Laikliğin istismarı

Han

En Güzel Edep Güzel Ahlaktir...!
Kullanıcı
Katılım
20 Ocak 2021
Mesajlar
7,620
Tepkime puanı
6,990
Puanları
0
Konum
Huzur🧿
Cinsiyet
Erkek

Laikliğin istismarı​

“Türkiye Cumhuriyeti’nin fotoğrafı dini yoktur. Devlet yönetiminde bütün yasalar, nizamlar ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya gereksinimlerine göre yapılır ve tatbik edilir. Din telâkkisi vicdanî olduğundan, Cumhuriyet, din düşüncelerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş ilerlemesinde belli başlı muvaffakiyet etkeni görür.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1930 (Afet İnan, M.B. Ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 56)

Bu satırları lütfen tüm kesimler, tüm inanç odakları dikkatle okusun!

Son zamanlarda gerici – karanlık zihniyetin erkek ve kız çocuklarına, kadınlara taciz ve tecavüzleri sebebiyle popüler hale gelen yobazlık, toplumumuzun inanç ve değerlerini de temelden sarsan bir hal aldı. Sapıklıkla içiçe bir halde sergilenen bu ahlaksız ve erdemsiz hallerin elbette yalnızca yobazlara mal edilmesi de mümkün değil. Çünkü yaşanan maalesef son örnekler bunların dinle yakından alakası olmayan adilerce hatta yabancı uyruklularca yapıldığını gösterdi.

Bu sebeple de bir kez daha ilan etmek gerekir ki terörün milliyeti ve dini olmaz, sapıklığın da dini, yaşı, milliyeti olmaz. Terörist teröristtir, sapık sapık!

Ancak kamuoyunda daha önceki tecavüz ve cinsel istismar hadiselerini anımsatan bu son olaylar, haklı olarak yobazlığı ve dolaylı yoldan da din istismarını hedef alır hale geldi. Öyle ya Kur’an kurslarında, yurtlarda yaşanan bu vahim hadiseler yurttaşlarda derin bir teessür yaratırken diğer yandan yobazlığa duyulan kini de bir kez daha su üstüne çıkardı. Bu ise laikliğin anlam ve önemini hatırlatırken, eğitim ve bilginin, akıl ve medeniyetin ne kadar vazgeçilmez olduğunu bir kez daha gösterdi. Yine bu yaşananlar gösterdi ki laiklik İslam’ın güvencesidir ve yobazlıkların önüne ancak laik anlayış ile ve eğitim ile geçilebilir.

Şimdi sırasıyla bakalım.

Atatürk ilkelerinin belkemiği durumundaki laiklik kelime olarak ayrıştıran, karıştırmayan anlamına olup siyasi ve dini literatürde bu kelime; vicdan hürriyetini, devlet ve din işlerinin ayrılmasını, dine giriş ve çıkışta zorlama yapılamayacağını ve inançlara saygı duymayı, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasını ifade eder.

Yobazlık ise dini kendi menfaatleri uğruna kullanan, cahil, Kur’an ve din dışı, örflerle beslenen, alternatifsiz, hoşgörüsüz, şiddeti dahi kullanabilen, kendi kurallarını yazmaya hevesli, biçimi İslam’a önem ve değer verirken, yeniliğe ve laikliğe özetle dinin ana değerlerine düşman gerici bir zihniyet olarak tanımlanabilir.

Yobazlık toplumumuzun tüm kesimlerinde, bilhassa dindarlara arsında ve sıradan toplum kesimleri arasında bile lanetlenen, istenmeyen bir gaflettir. Mevcut hukuk kurallarına göre de suçtur ve cezası vardır. Yazık ki yobaz zihniyet, modern Türkiye Cumhuriyeti’nde hem de bu asırda hala var ve muktedirdir. Çünkü birilerince devamlı desteklenir ve tarikat mantığına paralel olarak fanatik militan zihniyetiyle her zaman canlı tutulur. Bu hali ile daha ziyade inanç dünyasına hücum eden yobazlık, kimi zaman haddini de aşarak kurumlara, kişilere, hukuk kurallarına kadar uzanır, hatta manevi liderlere, kanaat önderlerine, ülke kahramanlarına çamur atacak kadar alçalır ki gayesi yobazlığın din olduğu gerici ve karanlık bir toplum yaratmak, bu sayede şeytanlarca tezgâhlanan “Türk ve İslam düşmanlarına” zafer kazandırmaktır.

