Atatürk’ün Milli Egemenlik üzerine sözleri
ATATÜRK DİYOR Kİ!
Millî Egemenlik (Millî Hakimiyet)
“Kayıtsız şartsız” tabiriyle belirtilen egemenliği, milletin üzerinde tutmak demek, bu egemenliğin bir zerresini, sıfatı, ismi ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir. Bununla kastettiğim mânayı kolaylıkla anlayabilirsiniz. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 80)
Süngü ile, silâhla, kanla elde ettiğimiz zaferden sonra, kültür, ilim, fen, ekonomi gibi alanlarda zafer kazanmak için çalışacağız. Milleti refah ve mutluluğa götürecek bu alanlarda güvenle, başarıyla yürüyebilmek ise, yalnız bir şarta bağlıdır. Bu şart bulunmazsa o alanlarda başarımız imkânsızdır. Bu şart şudur: Milletin, doğrudan doğruya kendi egemenliğine kendisinin sahip olmasıdır! 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.135)
Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması, ancak ve ancak, tam ve kesin anlamıyla millî egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır. Bundan ötürü hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası, millî egemenliktir. Toplumumuzda, devletimizde hürriyet sonsuzdur. Ancak, onun hududu, onu sonsuz yapan esasın korunmasıyla mevcut ve çevrilidir. Bir insan, belki kendi arzusuyla şahsî hürriyetini yok etmek ister; fakat bu teşebbüs koca bir milletin hayatına ve hürriyetine zarar verecekse, muazzam ve şerefle dolu bir millet hayatı bu yüzden sönecekse ve o milletin çocukları ve torunları bu yüzden yok olacaksa bu teşebbüsler hiçbir vakit meşru ve kabule değer olamaz. Ve hele böyle bir hareket hiçbir vakit hürriyet namına müsamaha ile telâkki edilemez. Hiç şüphe yok, devletimizin ebedî müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için, hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 298)
Millî emeller, millî irade, yalnız bir şahsın düşüncesinden değil, bütün millet fertlerinin arzularının, emellerinin birleşmesinden ibarettir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 95)
Egemenlik, kayıtsız ve şartsız milletindir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s.58)
Kuvvet birdir ve o, milletindir. 1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 389, Atatürk’ün K.A.N., S. 41)
Egemenlik, hiçbir mâna, hiçbir şekil ve hiçbir renkte ve belirtide ortaklık kabul etmez. 1922 (Nutuk II, s.700)
Millet önünde, onun bağımsızlığının temini önünde, onun liyakat, ilerleme ve yenileşmesi önünde her kuvvet, ancak milletin irade ve emeline uymak suretiyle yaşayabilir. Milletin irade ve emeline uymayanların talihi acıdır, yok olmaktır. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 299)
Millî egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler, her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar. 1929 (Atatürk’ün B.N., s. 82-83)
Bir millet, varlığı ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün fikrî ve maddî güçleriyle alâkadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî hayatımız, tarihimiz ve son devirde idare tarzımız, buna pek güzel delildir. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabul edilmiştir. Bugün, bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Millî egemenlik! 1920 (Nutuk III, s. 1185)
Dünyanın belli başlı milletlerini esaretten kurtarmak için egemenliklerine kavuşturan büyük fikir akımları, köhne müesseselere ümit bağlayanların, çürümüş idare usullerinde kurtuluş kuvveti arayanların amansız düşmanıdır. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 309)
Yalnız bildiğim ve bilinmesi lâzım gelen bir hakikat varsa, o da milletimiz, hiçbir kimsenin uygun görmesine lüzum görmeden, uygun görmeyenlere karşı isyan ederek, millî egemenliğimizi ele almış ve öylece kullanmakta bulunmuştur. 1921 (Neşet Halil, Büyük Meclis ve İnkılâp, Ankara 1933)
Millî egemenliğimiz için tehlike yoktur ve olamaz! Çünkü milletimiz asırların çok acı darbelerle, çok acı felâketlerle vermiş olduğu derslerden tamamiyle uyanmıştır. Bu uyanışı da fiilen ispat etmiştir. Artık bu milleti gaflete, bilgisizliğe götürmenin imkânı kalmamıştır. Milletimiz, en hakikî düsturunu bizzat eline almıştır. Bu düstura dayalı hükûmet şeklini, hükümet yapısını tespit etmiştir. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 26. 12. 1929)
Halk, millî egemenliği benimsemeli ve memlekette yegâne hâkim ve âmilin kendisinden ibaret olduğunu unutmamalıdır. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s.53)
Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısının ruhu, millî egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir. Bir milletin egemenliğini anlayabilmesi ve onu güvenle koruyabilmesi, birtakım hususi vasıflara ve üstün terbiyeye sahip olmasına bağlıdır. Bir milletin ki siyasî terbiyesinde, sosyal terbiyesinde, vatan sevgisinde noksan vardır, öyle bir millet, egemenliğini lüzumu derecede kuvvetle elinde tutamaz. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 299-300)
Hadiseler ve tarihî tecrübelerimiz bize, milleti koyun sürüsü halinde keyfin, arzu ve ihtirasların ve hiçbir suretle tatmin edilemeyen menfaatlerin elde edilişine sürüklemekle yok olmasına sebep duruma sokan idare tarzlarının, artık memleketimizde tatbik yeri kalmadığını göstermiştir. Millet, egemenliğini değil, egemenliğin bir zerresini dahi başkasına terk edip bırakmanın sebep olabileceği felâketin, yok olmanın, zararın elemini her an kalp ve vicdanında hissetmektedir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 57-58)
Egemenliğine doğrudan doğruya sahip olmanın kıymetini pek iyi anlayan ve pek iyi bilen millet, bu mukaddes egemenliğine karşı başgösterecek her tehlikeyi kahredecektir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 135)
Millî egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun! 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 76)
Kendilerine bir milletin talihi bırakılan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini, yalnız ve ancak yine milletin hakikî ve elde edilmesi mümkün menfaatleri yolunda kullanmakla görevli olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki, bir memleketi zapt ve işgal etmek, o memleketin sahiplerine hâkim olmak için kâfi değildir. Bir milletin ruhu zaptolunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hâkim olmanın imkânı yoktur. Oysa ki asırların getirdiği bir millî ruha, hiçbir kuvvet mukavemet edemez. Mahkûm olmak istemeyen bir milleti, esareti altında tutmaya gücü yetecek kadar kuvvetli müstebitler, artık dünya yüzünde kalmamıştır. 1924 (Atatürk’ün B.N., s. 81)
Nihayetsiz bir hürriyet düşünülemez. Hakların en büyüğü olan hayat hakkı bile mutlak değildir; intihara karar veren bir kimsenin cürmünün neticesi, hududu yalnız şahsına ait olduğu halde polis onu men ile görevlidir. Aynı kimsenin aynı hareketini biraz daha büyük ölçüde tasavvur eder ve düşündüğümüz cürmü bir şahıstan, bir aileye kadar uzatırsak müteşebbisin durumu, derhal zalim bir cani manzarası gösterir. Bu sebeple millî egemenlik düşmanlığı, müstesna bir saygı ve şeref mevkiine sahip bulunan bir milletin her şeyine, bir anda kastetmek cürmünden başka bir şey değildir. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 298)
Büyük Millet Meclisi, Türk milletinin asırlar süren arayışlarının özü ve onun bizzat kendisini idare etmek şuurunun canlı bir timsalidir. Türk milleti, mukadderatını Büyük Millet Meclisi’nin kifayetli ve vatanperver eline bıraktığı günden itibaren karanlıkları sıyırıp kaldırmış ve ümitleri boğan felâketlerden milletin gözlerini kamaştıran güneşler ve zaferler çıkarmıştır. 1927 (Atatürk’ün S.D.I, s.340-341)
