[KRSAG=https://img.mevsim.org/images/2020/09/15/1280px-Jewish_east_mediterranea.svg.png]Rodos kan iftirası[/KRSAG]
Rodos kan iftirası, 1840'ta Yahudilere atılmış bir kan iftirasıdır. O dönemde Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı olan Rodos'taki Yunan Ortodokslar, 1840 yılının Şubat ayında kaybolan bir Hristiyan erkek çocuğunu bir ayin esnasında kurban ettikleri gerekçesiyle Yahudileri suçladı.
Başlangıçta kan iftirası, aralarında Birleşik Krallık, Fransa, Avusturya İmparatorluğu, İsveç ve Yunanistan olan bazı Avrupa ülkelerinin konsoloslukları tarafından desteklendi. Bunlardan bazıları ise sonradan Yahudi cemaatini desteklemeye başladı. Rodos'un Osmanlı valisi, uzun yıllar süren kan iftiralarını kabul etmeme geleneğini bozup dini cinayet suçlamalarını destekledi. Hükûmet birkaç Yahudiyi tutukladı ve bunlardan bazılarına işkence yapıp suçlamaları zorla kabul ettirdi. Yahudi mahallesi on iki gün boyunca ablukaya alındı.
Rodos Yahudi cemaati, İstanbul Yahudi cemaatinden yardım edilmesini talep etti ve İstanbul Yahudi cemaati bu talebi Avrupa hükûmetlerine iletti. Birleşik Krallık ve Avusturya Yahudileri, hükûmetlerinden destek aldı. Bu ülkeler İstanbul'a elçiler yollayıp, kan iftirasını açık bir şekilde kınadı. Bu suçlamaların asılsız olduğuna dair görüş birliğine varıldı. Rodos valisi, fanatik Hristiyanları kontrol altına alamayınca durumu merkezi hükûmete havale etti ve konuyla ilgili resmi soruşturma başlatıldı. Soruşturmalar sonucunda, Temmuz 1840'ta Yahudilerin suçsuz olduğuna karar verildi. Aynı yılın kasım ayında Osmanlı sultanı bir ferman yayınlayıp kan iftiralarının geçersiz olduğunu bildirdi.
Ön bilgi
Yahudi cemaati
Rodos'ta Yahudilerin varlığına dair kayıtlar Helenistik döneme kadar uzanır. MÖ 142'deki bir Roma fetvasında Roma senatosuyla Yahudi ulusu arasındaki dostluk ilişkileri yinelenmiştir. Belgeler, 7. yüzyılda Arapların adayı fethi zamanında Rodos'ta Yahudilerin yaşadığını belirtmektedir. 12. yüzyıl seyyahı Tudelalı Benjamin, Rodos'ta 400 kadar Yahudi ile karşılaştığından bahseder.
1481 ve 1482'de gerçekleşen depremlerde adadaki Yahudi mahallesi yıkıldı ve şehirde sadece 22 ailelik bir Yahudi nüfusu kaldı. 1498 ile 1500 yılları arasında patlak veren veba salgınının ardından, bu dönemde adaya hükmeden Malta Şövalyeleri vaftiz olmayan Yahudileri adadan kovdu. Yaklaşık yirmi yıl içinde 2000-3000 Yahudi kale yapımında kullanılmak üzere esir olarak bölgeye getirildi. 1522'de bu Yahudiler ve onların torunları, Rodos'un fethinde Osmanlı İmparatorluğu'na yardım etti.
Osmanlı hakimiyetinde Rodos, önemli bir Sefarad merkezine dönüştü ve birçok ünlü hahama ev sahipliği yaptı. 19. yüzyılda varlıklı Yahudiler; giysi, ipek, kükürt ve reçine ticareti yapmaktaydı. Yahudilerin geri kalanları ise esnaf, zanaatkar, sokak satıcısı ve balıkçıydı. Cemaat yedi kişilik bir konsey tarafından yönetilmekteydi. Kaynaklar, 19. yüzyıldaki Yahudi nüfusunun 2000-4000 arasında olduğunu belirtmektedir.