Yobazlık dinin suistimal, istismar edilmiş, tahrif edilmiş halidir. Yobaz ise Kur’an’ı tersten okuyan, dine düşman olandır. Yani yobazlık dinin tahrif edilmiş gerici halidir.

Peki, toplumdaki tüm sonuçlar yalnızca bu sebebe bağlanabilir mi? Eğitim ile gelinen acizlik noktasında her şey tamam da bir tek din mi geriliğe mahkûm edilmiştir? Elbette hayır!

Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse yılan ya da deve misali neremiz doğru ki diyesimiz gelse de hala devlet ve sistemin çoğu kurumu ayaktadır ancak yobazlık konusunun öteki kutbunda da yani modern dindarlık ya da laiklik cephesinde de durum oldukça farklı değildir.

Yasalaştığı zamanlardan bu yana “laiklik” mantık olarak hep dini frenleme mekanizması olarak kullanılmış, yaban otlarını dinden temizlemek adına kimi zaman katı tedbirler dahi uygulanmış, neticede toplum istemeden de olsa dine mesafeli kalmak mecburiyetinde bırakılmıştır. Bu ise diyanetin de pasifliği ile kaçınılmaz olarak merdiven altı İslam’ına yol açmış, yasalarla korunan laikliğe düşman yobazlık fikir hürriyetlerinde mesafe kat edilemediği için çaresiz olarak yasa dışı yollara müracat etmiştir.

Dahası dinciliğe düşman laiklik suistimal ile dine düşman gösterilerek hedef yapılmış ve Atatürk ilkelerinin temeli laiklik ilkesi tam on ikiye oturtulmuştur. Laik olduğu iddiasındaki kesim ise dine mesafeli olduğu için bu yanlışı düzeltememiş ve toplumda genel kabul maalesef laikliğin dindarlara düşmanlığı biçiminde neticelenmiştir.

Halen de dinle yakından alakalı olanların aydınlarında dahi genel izlenim, laikliğin dinin erdiriciliğine engel olduğu biçimindedir. Bu yanlıştır lakin yerleşik bir yanılgıdır ve düzeltilebilmesi için eğitimin hem dindar ve hem de laik kesime eşit olarak uygulanmasını gerekli kılar. Ayrıca bu konudaki mesuliyet gerçek dindarlarda olduğu kadar, Atatürk ilkelerine sadık kaldığını iddia eden aydınlardadır da.

Yobazlıkla olması gerekli olan mücadele

Şöyle ki; dindar kesim yobaz zihniyeti Kur’an ile eğitmek ve düzeltmek mecburiyetindedir ki bunun baş mimarı diyanet olmalıdır. Tarikatlaşan, hiziplere ve mezheplere bölünen günümüz İslam’ında kirli oyunlarla çevrelenen bu yuvaların temizlenmesi ve manevi bakterilerden arındırılması zor olsa da yapılması gerekli olan; evvela şeyhlerin, mürşitlerin (yani lider kadronun) şirk belasından uzaklaştırılarak din rayına sokulması, denetim mekanizmalarının sisteme sokulması, gerekli cezaların çekinmeden tatbik edilmesi, din eğitiminin bütünüyle devlet eli ile ve diyanet kontrolünde yapılmasıdır.

Buralara mensup müridlerin (üyelerin) ise yapması gerekli olan tıpkı mürşitleri gibi Kur’an’a dönmek ve devletin bu müritlere karşı görevi eğitmek, aydınlatmak ve kendi kurumlarına çekmek, birileri (şeyhleri) istedi diye şiddet üreten üyelere acımasızca ceza vermektir.

Tarikatlar arası çekişmeler malumdur ve her tarikatın anayasası para kasasıdır. Bu cihetle itibar ve para kaybetmemek sevdasındaki şeyhlerin aklı ve bilimi reddederek, siyasi otoriteden yana bir tutumla, kendi meşruluklarını yaratması devlet düzeninde kabul edilir bir şey değildir. Bunlara gösterilecek toleransların her biri tavizdir ve taviz taviz doğurur. Neticede frenlenemez hale gelen bu yıkıcı affedicilik ise bir çok canı yakar, dini tanınmaz şekle getirir ve emin olunsun ki otoriteden yana olan o tarikatlar gün gelir otoriteye de şahsi menfaatleri için karşı çıkar duruma gelir.