Her şey, Ankara Millî Meclisi’nin elindedir. Bu Meclis’in gayesi, millî sınırlar içinde millî bağımsızlığı temindir. Türk milleti, bir müstakil mevcudiyet dairesinde hukukunun onaylanmasından başka bir şey istememektedir. 1921 (Atatürk’ün S.D.V, s.82)
Osmanlı Devleti, yazık ki ölmüştür; Babıâli Hükûmeti, yazık ki ölmüştür. Affedersiniz, hata ettim! Yazık ki demeyecektim, iftihara değer ki ölmüştür. Çünkü, onlar ölmeseydi milleti öldüreceklerdi. Sonra, devamlı olarak hakaret ve tecavüze maruz bırakılan meclis-i mebusanlar da ölmüştür. Onun yerini meclis-i mebusan değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi almıştır. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 88)
Efendiler! insanlar kuvvet kullanmaya ve özellikle başkalarının kuvvetini kullanmaya doğuştan mütemayil oldukça, bu kaideyi çok kıskanç olarak muhafaza etmekte direnmelisiniz. fiimdiye kadar bu milletin meclisinin devam edememesi, bu “Gerektiğinde Meclis’in feshi” kaydının bu yapraklarda, bu kitaplarda ve bu dünyada mevcudiyetinden doğmuştur. Bu yetkiyi istediğiniz heyete veriniz, mutlaka suiistimal eder. Padişahlar, işte bu noktaya dayanarak, milletimizin meclislerini hor göre göre kovmuşlardır. Bu sebeple böyle bir kayıt ve şartın, Anayasa’da hiçbir vakit de yeri olmayacaktır. 1921 (Devre: I, İçtima: 2, Toplantı: 120, T.B.M.M. Zabıt Cerideleri, 1958)
Cihan tarihinde bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osman Devleti tesis eden ve bunlarını hepsini hadiselerle tecrübe eyleyen Türk milleti, bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet tesis ederek, bütün felâketlerin karşısında, doğuştan taşıdığı kabiliyet ve kudretle yerini aldı. Millet,mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve millî saltanat ve egemenliğini bir şahısta değil, bütün fertleri tarafından seçilmiş vekillerden meydana gelen bir yüce mecliste temsil etti. İşte o Meclis, Yüce Meclisinizdir, Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir ve bu egemenlik makamının hükûmetine, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti derler. Bundan başka bir saltanat makamı, bundan başka bir hükûmet heyeti yoktur ve olamaz. 1922 (Nutuk III, s. 1250)
Bir kelime ile ifade etmek lâzım gelirse, diyebiliriz ki yeni Türkiye Devleti, bir halk devletidir, halkın devletidir. Mazi müesseseleri ise bir şahıs devleti idi, şahıslar devleti idi. Bir milletin yeryüzünden tamamen silinmesi için, bir milletin insanlık topluluğundan tamamen çözülüp dağıtılabilmesi için Nuh Tufanı kadar harikulâde felâketler ve hadiseler lâzımdır. Fakat şahıslar, kendiliğinden yok olmaya mahkûmdur. Bundan ötürü halk müessesesi ile şahıs müessesesi arasında yaşama ve son bulma oranları da bunun aynıdır. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 309)
Bugünkü mevcudiyetimizin asıl niteliği, milletin umumî eğilimlerini ispat etmiştir, o da halkçılıktır ve halk hükûmetidir. 1920 (Atatürk’ün S.D. I, s. 87)
Dahilî siyasetimizde özelliğimiz olan halkçılık, yani milleti bizzat kendi mukadderatına hâkim kılmak esası, Anayasamızla tespit edilmiştir. 1921 (Atatürk’ün S.D. I, s. 161)
Yeni Türkiye’nin, eski Türkiye ile hiçbir alakası yoktur. Osmanlı Hükûmeti tarihe geçmiştir.fiimdi yeni bir Türkiye doğmuştur. Gerçi millet değişmemiştir; aynı Türk unsuru bu milleti teşkil ediyor. Ancak, idare tarzı değişmiştir. 1922 (Atatürk’ün S.D. III, s. 51)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, bir halk hükûmetidir. Memleket menfaatlerine ait hususlarda millet fertleriyle hükûmet arasında vazife itibariyle iştirak vardır. 1921 (Atatürk’ün T.T.B., IV,s 421)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, millîdir; tamamiyle maddîdir; gerçekçidir. Kuruntuya dayanan ülküler arkasında, o ülkülere erişmek için değil, fakat ulaşmak hulyasıyla milleti kayalara çarparak, bataklıklara batırarak en nihayet kurban ederek mahvetmek gibi cinayetten kaçınan bir hükûmettir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bütün programlarının dayanağı şu iki esastır: Tam bağımsızlık, kayıtsız ve şartsız millî egemenlik. Birinci dayanağının ifadesi “Misak-ı Millî”dir. İkinci ve hayatî olan dayanağının ifadesi “Anayasa”dır. Millet, Misak-ı Millî’nin anlamını seçkin evlâtlarından teşkil ettiği kahraman ordularıyla eser olarak elde etmiştir. Anayasa’nın asıl ruhu ise, bu kanunun kitaplara geçmesinden evvel milletin kafasında ve vicdanında yoğunlaşmış olmasıyla ve ancak bunun ifadesi olmak üzere kurduğu Meclis’e verdiği temel vazife ile ve senelerden beri hükümlerini fiilen uygulamakta olmasıyla ve en nihayet kanun şeklinde bütün dünyaya göstermesiyle gerçekleşmiştir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 58)
Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve kat’î mânasiyle millî egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır. Bundan ötürü hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir. Toplumumuzda, devletimizde hürriyet sonsuzdur. Ancak onun hududu, onu sonsuz yapan esasın korunmasıyla mevcut ve çevrilidir.
Bir insan, belki kendi arzusiyle şahsî hürriyetini yok etmek ister, fakat bu teşebbüs koca bir milletin hayatına ve hürriyetine zarar verecekse, muazzam ve şerefle dolu bir millet hayatı, bu yüzden sönecekse ve o milletin çocukları ve torunları bu yüzden yok olacaksa bu teşebbüsler hiçbir vakit meşru ve kabule değer olamaz. Ve hele böyle bir hareket hiçbir vakit hürriyet namına müsamaha ile telâkki edilemez.
Hiç şüphe yok, devletimizin ebedi müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, S. 298)
Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 58)
Bir millet, varlığı ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün fikri ve maddî güçleriyle alâkadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî hayatımız, tarihimiz ve son devirde idare tarzımız, buna pek güzel delildir. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabul edilmiştir. Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Millî egemenlik… 1920 (Nutuk III, S. 1185)
Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdani ve mevcudiyetidir. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, S. 300)
Egemenliğine doğrudan doğruya sahip olmanın kıymetini pek iyi anlayan ve pek iyi bilen millet, bu mukaddes egemenliğine karşı başgösterecek her tehlikeyi kahredecektir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 135)
Yeni Türkiye Hükümetinin öz cevheri millî hâkimiyettir. Milletin kayıtsız ve şartsız hâkimiyetidir. (1923)
Gerek askerlik, gerekse siyaset hayatımın bütün devir ve safhalarını dolduran mücadelelerimde daima hareket düsturum millî iradeye dayanarak milletin, vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur. (1920)
“Kayıtsız şartsız” tabiriyle belirtilen egemenliği, milletin üzerinde tutmak demek, bu egemenliğin bir zerresini, sıfatı, ismi ne olursa olsun, hiçbir makama vermemek, verdirmemek demektir. Bununla kastettiğim mânayı kolaylıkla anlayabilirsiniz. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 80)
