda dahi bu ilke geçerlidir ve bağımsızlık, her alanda bir devlet için öncelikle lazım olandır.

Yayılmacı ve sömürücü düzenin kuvvetli devletlerinin sıcak ve hatta soğuk savaşı terk etmiş olmaları açıkça göstermektedir ki artık zaman alternatif savaşlar yani asimetrik yaklaşımlardır ve bunda birinci hedef ekonomiler, siyasi baskılar ve basın yolu ile oluşturulan algılardır.

Genele bakıldığında İslam ülkelerinin petrolden kaynaklanan zenginliklerine karşılık bağımsız olamadıkları görülür ki bunun nedeni varlıklarına rağmen bağımsız olamayan ekonomi ve güçleridir. Milli gücün tüm unsurları için esas olan egemenlik devleti ayakta tutandır ve şayet bu güçlerden biri dahi bağımsız değil ise devlet bağımsız değil demektir.

Bunu bilen Atatürk gençliğe durmadan çalışmayı ve yorulmamayı öğütlemiş, aklı ve bilimi rehber edinmeyi görev olarak vermiş, bağımsızlığı merhametle dilenmeyi değil, bileklerin hakkıyla almayı emretmiştir.

Bu bağımsızlığın milli olması bu yüzdendir ve lutfa dayalı değil çalışarak kazanma temellidir.

Sonuç ve özet;

İlke ve inkılapların dayandığı temel esaslardan birisi elbette bağımsız olma ilkesidir ki milli mücadele ve sonrasında hayata geçirilen devrim ve yeniliklerin gayesi, kanun ve mevzuatın hedefi, sanayi ve tarım alanındaki çalışmaların gayesi budur. Bağımsızlık yalnızca silah ve asker ile temin edilemeyeceği için tüm güç unsurları alanlarında milli, egemen ve bağımsız olmak için çalışmalar yapılmış, özellikle ekonomik bağımsızlığa önem verilmiştir ki sanayi ve tarım alanlarında yapılan devrimlerin ve teşviklerin bir sebebi de budur.
paylaşım için teşekkür ederim @Han 😊
 
  • Beğen
Tepkiler: Han
Üst
Alt