O halde yobazlık bizzat dinin içinden ve dinin boşluklarından doğan bir gericilik mekanizmasıdır ve tedbir de öncelikle dini olarak alınmalıdır. Din işlerinden sorumlu diyanetin hem din ve hem de şeriat alanındaki sorumluluğu yobazlığı öncelikle kendisi için bir tehdit görmesidir. Çünkü diyanetin var ediliş amacı dini Kur’an rayına oturtmak, dindeki hurafe, örf, yanlış ve hataları engellemek, din eğitimi vermek, toplumu din etrafında sevgiyle birleştirmektir. Zaten tüm yobazlıkların asıl sorumlusu görevini yapmakta acizlik gösteren diyanettir.

Arapçaya ve israiliyata mahkum dini din diye yaşayanlar, diyanetin ve Kur’an’ın aydınlatıcı erdiriciliğinden de mahrum olduğu için zaten yobazlığa teslim olmaya mahkumdur. Çünkü onlar direk olarak habersizdir ve doğruyu öğretmekle görevli diyanet ve tüm din adamları görevini yapmamakta, yapamamaktadır. Bunun elbette vebali büyüktür ama beşeri olarak bu ihmal devletin damarlarını tıkamakta, kardeşlik duygularını parçalamaktadır.

Laiklik istismarında gelinen nokta

Din konusundaki en büyük yanlış; “dinsizliğin laiklik ve laikliğin dinsizlik olarak” görülmesidir.

Bu satır bir kez daha okunmalı ve düşünülmelidir. Çünkü laik olanları din dışı kabul etmiş olan yobaz zihniyet, laikliğin İslam’ın teminatı ve bekası olduğunu idrakten uzaklaştırılarak akıl, devlet ve uygarlık düşmanı haline getirilmiş, laik kesim ise dindarları dahi reddeder, tüm dindarları cehaletle yobaz kabul eder hale mecbur bırakılmıştır.

Oysa ne laiklik dinsizliktir, ne de dinsizlik laiklik!

Laiklik dine uygun ve hür ortam sağlamayı başaran, bilgi (Kur’an) tabanlı, vicdanları serbest kılan, devletin manevi değerlerden güç alarak ancak uygarlık yolunda yürümesini mümkün kılan, vatan kardeşliği yanına bir de iman kardeşliğini koyan ve bunu yasalarla güvence altına alan bir İslam’ı temizleme ve esasına döndürme gayretinin adıdır.

Laiklik kelimesi de dini manada olduğu ve laiklik olma hali aslen dini bir mesele olduğu için genç Türkiye Cumhuriyeti’nde bu ilkeyi yasalaştıranların hepsi din adamlarıdır ve onların dine bütünüyle uygun gördükleri bu husus bugün maalesef dine aykırı kabul edilir haldedir. Yani din değişmediğine göre değişen karanlıklaşan, örümcekleşen zihinlerdir.

Diyanet işleri başkanlığını kuranlar da, Kur’an’ın meal ve tefsirini yazdıranlar da hep din adamlarıdır. Emir ve ilk adım Ulu Önder Atatürk’ten gelse de bu işlere can verenler ve dine uygun kurumsallaştıranlar hep din adamlarıdır. Yani yobaz zihniyetin hedefi yanlıştır ve geçersizdir, kendi için de tezata mahkûmdur. Çünkü onların zannınca laikliği sistemleştiren, meal ve tefsiri yazdıran hatta yazan Atatürk ve komutanlardır ki bu bütünüyle yanlıştır.

Tekrar edersek laiklik ve diyanet teşkili, meal ve tefsir çalışmaları zamanın din adamlarının harika eserleridir ve dünyaya da İslam âlemine de halen örnek teşkil etmektedir.