Süngü ile, silâhla, kanla elde ettiğimiz zaferden sonra, kültür, ilim, fen, ekonomi gibi alanlarda zafer kazanmak için çalışacağız. Milleti refah ve mutluluğa götürecek bu alanlarda güvenle, başarıyla yürüyebilmek ise, yalnız bir şarta bağlıdır. Bu şart bulunmazsa o alanlarda başarımız imkânsızdır. Bu şart şudur: Milletin, doğrudan doğruya kendi egemenliğine kendisinin sahip olmasıdır! 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.135)
Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması, ancak ve ancak, tam ve kesin anlamıyla millî egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır. Bundan ötürü hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası, millî egemenliktir. Toplumumuzda, devletimizde hürriyet sonsuzdur. Ancak, onun hududu, onu sonsuz yapan esasın korunmasıyla mevcut ve çevrilidir. Bir insan, belki kendi arzusuyla şahsî hürriyetini yok etmek ister; fakat bu teşebbüs koca bir milletin hayatına ve hürriyetine zarar verecekse, muazzam ve şerefle dolu bir millet hayatı bu yüzden sönecekse ve o milletin çocukları ve torunları bu yüzden yok olacaksa bu teşebbüsler hiçbir vakit meşru ve kabule değer olamaz. Ve hele böyle bir hareket hiçbir vakit hürriyet namına müsamaha ile telâkki edilemez. Hiç şüphe yok, devletimizin ebedî müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için, hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 298)
Egemenlik, kayıtsız ve şartsız milletindir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s.58)
Millet önünde, onun bağımsızlığının temini önünde, onun liyakat, ilerleme ve yenileşmesi önünde her kuvvet, ancak milletin irade ve emeline uymak suretiyle yaşayabilir. Milletin irade ve emeline uymayanların talihi acıdır, yok olmaktır. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 299)
Bir millet, varlığı ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün fikrî ve maddî güçleriyle alâkadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî hayatımız, tarihimiz ve son devirde idare tarzımız, buna pek güzel delildir. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabul edilmiştir. Bugün, bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Millî egemenlik! 1920 (Nutuk III, s. 1185)
Yalnız bildiğim ve bilinmesi lâzım gelen bir hakikat varsa, o da milletimiz, hiçbir kimsenin uygun görmesine lüzum görmeden, uygun görmeyenlere karşı isyan ederek, millî egemenliğimizi ele almış ve öylece kullanmakta bulunmuştur. 1921 (Neşet Halil, Büyük Meclis ve İnkılâp, Ankara 1933)
Millî egemenliğimiz için tehlike yoktur ve olamaz! Çünkü milletimiz asırların çok acı darbelerle, çok acı felâketlerle vermiş olduğu derslerden tamamiyle uyanmıştır. Bu uyanışı da fiilen ispat etmiştir. Artık bu milleti gaflete, bilgisizliğe götürmenin imkânı kalmamıştır. Milletimiz, en hakikî düsturunu bizzat eline almıştır. Bu düstura dayalı hükûmet şeklini, hükümet yapısını tespit etmiştir. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 26. 12. 1929)
Arkadaşlar! Türkiye Devleti’nde ve Türkiye Devleti’ni kuran Türkiye halkında tacidar yoktur, diktatör yoktur! Tacidar yoktur ve olmayacaktır; çünkü olamaz! Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır, o da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır, o da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 300)
Yeni Türkiye Devleti’nde saltanat, millettedir. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 26. 12. 1929)
Egemenlik mutlaka milletin elinde olmalıdır! Egemenliğine sahip olmayan bir insan veya bir toplum, hiçbir vakit iradesini kullanamaz. Egemenliğini herhangi birisine bırakan bir insan, kendi iradesinin kullanılacağından ve uygulanacağından emin olamaz. Şimdiye kadar milletimizin başına gelen bütün felâketler, kendi kader ve mükadderatını, başka birisinin eline terk etmesinden kaynaklanmıştır. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 7. 12. 1929)
Halk, millî egemenliği benimsemeli ve memlekette yegâne hâkim ve âmilin kendisinden ibaret olduğunu unutmamalıdır. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s.53)
Kurtuluş kuralımız olan Misak-ı Millî’yi tarih sayfasına yazan, milletin demir elidir. Elde edilecek neticeye de milletin kendisi gözcü olacaktır. Millet, yalnız kendi kolları ve kendi kanıyla değil, aynı zamanda kendi başı ve kendi dimağiyle kazandığı egemenlik ve bağımsızlık cevherini, son felâkete kadar büyük bir saflık ve dalgınlıkla kendisine rehber tanıdığı ve derin bir teslimiyetle hayatını koruyucu saydığı şahıs ve yönetim şekillerine artık emniyet edemez. Millet, bundan sonra, hayatına, bağımsızlığına ve bütün varlığına bizzat kendisi gözcü olacak ve vatanın her tarafında yine yalnız kendisi ve kendi iradesi egemen olacaktır. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 296-297)
Egemenliğine doğrudan doğruya sahip olmanın kıymetini pek iyi anlayan ve pek iyi bilen millet, bu mukaddes egemenliğine karşı başgösterecek her tehlikeyi kahredecektir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 135)
23 Nisan, Türkiye millî tarihinin başlangıcı ve yeni bir dönüm noktasıdır. Bütün bir düşmanlık cihanına karşı ayağa kalkan Türkiye halkının, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni meydana getirmek hususunda gösterdiği harikayı ifade eder. 1922 (Atatürk’ün S.D.V, s. 96)
Efendiler! Millet bizi buraya gönderdi. Fakat, ömrümüzün sonuna kadar biz burada ve bu milletin idaresini ve egemenliğini, miras kalmış mal gibi temsil etmek için toplanmış değiliz ve sizi toplamak ve dağıtmak kudretine hiç kimse sahip değildir. Millet bilmelidir ki, bir günde vekillerini toplar ve gönderir. Burayı, hiçbir kimsenin kayıt ve şarta bağlamaya hak ve salâhiyeti yoktur ve olmamalıdır. 1921 (Devre: I, İçtima: 2, Toplantı: 120, T.B.M.M. Zabıt Cerideleri, 1958)
Bugünkü mevcudiyetimizin asıl niteliği, milletin umumî eğilimlerini ispat etmiştir, o da halkçılıktır ve halk hükûmetidir. 1920 (Atatürk’ün S.D. I, s. 87)
Bugün, hakkıyla iftihar edebileceğimiz bütün başarıların sırrı, yeni Türkiye Devleti’nin kuruluşundadır. 1923 (Atatürk’ün S.B. I, s. 309)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, bir halk hükûmetidir. Memleket menfaatlerine ait hususlarda millet fertleriyle hükûmet arasında vazife itibariyle iştirak vardır. 1921 (Atatürk’ün T.T.B., IV,s 421)
Herkesin açık olarak bilmesi lâzımdır ki, bugünkü Türkiye halkı, asırlarca kendi iradesini ve kendi idaresini başkasının elinde görmeye tahammül eden halk değildir ve asıl bilinmesi lâzım gelen cihet de, bugünkü Türkiye halkının ve hükûmetinin tükenmez emeller peşinde koşup kendi evini unutan ve harap bırakan sergüzeştçi insanlardan olmadığıdır. Bu sebeple, tam bir kesinlikle söyleyebilirim ki hükûmetimiz zafer sevinciyle gerçek ve hayatî menfaatlerini unutacak kadar kendinden geçmemiştir. 1922 (Atatürk’ün S.D. II, s.41)
Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve kat’î mânasiyle millî egemenliğin kurulmuş bulunmasına bağlıdır. Bundan ötürü hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir. Toplumumuzda, devletimizde hürriyet sonsuzdur. Ancak onun hududu, onu sonsuz yapan esasın korunmasıyla mevcut ve çevrilidir.
Bir insan, belki kendi arzusiyle şahsî hürriyetini yok etmek ister, fakat bu teşebbüs koca bir milletin hayatına ve hürriyetine zarar verecekse, muazzam ve şerefle dolu bir millet hayatı, bu yüzden sönecekse ve o milletin çocukları ve torunları bu yüzden yok olacaksa bu teşebbüsler hiçbir vakit meşru ve kabule değer olamaz. Ve hele böyle bir hareket hiçbir vakit hürriyet namına müsamaha ile telâkki edilemez.