Osmanlı topraklarında Yahudilere karşı kan iftiraları
[KRSAG=https://img.mevsim.org/images/2020/09/15/800px-EmperorSuleiman.jpg]Kanuni Sultan Süleyman[/KRSAG]
Yahudilere karşı yapılan ilk kan iftirası 1144'te, Norwichli William olayı ile başladı. Yahudilerin, Hristiyan çocuklarının kanından Pesah bayramı için matsa yapma hikâyesi Ortaçağda Hristiyanlık antisemitizminin temelini oluşturdu ve bu dönemde Yahudilere karşı yaklaşık 150 kan iftirası atıldı. Yasal prosedürlerde kanıt standartlarının kuvvetlenmesi sebebiyle bu davaların sayısı zamanla azaldı ve 1772'den sonra Avrupa'da az sayıda kan iftirası davası gerçekleşti. Buna rağmen dini cinayet suçlamaları 19. yüzyıla kadar devam etti.
Orta Doğu'da yerel Hristiyan cemaatlerinde kan iftirası bilinçlerine kazınmıştı. Bizans İmparatorluğu'nda kan iftiraları suçlamaları olağandı. Osmanlılar Bizans topraklarını fethettikten sonra genelde Yahudilere karşı kan iftirasında bulunanlar Yunan cemaatleriydi. Bu suçlamalar genelde ekonomik ve sosyal gerginlik zamanlarında seyrek olarak görülmekte ve genelde Osmanlı yetkililerince kınanmaktaydı. Osmanlı hakimiyetinde ilk kan iftirası II. Mehmet döneminde gerçekleşti. 16. yüzyılda I. Süleyman bir ferman yayınlayıp Yahudilere karşı yapılan kan iftiralarının geçersiz olduğunu bildirdi.
Osmanlı İmparatorluğu'nda Hristiyanlığın artan etkisiyle Yahudilerin durumu düşüşe geçti. Sultan, 1839'da, Tanzimat Fermanı'yla liberal reformlar yürürlüğe soktu. Bu dönemde Hristiyanların statüsü gelişti ve Yahudileri koruyabilecek yetkililerin güçleri azaldı. 1840'tan önce kan iftiraları, 1810'da Halep'te ve 1826'da Antakya'da gerçekleşmişti.
Rodos'ta olaylar gerçekleşirken, aynı anda Kavalalı Mehmet Ali Paşa hakimiyetindeki Şam'da ise Şam vakasının temelleri atılmaktaydı. 5 Şubat'ta Kapuçin Rahip Thomas ve keşişi İbrahim Amara'nın kayıplara karışması üzerine, kanlarından Pesah bayramı için matsa yapma gerekçesiyle Yahudiler tarafından öldürüldüğü iddia edildi. Bu suçlamayı destekleyenler arasında yerel Hristiyan cemaati, vali ve Paris destekli Fransız konsolosu bulunmaktaydı. Suçlanan Yahudilere işkence yapıldı ve bunlardan bazılarına zorla suçları itiraf ettirildi. Suçlayanların ifadeleri inkar edilemez delil olarak sayıldı. Bu dava uluslararası platforma yayıldı ve Avrupa Yahudi diasporası olayları protesto etti.
Suçlama
Kaybolma
17 Şubat 1840 günü, yürüyüşe çıkan Rum Ortodoks bir çocuğun eve dönmemesinin ertesi günü çocuğun annesi, oğlunun kayıp olduğunu Osmanlı otoritelerine bildirdi. Adanın valisi Yusuf Paşa arama emri verdiyse de birkaç gün süren çabalar sonuç vermedi. Avrupa konsolosları durumun çözülmesi için valiye baskı yaptı. Öte yandan Rodos'un Rum Ortodoks nüfusu, çocuğun Yahudiler tarafından dini cinayete kurban gittiğine inanmaktaydı. Bir görgü tanığı olay hakkında "Kati surette inanışa göre, adı geçen çocuk Yahudiler tarafından kurban edilme lanetiyle karşılaşmıştır. Adanın bir ucundan diğer ucuna halk huzursuzdur." şeklinde görüş belirtmişti. Yerel Hristiyan cemaatlerinin Osmanlı yetkililerini ikna etmesi üzerine Yahudi mahallesi aranmaya başlandı ve bu aramalar da sonuç vermedi.