Nitekim karanlık saltanat ve hilafet dönemlerinden Cumhuriyet güneşiyle sıyrılan Türkiye Cumhuriyeti bu aydınlanma sayesinde kısa bir süre içinde hem ekonomik atılımları yapabilmiş, hem kardeş olabilmiş ve hem de tarih ve kültürü beraberinde dinini de tanır hale gelmiş, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla din merdiven altlarından kurtarılmış ve bir kez daha Kur’an mihverine sokulmuştur.

1920’li yıllara bakıldığında kıyafetten ibadete, din derslerinden anlayışlara kadar her alanda laikliğin doping etkisi yaratan faydalarını görmek mümkündür. Bu etki sayesinde de uygarlık sıçraması çabuk ve kolay olmuş, hilafetin kaldırılmasına itiraz dahi etmeyen halk, hilafetin dine ne kadar aykırı olduğunu da bu sayede göstermiştir.

Dindeki asırların birikimi gafletlerin laiklik ile ortadan kaldırılmasıyla da bireyler kuldan insen temel dönmüş, din anlaşılmaz ve birkaç kişinin hükmünde olma halinden sıyrılarak gönülleri fetheder hale gelmiştir. Ancak bu elbette dinden beslenen leş kargalarının işine gelmemiştir ve Türk’e ve İslam’a düşman olanlarla işbirliği içinde bu çevreler o aydınlanma ile beraber Cumhuriyet’e ve laikliğe düşman kesilmişlerdir.

Yobaz zihniyetin en büyük direniş noktası ise en temel dilde ibadet meselesidir ki yaklaşık on bir sene boyunca vatanın Müslüman evlatları genel kabulle namaza davetten öte gitmeyen ezanları en temel dilinde dinlemiş, dileyen ibadetini en temel dilinde yaparken, dileyen istediği dili kullanmakta serbest bırakılmıştır. Yani en temel dilde ibadet bir kolaylık olarak sunulmuş ve zorlama ve mecburiyet yaşanmamıştır. Dolayısıyla bu gönül taleplerine sanki zorlama varmış gibi itiraz etmek yobaz zihniyetin belli başlı yanılgılarındandır ve maalesef bunun neticesinde cami yıkılması, ahır yapılması yalanları gibi bir çok türedi ihanet dosyasıyla laiklik ve yobazlık birbirine düşman olarak bu topraklarda yaşamaya başlamıştır.

Dikkat edilirse laikliğin düşmanı asla dindar kesim ya da diyanet işleri başkanlığı değildir, yobaz tayfadır. Bu konu çok mühimdir. Çünkü dindar kesim dinin cennetlere götüren ve Allah rızasına erdiren halini yakalamanın huzuru içinde laikliği doyasıya yaşamayı seçmiş, yobaz zihniyet ise kaybettiği menfaat ve paraların telaşına düşmüş, vermek istediği manevi zarar engellenince hırslanmıştır.

Uzatmayalım, sonuçta yobaz zihniyet laikliği din düşmanlığı gibi göstermekte, laik kesim dine mesafeli duruşuyla kendini savunamamaktadır.

Peki, o halde çare nedir?

Çareyi bulmanın ilk adımı laiklik içerisindeki istenmeyen gafletleri gün yüzüne çıkarmak yani yobazlara iğne batırmadan evvel çuvaldızı kendimize batırmaktır.

Şöyle ki dinci yobaz tayfa laikliği dinsizlik olarak gösterirken laik aydınlar yeteri kadar çalışmadığı ve korktuğu için laikliği savunamamış ve halka doğruyu gösterememiştir. Demek ki halkta uyen temeln laik düzen düşmanlığının bir suçlusu da laikliği anlatamayan Cumhuriyet aydınlarıdır, diyanettir.

Laikliği hür ve serbest olarak medeni vaziyette yaşayanların da yobazlıktan kaçınmak adına dinsiz ve batı kopyacısı uygarlıklere haddinden fazla yakınlaşması bir diğer sorundur, gaflettir. Çünkü Atatürk ilkelerinde yer alan uygarlıkleşme özlemi, tam bağımsızlık ve egemenlik ile beraber örf ve kültüre yabancılaşmamak, tarih ve toplumsal kabulleri reddetmemek, milli ahlakı zedelememek şartına bağlıdır.