Hiç şüphe yok, devletimizin ebedi müddet yaşaması için, memleketimizin kuvvetlenmesi için, milletimizin refah ve mutluluğu için hayatımız, namusumuz, şerefimiz, geleceğimiz için ve bütün kutsal kavramlarımız ve nihayet her şeyimiz için mutlaka en kıskanç hislerimizle, bütün uyanıklığımızla ve bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi muhafaza ve müdafaa edeceğiz. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, S. 298)
Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 58)
Bir millet, varlığı ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün fikri ve maddî güçleriyle alâkadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine dayanarak varlığını ve bağımsızlığını temin etmezse şunun, bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Millî hayatımız, tarihimiz ve son devirde idare tarzımız, buna pek güzel delildir. Bu sebeple teşkilâtımızda millî güçlerin etken ve millî iradenin hâkim olması esası kabul edilmiştir. Bugün bütün cihanın milletleri yalnız bir egemenlik tanırlar: Millî egemenlik… 1920 (Nutuk III, S. 1185)
Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdani ve mevcudiyetidir. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, S. 300)
Egemenliğine doğrudan doğruya sahip olmanın kıymetini pek iyi anlayan ve pek iyi bilen millet, bu mukaddes egemenliğine karşı başgösterecek her tehlikeyi kahredecektir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 135)
Yeni Türkiye Hükümetinin öz cevheri millî hâkimiyettir. Milletin kayıtsız ve şartsız hâkimiyetidir. (1923)
Gerek askerlik, gerekse siyaset hayatımın bütün devir ve safhalarını dolduran mücadelelerimde daima hareket düsturum millî iradeye dayanarak milletin, vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur. (1920)
Millî mücadelenin maksat ve gayesi tam istiklâlini ve kayıtsız-şartsız egemenliğini sağlamak ve sürdürmektir. Millet, dış istiklâlini kazanmak için, lâzım gelen hattı hareketini misakı millî ile ifa etmiştir. Millî hakimiyetini elde edebilmek için, takibi lâzım gelen hareket hattını da Teşkilâtı Esasiye Kanunu ile tesbit etmiştir. (1923)
Millî irade kendi istikametinde bir nehir gibi coşup taşacaktır. Mücadeleyi her noktasından düşünerek uyanış ve coşkunluk hasıl olmuştur. Sadece dayanıklı olmak ve vazifede kusur etmemek temel şarttır. (1919)
Türk milleti, millî hissi; dinî hisle değil, fakat insanî hisle yanyana düşünmekten zevk alır. Vicdanında millî hissin yanında, insanî hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle övünür. Çünkü Türk milleti bilir ki, bugün medeniyetin yolunda bağımsız ve fakat kendileriyle paralel yürüdüğü umum medenî milletlerle karşılıklı insanî ve medenî münasebet, elbette gelişmemize devam için lâzımdır ve yine malûmdur ki; Türk milleti, her medenî millet gibi, mazinin bütün devirlerinde keşifleriyle, yeni buluşlariyle medeniyet âlemine hizmet etmiş insanların, milletlerin kıymetini takdir ve hâtıralarını hürmetle muhafaza eder. Türk milleti, insaniyet âleminin samimî bir alisedir. 1930 (Afet İnan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, S. 369-370)
Bir milletin ruhu zaptolunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça o millete hâkim olmanın imkânı yoktur. Halbuki asırların yarattığı millî bir ruha, kuvvetli ve daimi bir millî iradeye hiçbir kuvvet karşı koyamaz. (1.9.1924)
Milletimizin, güçlü, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesi için, devletin tamamen milli bir siyaset izlemesi ve bu siyasetin, iç kuruluşlarımıza tamamen uygun ve dayalı olması lâzımdır. Millî siyaset dediğim zaman, kastettiğim mâna ve anlam şudur: Millî sınırlarımız içinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanıp varlığımızı koruyarak millet ve memleketin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak; Genel olarak erişilemeyecek hayalî emeller peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamak… Medenî dünyadan, medenî ve insanî davranış ve karşılıklı dostluk beklemektir. 1920 (Nutuk II, S. 436)
Bizim milletimiz vatanı için, hürriyeti ve egemenliği için, hürriyeti ve egemenliği için fedakâr bir halktır; bunu ispat etti. Milletimiz yaptığı inkılâpların kıskanç müdafiidir de. Benliğinde bu faziletler yerleşmiş bir milleti yürümekte olduğu doğru yoldan hiçbir kimse, hiçbir kuvvet alıkoyamaz. 1924 (Atatürk’ün B.N., S. 84)
Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvelâ bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 143)
Toplu bir milleti istilâ etmek, darmadağınık bir milleti istilâ etmek gibi kolay değildir. 1919 (Atatürk’ün S.D.III, s.12)
Millî irade, kendi istikametinde bir nehir gibi coşup taşacaktır. Mücadeleyi her noktasından düşünerek kabul etmiş bulunuyoruz. Memlekette umduğumuz millî uyanış ve coşku hasıl olmuştur. Sadece dayanıklı olmak ve vazifede kusur etmemek temel şarttır. 1919 (Mazhar Müfit Kansu, E.Ö.K. (Atatürk’le Beraber, Cilt: 1, s. 87)
Misakı Millî ismi altında tanıyarak gerçekleşmesi uğrunda bütün milletin ömrünü tüketmeyi göze aldığı kurtuluş beratımızın kudret, kuvvet ve niteliği ne ise 1 Kasım kararının da kıymet ve ehemmiyeti odur. Misakı Millî vatanın dış düşman karşısındaki vaziyet ve yerini tesbit eden bir kural olduğu gibi, 1 Kasım 1922 kararı da asırlardan beri cahillik ve şaşkınlığın koruyucusu, düşkünlük ve uğursuzluğun babası bulunan ve milletimiz için dahilî ve daimî bir düşman olan, ferdî saltanata ve onun temsil ettiği uğursuz bir idare şekline yönelmiş bir mukaddes silâhtır. Asırlarca ve asırlarca müddet mert ve kahraman bir azme belirti sahası olmuş bir vatanı düşmana teslim etmek cüretini gösterenler, o cüreti ancak o idarenin ruhunda, şeklinde ve mahiyetinde bulmuşlardı. 1922 (Atatürk’ün S.D. I, S. 297)
Memleketin, fikrî ve ekonomik gelişmeye, yüksek ilerleme sahası olmasına çalışmak idealimizdir. Fakat bu gelişmenin, medenî ve millî sınır haricinde cereyan almasını ilkelerimize uygun bulamayız. 1929 (Ayın Tarihi, Sayı: 68, 1929, s. 5024)
Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milleti’nin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu musallat olmalarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de, Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek kendi eline açıkça almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan; millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmıyacak mıyız? Meselesi değildir. Mesele zaten olupbitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir. 1922 (Nutuk II, S. 691)
Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, ikbal nurusunuz. Yurdu asıl nura gark edecek sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim ve kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz. (1922, Bursa) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 45-46)
Türk milletinin tabiat ve âdetlerine en uygun olan idare Cumhuriyet idaresidir. 1924 (Atatürk’ün S.D. III, S. 74)
Kırk asırlık Türk yurdu, düşman elinde kalamaz! 1923 (İsmail Habib Sevük, Atatürk İçin, s. 27)
Fransız Büyükelçisi’ne bir sohbet esnasında söylemiştir:
Ben toprak büyütme dileklisi değilim; barış bozma alışkanlığım yoktur; ancak antlaşmaya dayanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu almasam, edemem. Büyük Meclis’in kürsüsünden milletime söz verdim: Hatay’ı alacağım! Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem onun huzuruna çıkamam, yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilemem; yenilirsem bir dakika yaşıyamam. Bunu bilerek ve sözümü mutlaka yerine getireceğimi düşünerek benim dostluğumu lütfen bildiriniz ve doğrulayınız, Ekselâns Ambasadör… 1937 (Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk T. ve D.K.H., s. 5-6)