Oysa son yüzsenede ve özellikle son elli senede gelinen nokta, batının ahlaksız kabullerinin teknoloji paketleri içinde tümden kopyalanması durumudur. Yani bilim alanında kaydedilen gelişmeler ithal edilirken maalesef ahlaki değerler de ithal edilmiş, siyonizm ve arabizm etkisiyle toplumumuzun bir kesimi serbestliğe özendirilirken diğer kesimi arap milliyetçiliğine kaydırılmıştır.

Bunun kaçınılmaz sonucu ise laik medeni kesimde evlilik dışı ilişkiler, zina ve fuhuşlar, uyuşturucu ve kumarlar, estetik ameliyat ve lüks düşkünlükleri, pahalı ev hayvanları beslemeler, bolca turistik geziler, acayip gıdalar, ilaçlara ve diyete dayalı yaşam modelleri, eşcinsellikler, din dışı inanç hobileri, garip ezoterik taraftarlıkları yaşanır olmuş, etekler kısalırken, kız erkek ilişkileri haddi aşarken, yabancılarla evlilikler öne çıkarken, dinen en haram bilinen domuz eti örneği dahi reddedilir hale gelmiştir. (Bu örnekler çoğaltılabilirse de burda kesiyoruz. Çünkü sokaklar, gazeteler, ekranlar bu densizliklerle yeteri kadar doludur.)

Öyle ya çuvaldızı kendimize batırıyoruz.

Soru şudur?

Atatürk kurucu ve dava arkadaşlarının laiklik ile kast ettiği uygarlık seviyesinin gayesi bugün yaşanan ve dini adeta reddeden durum mudur? Atatürk laikliği sokaklarda serbestçe icra edilebilen misyonerliklere, fikir hürriyeti adına sergilenen din düşmanlıklarına rıza göstermek midir? Siyonizm ve arabizm taraftarlığı ile Türk’lüğü yere serme girişimi midir?

Değildir. Öyleyse aydınlar ve toplum bir kez daha şapkayı önüne koymalı ve düşünmelidir.

Yobazlık ne denli şeytani ve zararlı bir gaflet ise laikliği dinsizlik olarak tercüme etmek ve dini yok saymak da o denli şeytanidir, ahlaksızlıktır.

Bu gaflet hem yobazlığı azdırmakta, hem Atatürk ve dava arkadaşlarının kemiklerini sızlatmaktadır.

Ulu önderin laiklik ile kastı İslam’ı hür ve doğru yaşanır hale getirmektir, gönüllerden silmek değildir. Dolayısıyla Atatürkçü geçinenler vicdanlarında dindar olmak mecburiyetindedir. Dindar olmak devamlı ibadet etmek değil, Kur’an’ı bilmek ve emirlerine uymaktır. Bu mükellefiyet laik olsun olmasın tüm insanlık için farzdır. İbadet ise farklı bir meseledir. Dileyen din içinde dilediği miktarca ve dilediği şekilde ibadet eder ya da etmez. Ama inanç bağlamında laik olduğu iddiasındakiler dahil herkes dini Kur’an’dan öğrenmek ve o dine saygı duymak mecburiyetindedır.

O halde laikliğin zarar görmesine bir sebep yobaz zihniyet ise daha büyük zararı veren bizzat din tanımaz laiklerin kendisidir. Bu gaflet hemde yobazların elini güçlendiren, onlara malzeme ve dayanak sağlamayı başaran bir cehalettir. Kimse belli bir dine tabi olmak mecburiyetinde değildir ancak herkes vicdan hürriyetlerine saygılı olmaya mecburdur.

Kendisi dine taraftar olmayanların da etraftaki maneviyata saygı duyması zorunludur ve nerdeyse tamamı Müslüman olan bu ülkede İslami değerlere aykırı tutumları alenen sergilemek uygarlık değil kışkırtmadır.

Laik kesimin yanlışları elbette yobazlar için haklı bir gerekçe olamaz ve günahlarını azaltmak ama burda kast edilen her kesimin yanlışlarını görmesi ve kendine çeki düzen vermesidir.

Laikliği istismar edenler (tabir Sinan Meydan’ındır) evvela laik kesim ve aydınları ise bundan çıkarılacak ders, Atatürk’ün gaye ve muradını anlamaya çalışmak, laikliği tesis eden din adamlarının maksadından uzaklaşmamaya gayret etmektir.