Bir millet, bir memleket için kurtuluş, esenlik ve muvaffakiyet istiyorsak bunu yalnız bir şahıstan hiçbir vakit istememeliyiz. Umumî kurtuluşu, gene umumî gayret temin eder ve bir millet, bir toplum yalnız bir ferdin gayretiyle bir adım bile atamaz. (M. Turhan Tan, Ata Sözü, En Büyük Kaybımız, s. 93 – 94)
Millî egemenlik esasına dayanan temsilî bir hükûmette, kamuoyu büyük rol oynar. Basın ve toplantı hürriyetleri olmadan ve umuma ait işler hakkında geniş bir tenkit sahası bırakılmadan, kamuoyu vazifesini yapamaz. Millî egemenlik ve temsilî hükûmet fikrinin yayılması ve yükselmesi, ancak kamoyunun faaliyeti ile mümkündür. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 59; 477-478)
Mukadderatını, kendini zincire vuran kişilere terk eden milletler, o kişilerin keyif ve arzularına oyuncak olmaya karar vermiş, razı olmuş sayılırlar. Bu türlü milletler, talihlerini ellerine bıraktığı insanlar başarı kazandıkça o insanların daha kuvvetli baskısı altında kalırlar. Başarı kazanmazlarsa felâket, yok olma yalnız o insanlara değil, onlara tâbi olan topluma gelir. O halde her iki ihtimalde de böyle bir millet, felâkete maruz ve mahkûmdur. 1922 (Atatürk’ün S.D.II, s. 27)
“Cumhuriyet ulusal egemenlik temeline dayanan halk hükümetidir.” (ATATÜRK, Nutuk, AKDTYK., Atatürk Araştırma Merkezi, Yay. Haz. Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, Ankara, 2000, s.300)
Varlığını anlamış olan, hürriyet ile esaret farkını takdir eden, ölümü esarete tercih eden ve bunu her gün fiilen ispat etmekte olan bir milleti, mutlaka imha zalim arzusuna düşmek kadar dünyada vahşet düşünülebilir mi? 1922 (Atatürk’ün S.D.II, s. 36)
1923 senesinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarafından şahsına profesörlük mertebesi verilmesi hasebiyle adı geçen fakültenin Profesörler Kurulu Başkanlığı’na gönderdiği teşekkür telgrafından:
“Millî bağımsızlık, millî kültür ile eş olması nedeniyle bulunmakta olduğunuz öğretim kürsülerinde memleketin siz bilim adamları da hiç şüphesiz aynı çaba ve savaşın kahramanlarısınız. Bu nedenle değerli hizmetlerinizin daima artıcı ve verimli başarılarla devamını ve yükselmesini temenni eder ve bana verdiğiniz fahrî profesörlüğü içten övünç nedeni ve bir yüksek rütbe olarak kabul ettiğimi tekrar teşekkürlerimle beraber saygı ile bildiririm efendim.” 1923 (Atatürk’ün S.D.V, s.146-147)
27 Ocak 1937 tarihinde Cenevre’de yapılan Milletler Cemiyeti toplantısında, Hatay’ın bağımsızlığının kabul edilmesi üzerine Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği telgraftan:
Başarılmış olan millî davada izlenen medenî usule, uluslararası lâyık olduğu kıymetin verileceğine şüphe yoktur. Bu eser, Cumhuriyet Hükûmeti’nin millî meseleler üzerinde ne kadar şaşmaz bir dikkatle durduğunu ve onları en makul tarzlarda sonuçlandırmak için, cesaret ve feragatle hareket ve faaliyete geçebilecek enerji ve kabiliyette bulunduğunu gösteren yeni bir örnek olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’nin bu siyaset kavrayışının, dünyada barış ve huzur isteyen ve bunun tabiî gereği olan hakseverliği benimsemeyi fazilet bilen bütün dünya milletlerince takdirle karşılanacağına şüphem yoktur.Türkiye Cumhuriyeti, haklı olduğuna inandığı davasını, büyük ve âdil hakem kurulu olmasını daima arzu ettiği ve bu sıfat ve yetkisinin daha çok çetin meselelerin çözümlenmesinde en yüksek kudret ve kuvvete sahip olmasını temenni ettiği Milletler Cemiyeti’ne bırakmakla insanlık adına isabetli bir harekette bulunmuştur. Bu suretle medeniyet adına da yüksek bir vazife yapmış olmakla, sadece takdir ve tebrike değerdir. 1937 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 579-580)
Bir suare’de Fransız Büyükelçisi’ne söylemiştir :
– Benim davamdır bu, asla şakaya gelmeyeceğini bilmelisiniz! (Falih Rıfkı Atay, Atatürkçülük Nedir? s. 44)
Yarın sabah bir tümen asker yollasam, Hatay’ı alabilirim. Renani için harekete geçmeyen Fransızlar, bir Suriye sancağı için bizimle harbe girmezler; bunu da bilirim. Fakat, ya bu sefer şeref ve namus meselesi yaparlarsa? Milletler belli olur mu? Ben bir sancak için Türkiye’yi harp tehlikesine sokmam. 1937 (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, cilt: II, s. 466)
Bu, benim şahsî meselemdir. Durumu Büyükelçi’ye, daha başlangıçta açıkça ifade ettim. Dünyanın bu durumunda böyle bir meselenin, Türkiye ile Fransa arasında silâhlı bir anlaşmazlığa sürüklenmesi kesinlikle mümkün değildir. Fakat ben, bunu da hesaba kattım ve kararımı vermiş bulunuyorum. Şayet ufukta, bu yolda binde bir ihtimal belirirse, Türkiye Cumhurbaşkanlığı’ndan ve hattâ Büyük Millet Meclisi üyeliğinden çekileceğim ve bir fert olarak bana katılacak birkaç arkadaşla beraber Hatay’a gireceğim. Oradakilerle elele verip mücadeleye devam edeceğim. 1937 (Hazan Rıza Soyak, Cumhuriyet gazetesi, 10. XI. 1949)
Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız. 1923 (Atatürk’ün S.D. III, S. 71)
Saltanat devrinden Cumhuriyet devrine geçebilmek için, herkesin bildiği gibi, bir geçiş devresi yaşadık. Bu devirde, iki fikir ve görüş, birbiriyle mütemadiyen mücadele etti. O fikirlerden biri saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu fikrin taraftarları belli idi. Diğer fikir, saltanat idaresine son vererek cumhuriyet idaresi kurmaktı. Bu bizim fikrimizdi. Biz, fikrimizi açık söylemekte mahzur görüyorduk. Ancak görüşümüzün uygulanma kabiliyetini saklı tutup münasip zamanında tatbik edebilmek için, saltanat taraftarlarının fikirlerini tatbik sahasından uzaklaştırmak mecburiyetinde idik. Yeni kanunlar yapıldıkça, bilhassa Anayasa yapılırken, saltanat taraftarları padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin belirtilmesinde ısrar ederlerdi. Biz, bunun zamanı gelmediğini veya lüzum olmadığını bildirerek o ciheti söylemeden geçmekte fayda görüyorduk. Devlet idaresini, cumhuriyetten bahsetmeksizin, millî egemenlik esasları dairesinde, her an cumhuriyete doğru yürüyen biçimde şekillendirmeye çalışıyorduk. Büyük Millet Meclisi’nden daha büyük makam olmadığını aşılamada ısrar ederek, saltanat ve hilâfet makamları olmaksızın, devleti idare etmek mümkün olduğunu ispat etmek lüzumlu idi. Devlet Başkanlığı’ndan bahsetmeksizin, onun vazifesini fiilen Meclis Başkanı’na gördürüyorduk. Fiiliyatta, Meclis’in Başkanı, İkinci Başkan idi. Hükûmet vardı; fakat “Büyük Millet Meclisi Hükûmeti” unvanını taşırdı.Kabine sistemine geçmekten kaçınıyorduk; çünkü hemencecik saltanatçılar, padişahın yetkisini kullanma lüzumunu ortaya atacaklardı. İşte, geçiş devresinin bu mücadele safhalarında, bizim kabul ettirmek mecburiyetinde bulunduğumuz aracı şekli, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti sistemini, haklı olarak eksik bulan, meşrutiyet şeklinin açıkca ifadesini temine çalışan muhaliflerimiz, bize itiraz ediyorlar, diyorlardı ki, “Bu yapmak istediğiniz hükûmet şekli neye, hangi idareye benzer?” Maksat ve hedefimizi söyletmek için yöneltilen bu nevi suallere, biz de, zamanın gereğine göre cevaplar vererek saltanatçıları susturmak zaruretinde idik. 1927 (Nutuk II, s. 838-839)
Biz de, uygulanamayacak fikirleri, nazarî birtakım teferruatı yaldızlayarak, bir kitap yazabilirdik; öyle yapmadık. Milletin maddî ve manevî yenileşme ve gelişmesi yolunda yaptığımız işlerle, söz ve nazariyattan önce davranmayı tercih ettik. Bununla beraber, “Egemenlik milletindir”, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin haricinde hiçbir makam, millî mukadderata hâkim olamaz”, “Bütün kanunların düzenlenmesinde, her nevi teşkilâtta, idarenin bütün teferruatında, genel eğitimde, iktisadî işlerde, millî egemenlik esasları dahilinde hareket olunacaktır”, “Saltanatın kaldırılması hakkındaki karar değişmez kuraldır” gibi bilinmesi lâzım gelen mühim noktalar ve mahkemelerin düzeltileceği ve bütün kanunlarımızın hukuk biliminin ilerlemelerine göre yeni baştan düzenlenip tamamlanacağı, âşar usulünün değiştirileceği, millî bankaların sermayesinin artırılacağı, muhtaç olduğumuz demiryollarının yapımına, öğretim birliğine derhal girişileceği ve fiilî askerlik hizmet süresinin indirileceği, memleketin bayındır hale getirileceğine çalışılacağı vb. gibi önemli ve acele ihtiyaçlar prensiplerden hariç kalmamıştı. 1927 (Nutuk II, s. 719)
Bugün maziden kuvvetliyiz. Bugün maziye nispetle daha büyük bir kabiliyet ve yaşama kudretine malikiz. Bu üstünlüğü yapan nedir? Bunun gerçek sebepleri iki kuralın anlamında saklıdır. Bu kurallardan birisi Misak-ı Millî, ikincisi egemenliği kayıtsız şartsız milletin elinde tutan Anayasamızdır. Zorlayıcı hâdiselerin sevk ve tesiri altında toplanan yüksek Meclisiniz, bu devlet ve milletin şekil ve niteliğini en kesin bir tarzda tespit etmiş ve Anayasa ile onun kesin hükümlerini gerçekleştirip pekiştiren 1 Kasım 1922* kararını oybirliğiyle kabul ederek yeni Türkiye Devletinin esaslarını ortaya koymuştur. Misak-ı Millî ismi altında tanıyarak gerçekleşmesi uğrunda bütün milletin ömrünü tüketmeyi göze aldığı kurtuluş beratımızın kudret, kuvvet ve niteliği ne ise, 1 Kasım kararının da kıymet ve ehemmiyeti odur. Misak-ı Millî vatanın dış düşman karşısındaki vaziyet ve yerini tespit eden bir kural olduğu gibi, 1 Kasım 1922 kararı da, asırlardan beri cahillik ve şaşkınlığın koruyucusu, düşkünlük ve uğursuzluğun babası bulunan ve milletimiz için dahilî ve daimî bir düşman olan ferdî saltanata ve onun temsil ettiği uğursuz bir idare şekline yönelmiş bir mukaddes silâhtır. Asırlarca ve asırlarca müddet mert ve kahraman bir azme belirti sahası olmuş bir vatanı düşmana teslim etmek cüretini gösterenler, o cüreti ancak o idarenin ruhunda, şeklinde ve mahiyetinde bulmuşlardı. 1922 (Atatürk’ün S.D.I, s.296-297)
Bizim telâkkimize göre, siyasî kuvvet, millî irade ve egemenlik, milletin bütün halinde müşterek şahsiyetine aittir, birdir. Taksim edilemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, S. 418)
Gerçi asıl olan millettir. Toplumdur. Onun da umumî iradesi, Mecliste belirir; bu her yerde böyledir. Fakat, fertler de vardır. Meclis, memleket ve devlet işlerini fertlerle, şahıslarla yapmaktadır. Her devletin işlerini yöneten şahıs ve şahıslar meydandadır. Hakikati, mânasız görüşlerle inkâra yer yoktur. 1922 (Nutuk II, S. 659)
Bizim telâkkimize göre, siyasî kuvvet, millî irade ve egemenlik, milletin bütün halinde müşterek şahsiyetine aittir; birdir, taksim edilemez, ayrılamaz ve başkasına bırakılamaz. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 418)
Hükûmetin varlığının sebebi, memleketin asayişini, milletin huzur ve rahatını temin eylemektir. Bütün memlekette gerçek bir asayiş hâkim olmalıdır. Millet, büyük bir huzur ve emniyet içinde içi rahat bulunmalıdır. Memleketimizin herhangi bir köşesinde halkın emniyetini, devletin bütünlük ve asayişini bozmaya kalkışanlar, devletin bütün kuvvetlerini karşılarında bulmalıdırlar. 1923 (Atatürk’ün S.D.I, s. 307)
Demokrasi ilkesi, egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olamayacağını gerektirir. Bu suretle demokrasi ilkesi, siyasî kuvvetin, egemenliğin kaynağına ve meşruiyetine temas etmektedir. Demokrasinin tam ve en belirgin hükûmet şekli Cumhuriyettir. 1930 (Afetinan M.B.ve M.K. Atatürk’ün El Yazılar, s. 29; 397-398)
Bir milleti teşkil eden fertlerin o millet içinde, her nevi hürriyeti, yaşamak hürriyeti, çalışmak hürriyeti, fikir ve vicdan hürriyeti emniyet altında bulunmak lâzımdır. Keza, bir milletin tümünün her nevi hürriyeti, yani kendi topraklarında, haricin hiçbir müdahale ve sınırlaması olmaksızın hür ve bağımsız yaşaması ve çalışması lâzımdır. İşte, devlet, gerek fertlerin hürriyetini temin için millet üzerinde bir nüfuza ve gerek millet ve memleketin bağımsızlığını muhafaza edebilmek için kendine has bir nüfuz ve kuvvete sahip olmalıdır. Devleti teşkil eden milletin sinesinde nüfuz icra eden kuvvet, ferden hiç kimse tarafından verilmiş değildir. O, bir siyasî nüfuzdur ki, devlet kavramında kendiliğinden mevcuttur ve devlet, onu halk üzerinde tatbik etmek ve milleti haricen diğer milletlere karşı müdafaa eylemek salâhiyetine maliktir. Bu siyasî nüfuz ve kudrete “irade” veya “egemenlik” denir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 26-27; 386 – 389)
Millî egemenlik esası üzerinde idare edilen medenî devletlerde kabul edilmiş ve fiilen geçerli bulunan esas, milletin genel isteklerini en çok temsil eden ve bu isteklerin bağlı olduğu menfaat ve gerekleri, en yüksek kudretle ve salâhiyetle yapabilecek siyasî grubun, devlet işlerinin idaresini üzerine alması ve bu mesuliyeti en yüksek liderinin omuzuna bırakması ilkesinden ibarettir. Zaten bu şartları kazanamayan bir hükûmet vazife yapamaz. Hükûmetin, kuvvetli grup üyeleri arasından ve fakat birinci derecede olmayanlarından zayıf bir hükûmet yapmak ve onu partinin birinci liderlerinin emir ve öğütleriyle yürütmeye kalkışmak fikri, elbette doğru değildir. Bunun feci neticeleri bilhassa Osmanlı Devleti’nin son günlerinde görülmüştür. İttihat ve Terakki liderlerinin elinde oyuncak olan sadrazamlardan ve onların hükûmetlerinden millete gelen zararlar, sayılamayacak kadar çok değil midir? Mecliste, hâkim olan partinin, hükûmet kurmayı, muhalif ve azınlıkta bulunan bir partiye terk etmesi ise asla söz konusu olamaz. Kural ve usul olarak milletin ekseriyetini temsil eden ve kendi amacı belli olan parti, hükûmeti kurma mesuliyetini üzerine alır ve kendi amaç ve prensiplerini memlekette uygular. 1927 (Nutuk I, s. 221-222)
İnsaf ve merhamet dilenmekle millet işleri, devlet işleri görülemez; millet ve devlet şeref ve bağımsızlığı temin edilemez. İnsaf ve merhamet dilenmek gibi bir prensip yoktur. Türk milleti, Türkiye’nin gelecek çocukları, bunu, bir an hatırdan çıkarmamalıdırlar. 1927 (Nutuk I, S. 355)
Millî egemenlik esası üzerinde idare edilen medeni devletlerde, kabul edilmiş ve fiilen geçerli bulunan esas; milletin genel isteklerini en çok temsil eden ve bu isteklerin bağlı olduğu menfaat ve gerekleri, en yüksek kudretle ve selâhiyetle yapabilecek siyasî grubun, devlet işlerinin idaresini üzerine alması ve bu mesuliyeti en yüksek liderinin omuzuna bırakması prensibinden ibarettir. Zaten bu şartları kazanamayan bir hükûmet vazife yapamaz. Hükûmetin, kuvvetli grup üyeleri arasından ve fakat birinci derecede olmayanlarından zayıf bir hükûmet yapmak ve onu partinin birinci liderlerini emir ve öğütleriyle yürütmeye kalkışmak fikri, elbette doğru değildir. Bunun feci neticeleri bilhassa Osmanlı Devletinin son günlerinde görülmüştür. İttihat ve Terakki liderlerinin elinde oyuncak olan sadrazamlardan ve onların hükûmetlerinden, millete gelen zararlar sayılamayacak kadar çok değil midir? Mecliste, hâkim olan partinin, hükûmet kurmayı, muhalif ve azınlıkta bulunan bir partiye terk etmesi ise asla sözkonusu olamaz. Kaideten ve usulen milletin ekseriyetini temsil eden ve özel amacı belli olan parti, hükûmeti kurma mesuliyetini üzerine alır ve kendi amaç ve prensiplerini memlekette uygular. 1927 (Nutuk I, S. 221-222)
Atatürk’e ait el yazısı metin :