Elbette dine mesafeli oluşun kaçınılmaz bir sonucu da Siyonist zehirlere mecbur kalmaktır ki entelektüel geçinen kimselerin milliyet ve dini aşağılaması, yaşamlarına yanlış ve milli olmayan sevdaları sokması bu planlı saldırılar iledir. Yani kendine din oyunu oynananlar dini yeteri kadar tanımadığı içindir ki siyonizm sokaklarda cirit atmakta, bir çok aydını tıpkı yobazlar gibi kandırmakta ve diğer kutba düşman etmektedir. Masonların, misyonerlerin sokakları doldurduğu bir toplumda tüm halk özüne dönmek ve uyanmak mecburiyetindedır. Bunun ilk adımı ise öz eleştiridir ki bu yazı gayemiz de budur.

Tekrar edelim dinin gerçeklerinden uzak yaşamakta olan toplumların kaçınılmaz kaderi gereği ateizme yakın laikler ile, dinden ve Kur’an’dan habersiz yobazların ortak kaderi siyonizme tutsak olmak, bu gafletle de kardeşini düşman bilmektir.

Bu yazı fazlaca tepki çekecektir lakin hakikat budur.

Türk toplumu, halkı, milleti Türk ve Müslüman olmalıdır. Türk halkı dindar olmalıdır. Laiklik dinsizlik değil, dinsizlik laiklik hiç değildir.

“Bizim dinimiz, en mâkul ve en tabiî bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lâzımdır. Bizim dinimiz bunlara bütünüyle uygundur. Müslümanların toplumsal hayatında, hiç kimsenin özel bir sınıf halinde mevcudiyetini muhafazaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler, dinî emirlere uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin hükümlerini eşit olarak öğrenmeye mecburuz. Her fert dinini, din duygusunu, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır; orası da mekteptir.” 1923 İzmir (Atatürk’ün S.D.II, s. 90, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 94)

Sonuç;

Yobazlık ne denli kirli bir tezgâh ise dinden habersiz yaşamak da o denli büyük gaflettir. Türk ve Müslüman olmak bu ulusun kaderidir ve bu meziyetlerden birisi dışlanırsa kardeş ve birlik olunmaz. Fikirlere hoşgörü kanunlar ve Kur’an çerçevesinde olmalı, doğru ve güzele kardeşçe uzanılmalı, millet ve din kardeşliği esas olmalı, topluma saygı ve sağduyu egemen olmalı, kirli menfaat odaklarıyla el ele mücadele edilmeli, dini kesim dine, laik kesim uygarlıke uzanırken diğer kesimi düşman ilan etmemeli, aydınlanma ve kurtuluşun Siyonist oyunlarına gelinmeden manevi ve maddi değerlerle sağlanabileceği unutulmamalıdır.

Şöyle dersek laik yasa ve devlet düzeni et ve kemikten ibaret beden ise din ruhtur, maneviyattır. İkisi de var olmak zorundadır ve fakat bunlar doğru ve uygun olmalıdır.

Dini suistimal ne denli kötüyse, laik sosyal devleti suistimal de o denli kötüdür.

Bireyler aklı ve bilimi rehber edinmek, vicdanları Kur’an’a yaslamak mecburiyetindedir.

Laiklik dinsizlik, dinsizlik laiklik değildir.

Ve Atatürkçü geçinen, kendini Türk hisseden, Müslüman olduğunu iddia eden herkes Yasalarla tesis ve idame edilen devlete, Kur’an ile bildirilen dine saygılı olmaya mecburdur. İnançlar hür, fikirler hür ise herkes farklı düşüncelere tolerans göstermeli ancak varlığımıza düşman unsurlarla topyekun mücadele edilmelidir.

Herkes öncelikle kendine çeki düzen vermeli, ayıp, noksan ve kusurlarını görerek savunduğu tezlerin adamı olmalıdır. Yalan yanlış bilgilerle, nüsha uygarlık kırıntılarıyla, arap örflerinden kaynaklanan merdiven altı Kur’an’sız İslam’la vatanın selameti olanaklı değildir.

Ve tüm bunlar için çare Atatürk sevgisinde ve Kur’an’dadır, Türk ve Müslüman olmaya çalışmaktadır.
 
Üst
Alt