Benim için bir tek hedef vardır: Cumhuriyet hedefi! Bu hedefe vasıl olmak için, muayyen yolda yürüyen arkadaşların muvaffak olması için, başvurulan doğru yolda, namuskârane yolda çok çalışmak ve faal olmak lâzımdır. Arkadaşlar, benden iltimas beklenmemelidir. Hepiniz, benim nazarımda kıymetli, yüksek kardeşlersiniz. Ama, hepinize gösterdiğim hedef kutsî bir hedeftir. Oraya yöneliksiniz. Hanginiz daha güzel yollarla, muvaffakiyetlerle oraya vasıl olursanız onu takdir edeceğim, alkışlayacağım. Benden iltimas ve tarafgirlik beklemeyiniz arkadaşlar! Adam olanlar, insan olanlar, fikirleri olanlar, yüksek ideali olanlar kıymetlerini göstersinler! Benim, size kardeşçe söyleyeceğim şey budur. (Afetinan, Atatürk’ün B.N.M., s. 38)
Millî egemenlik kuralı, hilâfetsiz Türk Cumhuriyeti ile en mükemmel şekline ulaştırıldı. 1927 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 531)
Büyük, mühim bir inkılâp oldu. Bu inkılâp, milletin selâmeti namına, hak namına yapıldı. Milletimiz, demokratik bir hükûmet tesis etmek sayesinde düşman ordularını imha etti. 1924 (Atatürk’ün S.D. II, s. 165)
Bu kadar matemler ve felâketler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki, vatanı yeniden yapmak ve orada mesut ve hür yaşayabilmek için mutlaka egemenliğine sahip kalmak ve Cumhuriyet bayrağı altında bütün evlâtlarını toplu ve dikkatli bulundurmak lâzımdır. 1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 180)
Açık ve kesin söylemeliyim ki, İslâm topluluğunu bir halife heyulâsıyla hâlâ uğraştırmak ve aldatmak gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak İslâm topluluğunun ve bilhassa Türkiye’nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna hayalini bağlamak da, ancak ve ancak cahillik ve dalgınlık eseri olabilir. 1927 (Nutuk II, s. 851)
Verdiğimiz kararın uygulanmasını temin için henüz milletin alışık olmadığı meselelere temas etmek lâzım geliyordu. Umumca söz konusu olmasında büyük mahzurlar tasavvur olunan hususların konuşulmasında kesin zaruret bulunuyordu. Osmanlı hükûmetine, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine isyan etmek ve bütün milleti ve orduyu isyan ettirmek lâzım geliyordu. Türk ata yurduna ve Türk’ün bağımsızlığına tecavüz edenler kimler olursa olsun, onlara bütün milletçe silâhlı olarak mukabele ve onlarla mücadele etmek gerekiyordu. Bu mühim kararın bütün gerek ve zaruretlerini ilk gününde göstermek ve ifade etmek, elbette doğru olmazdı. Tatbikatı birtakım safhalara ayırmak ve vakalar ve hâdiselerden istifade ederek milletin hislerini ve düşüncelerini hazırlamak ve adım adım yürüyerek hedefe ulaşmaya çalışmak lâzım geliyordu. Nitekim öyle olmuştur. Ancak dokuz sene içinde yaptıklarımız bir mantık dizisi ile düşünülürse, ilk günden bugüne kadar takip ettiğimiz umumî istikametin, ilk kararın çizdiği hattan ve yöneldiği hedeften asla sapmamış olduğu kendiliğinden görünür. 1927 (Nutuk I, s. 14-15)
Temeli büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlâtlarından mürekkep büyük ordumuzun vicdanında akıl ve şuurunda kurulmuş olan Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan mülhem prensiplerimizin bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceği fikrinde bulunanlar, çok zayıf dimağlı bedbahtlardır. Bu gibi bedbahtların, Cumhuriyetin adalet ve kudret pençesinde lâyık oldukları muameleye maruz kalmaktan başka nasipleri olmaz. Benim naçiz vücudum birgün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşıyacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan prensiplerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeğe devam edecektir. 1926 (Atatürk’ün S.D. III, S. 80)
Bugünkü hükûmetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilâtı ve hükûmettir ki, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükûmet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükûmettir. Artık hükûmet ve hükûmet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır. 1925 (Atatürk’ün S.D. II, S. 230)
Millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden, gelişmelerinden yararlanalım, ama unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız. (1923, Konya) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 145)
Milli eğitimin ne demek olduğunu bilmekte artık bir karışıklık ve yanlış anlama olmamalıdır. Bir de milli eğitim esas olduktan sonra onun dilini, usulünü, vasıtalarını da ulusal yapmak zorunluluğunu tartışmak gereksizdir. Milli eğitim ile geliştirilmek ve yükseltilmek istenen genç beyinleri bir taraftan da paslandırıcı, uyuşturucu, hayali fazlalıklarla doldurmaktan dikkatle kaçınmak lazımdır. (1924, Samsun) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 202-206)
Milliyetin çok açık niteliklerinden biri dil’dir. Türk Milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk düşüncesine bağlı olduğunu iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz. (Önder Mehmet, Atatürk’ün Yurt Gezileri, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, Ankara, 1998, s.8)
Muhterem Gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır. Kazanmak, yenilmek. Size, Türk Gençliği’ne terk edip bıraktığımız vicdani emanet, yalnız ve daima kazanmaktır ve eminim daima kazanacaksınız. Milleti yükseltmek için yapılacak şeylerde, atılacak adımlarda kesinlikle tereddüt etmeyin. Milleti yükseltmek için dikilecek engellere hep birlikte engel olacağız. Bunun için beyinlerinize, irfanlarınıza, bilgilerinize, gerekirse bileklerinize, pazularınıza, bacaklarınıza başvuracak, fakat sonuçta mutlaka ve mutlaka o amaca varacağız… Bu millet, sizin gibi evlatlarıyla layık olduğu olgunluk derecesini bulacaktır. (1923,Tarsus) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 137)
Türkiye’nin eğitim ve öğretim tutumunu her katında, tam bir açıklıkla hiçbir teretdüde yer vermeden saptamak ve uygulamak gerekir; bu tutum, her anlamıyla ulusal bir nitelikte olacaktır. (1924, Ankara) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. I, Ankara, 1997, s. 347)
Tam bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız vazifenin temel ruhudur. Bu vazife, bütün millete ve tarihe karşı yüklenilmiştir. Bu vazifeyi yüklenirken, tatbik kabiliyeti hakkında şüphe yok ki çok düşündük. Fakat netice olarak edindiğimiz görüş ve iman, bunda, muvaffak olabileceğimize dairdir. Biz, böyle işe başlamış adamlarız. Bizden evvelkilerin işledikleri hatalar yüzünden, milletimiz sözde mevcut zannolunan bağımsızlığında kayıtlı bulunuyordu. Şimdiye kadar Türkiye’yi, medeniyet dünyasında kusurlu gösteren neler düşünülebilirse, hep bu hatadan ve bu hataya uymadan doğmaktadır. Bu hataya uyma neticesi; mutlaka, memleket ve milletin bütün haysiyetinden ve bütün yaşama kabiliyetinden soyunma ve uzaklaşmasını gerektirebilir. Biz; yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. Bir hataya uyma yüzünden bu özelliklerden mahrum kalmaya tahammül edemeyiz. Bilgin, cahil, istisnasız bütün millet fertleri, belki içinde bulundukları güçlükleri tamamen anlamaksızın, bugün yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve fakat sonuna kadar kanını akıtmaya karar vermiştir. O nokta; tam bağımsızlığımızın temini ve devam ettirilmesidir. Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. Biz, bunu temin etmeden barış ve sükûna erişeceğimiz inancında değiliz. 1921 (Nutuk II, S. 623-624)
Bağımsızlık ve hürriyetlerini her ne bahasına ve her ne karşılığında olursa olsun zedeleme ve kayıtlamaya asla müsamaha etmemek; bağımsızlık ve hürriyetlerini bütün mânasiyle koruyabilmek ve bunun için gerekirse, son ferdinin, son damla kanını akıtarak, insanlık tarihini şanlı örnek ile süslemek; işte bağımsızlık ve hürriyetin hakiki mahiyetini, geniş mânasını, yüksek kıymetini, vicdanında kavramış milletler için temel ve ölmez prensip… Ancak bu prensip uğrunda her türlü fedakârlığı, her an yapmaya hazır milletlerdir ki, devamlı olarak insanlığın hürmet ve saygısına lâyık bir topluluk olarak düşünülebilirler. 1928 (Atatürk’ün S.D. II, S. 249)
Bağımsızlığı için ölümü göze alan millet, insanlık haysiyet ve şerefinin icabı olan bütün fedakârlığı yapmakla teselli bulur ve elbette esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete nazaran dost ve düşman nazarındaki mevkii farklı olur. 1927 (Nutuk I, S. 13-14)
Esas Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla temin olunabilir. Ne kadar zengin ve refaha kavuşturulmuş olursa olsun bağımsızlıktan mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık olamaz. Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden mahrumiyeti, beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağı dereceye düşmemiş olanların isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki Türk’ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Bundan ötürü, ya bağımsızlık, ya ölüm!… 1919 (Nutuk I, S. 13)
Arzumuz dışarıda bağımsızlık, içeride kayıtsız ve şartsız millî egemenliği korumadan ibarettir. Millî egemenliğimizin hattâ bir zerresini bozmak niyetinde bulunanların kafalarını parçalayacağınızdan eminim. 1923 (Atatürk’ün S. D. II, S. 71-72)
Türk Milleti yüzyıllardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklâli yaşamak için şart saymış bir kavmin kahraman evlâtlarından ibarettir. Bu millet istiklâlsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır. (21 Haziran 1922)
Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evlâdı kalmalıyım. Bu sebeple millî bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettiği takdirde, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet gereği olan dostluk, siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin de bu arzusundan sarfınazar edinceye kadar amansız düşmanıyım. (23.4.1921)
Biz Türkler bütün tarihimiz boyunca hürriyet ve bağımsızlığa sembol olmuş bir milletiz. (Nutuk)
Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye liyakat kazanamaz. (Nutuk)
Türk basını milletin gerçek sesinin ve isteminin belirdiği Cumhuriyet etrafında çelikten bir kale meydana getirecektir. Bir fikir kalesi, anlayış kalesi. Basından bunu beklemek, Cumhuriyetin hakkıdır. Bugün milletin içtenlikle birleşmiş ve dayanışmış bulunması zorunludur. Kamunun esenliği ve mutluluğu bundadır. Mücadele bitmemiştir. Bu gerçeği milletin kulağına, milletin vicdanına gereği gibi ulaştırmada basının görevi çok ve önemlidir. (Şubat 1924, S.D. II)
Gazetelerden korkmamak icap eder. Gazetelere gelince: Onlar, mevcut kanunlar dairesinde hürdür. Kanunun haricine çıkarlarsa kanunî sorumluluğa maruz kalırlar. Basın da, kanun dairesinde hürriyetinin saklı olduğuna emin olunca şu veya bu zatın veya memurun bir gazeteyi mahkemeye vermesinden korkmamalı. İlmî ve toplumsal tenkitler için kimsenin bir şey demeye hakkı yoktur. Şahsî tenkitler de haklı noktalara yöneltilmiş olmalı. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 4. 12. 1929)
Özel maksatla yayın yapan bazı gazetelerin, halkın ekseriyeti üzerinde yaptığı tesir, her memlekette olduğu gibi o gazetelerin lehinde değildir. 1924 (Atatürk’ün S.D.III, s. 78)
Aşağı insanların para ile yaptırdıkları basın mücadeleleri vardır. En adî yalanları yaymada basının kullanıldığı görülmüştür. Basın ve fikir hürriyetinin maruz kaldığı başka tehlikeler de vardır. Basının ve hatta fikir cemiyetlerinin, millî hükûmetin tesirinden kurtularak, siyasî ve iktisadî gizli maksatlara âlet olmasından korkulur. Basının para ile satın alınabilmesi, milletlerarası yüksek para âleminin basın üzerinde gizli tesiri veyahut sadece ecnebi devletlerin örtülü ödeneklerinin tesiri, işte bunların kamuoyunu aldatma ve yanıltmasından gerçekten korkulur. Fakat, hürriyetten çıkacak bu fenalıklar, asla çaresiz değildir. Evvelâ, basın hürriyetine yasal bir sınır çizilir. İkinci olarak, gazeteler, hususî bir teşkilât yaparak, bununla kendi üzerlerinde ahlâkî bir tesir icra ederler. İlk zamanlarda bir kazanç işinden başka bir şey olmayan gazetecilik, toplumsal bir kurum haline gelebilir. Bundan başka, halkın fikrî ve siyasî eğitimi de bir teminattır. Halk, birçok gazeteleri okumaya ve onları birbirleriyle kontrol etmeye ve gazetecilik yalanlarına inanmamaya alışırlar. Bütün bunların üstünde, her şeyin açık olması sayesinde, iyi niyetin gelişeceğini ve hayatî meseleler üzerinde iyi niyet sahibi insanların daima ekseriyeti teşkil edeceklerini kabul etmek uygun olur. Çünkü, her zaman dünyanın yarısını ve bir zaman dünyanın hepsini aldatmak mümkündür. Fakat, bütün dünyayı her zaman aldatmak mümkün değildir. Tecrübe göstermiştir ki, her şeyi söylemekten insanları menetmek, asla mümkün değildir. Fakat, millî terbiye ve büyük manevî kuvvetlere karşı hükûmetin münasip hareket tarzı sayesinde, isyankâr fikirlerin yayılmasına müsaade etmeyecek toplumsal bir ortam yaratmak mümkündür. Fakat herhalde, her şeyin söylenmesine müsaade etmek ve bunun karşısında söyleyenlerin fiile geçmesini bekleyerek tedbir almakla yetinmek de mânasızdır. Bütün halkın fiile geçtiği gün, onları durduracak kuvvet yoktur. Tıbbî bir hıfzıssıhha olduğu gibi, toplumsal bir hıfzıssıhha da vardır. Her ikisi aynı ilkeye dayanır. Maddî mikropları yok etmek mümkün olmadığı gibi manevî mikropları da yok etmek mümkün değildir. Fakat, şahsın vücudunda maddî bir sağlamlık yaratmak mümkün olduğu gibi, toplumsal bünyede de manevî bir sağlamlık yaratmak ve bu suretle bir karşı koyma zemini hazırlamak mümkündür. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 61-62; 488-492)
Bilerek veya bilmeyerek yabancı kaynakların ilhamına kapılanlar vardır. Bunlar fikirleriyle, sözleriyle toplumsal bütünlüğümüzü zaafa düşürebilecek faaliyette bulunuyorlar. Vatandaşlar, bu gibileri tanımalı ve onların sözlerindeki gerçek mânayı bulmaya çalışmalıdırlar. 1925 (Atatürk’ün S.D.V., s. 211)
KISALTMALAR
Anafartalar M.A.T: Anafartalar Muharebatına ait Tarihçe; Mustafa Kemal.
Atatürk Hakkında H.B.: Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler; Afetinan.
Atatürk’ten B.H.: Atatürk’ten Bilinmiyen Hatıralar; Nakleden: Eski Bir Atatürkçü (Münir Hayri Egeli).
Atatürk T. ve D.K.H.: Atatürk, Tarih ve Dil Kurumları (Hatıralar); Ruşen Eşref Ünaydın.
Atatürk’ün B.A.: Atatürk’ün Bana Anlattıkları; Falih Rıfkı Atay.
Atatürk’ün B.N.: Atatürk’ün Başlıca Nutukları; Derleyen: Herbert Melzig.
Atatürk’ün B.N.M.: Atatürk’ün Büyük Nutuk’unun Müsveddeleri Üzerinde Arkadaşlarının Eleştirilerini Dinlemesi ve Gençliğe Seslenişi; Afetinan.
Atatürk’ün M.A.D.: Atatürk’ün Maarife Ait Direktifleri.
Atatürk’ün S.D.: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri.
Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ.S.: Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri (1925); Mustafa Selim İmece.
Atatürk’ün T.T.B.: Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri.
A.Ü.R.İ.N.: Atatürk’ün Üniversite Reformu İle İlgili Notları; Utkan Kocatürk.
B.N.A.G.H.: Büyük “Nutuk”ta Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi; Afetinan.
E.Ö.K. Atatürk’le Beraber: Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber; Mazhar Müfit Kansu.
Gazinin N.A.V.: Gazinin Nutuklarından Alınmış Vecizeler; Muhit Mecmuası, No: 32, 1931.
G.C.Z.: Gizli Celse Zabıtları.
G.D.D. Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım; Asım Us.
M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları: Medenî Bilgiler ve M.Kemal Atatürk’ün El Yazıları; Afetinan.
M.E.İ.S.D.: Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve M. Eğ. Bakanlarının Millî Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri.
M.K. Mütareke Defteri: Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri; Falih Rıfkı Atay.
M.K. ve C.L.: Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü; Melda Özverim.
Z. ve K. Hasbıhal: Zâbit ve Kumandan ile Hasbıhal; Mustafa Kemal.
-Alinti-