Tutuklama, sorgu ve işkence
Birkaç gün sonra, iki Yunan kadın çocuğun Rodos şehrine dört Yahudiyle birlikte gittiğini gördüklerini bildirdi. Kadınlar, bu Yahudilerden birinin Eliakim Stamboli olduğunu belirtince bu kişi tutuklandı, sorgulandı ve 500 kamçılık falakaya yatırıldı. 23 Şubat'ta Stamboli, aralarında vali, kadı, Yunan başpiskopos ve Avrupa konsoloslarının bulunduğu ileri gelenler önünde tekrar sorgulanıp işkenceye maruz kaldı. Rodos Yahudilerinin dediğine göre Stamboli "zincire vurulmuş, üzerinde kırbaş izleri mevcut, burnundan kızgın bir zincir geçirilmiş, yanan kemikler başına uygulanmış ve göğsüne ağır bir kaya konmuştu; o kadar acı içindeydi ki ölmesine ramak kalmıştı." İşkence sonucunda dini cinayet suçu itiraf ettirilince bu durum yarım düzine Yahudinin tutuklanmasına ve işkence görmesine sebebiyet verdi; hahambaşı, Yahudilikte dini cinayet olup olmadığı konusunda ağır bir şekilde sorgulandı.
Abluka
Yunan ruhban sınıfı ve Avrupa konsoloslarının kışkırtmasıyla Vali Yusuf Paşa, Yahudi mahallesini Purim arifesinde ablukaya aldı ve adanın hahambaşısı Jacob Israel'i tutukladı. Mahalle sakinleri yemek ve temiz su tedarik edemedi. Yahudiler, gizlice ölü bir bedenin mahalleye sokulup huzursuzluk çıkarma çabasını engelledi. Müslüman yetkililer, Yahudilere karşı yapılan suçlamalara sıcak bakmamaktaydı. Ablukadan sorumlu Müslüman görevli, tutuklulara gizlice ekmek tedarik ederken yakalandı; İngiliz konsolosunun ısrarları üzerine falakaya yatırıldı ve görevinden ihraç edildi. Kadı açık bir şekilde Yahudilere yakınlık gösterdi. Şubat sonunda tekrar bir duruşma başlattı ve delillerin yetersiz olduğuna kanaat getirdi. Öte yandan adanın valisi, bocalamasına rağmen, ablukayı kaldırmayı reddetti. Mart başında İstanbul'dan ne yapılması gerektiğinin bildirilmesini istedi. On iki gün süren ablukanın ardından yüksek maliye görevlisinin araştırma yapmak için adaya gelmesiyle abluka kaldırıldı. Bu noktada Yahudiler davanın sona erdiğini düşünüp Tanrı'ya şükretti.
Şam vakasının etkisi
Yahudiler üzerindeki rahatlama, Mart başında gelen Şam vakası duyumları sonucunda sekteye uğradı. Şam Yahudilerinin Rahip Thomas'ı öldürdüğünü itiraf etmesi haberi Hristiyan cemaatinde Yahudilerin dini cinayet uyguladıkları inancını körükledi. İngiliz konsolosunun dediğine göre "Yunanlar yüksek sesle adaletin yerini bulmadığını ve haham ile liderlerin tutuklanması gerektiğini belirtti... Halkı sakinleştirmek için... onların tutuklanmasına karar verildi." Aralarında hahambaşı ve David Mizrahi'nin bulunduğu sekiz Yahudi tutuklandı; bu kişilere işkence yapılıp Avrupa konsolosları önünde çengellerle asıldı. Mizrahi altı saat sonra şuurunu yitirdi, haham ise iki gün boyunca kanama geçirene kadar asılı kaldı. Yine de suçlarını itiraf etmediler ve birkaç gün sonra serbest bırakıldılar. Diğer altı Yahudi ise nisan başına kadar hapiste kaldılar.
Elçiliklerin araya girmesi
Rodos'un Avrupa konsolos yardımcıları, dini cinayet konusunda fikir birliği içindeydi. Soruşturmada anahtar rol oynadılar ve bu kişiler içinde İngiliz konsolosu J. G. Wilkinson ve İsveçli E. Masse yer almaktaydı. Soruşturma sırasında Wilkinson hahambaşına, kadının davayı düşürmesiyle ilgili şunu sordu: "Şam'da olanlardan sonra ve Talmud'a göre Pesah ekmeğinde Hristiyan kanı kullanıldığı ıspatlandıktan sonra Molla'nın yargısının ne önemi var?" İşkencelerin çoğuna konsoloslar da katıldı. İşkence gören Avusturyalı haham Avusturya konsolos yardımcısı Anton Giuliani'ye başvurdu ve Giuliani şu cevabı verdi:"Ne hahamı? Neden şikayet ediyorsun? Hala hayattasın."
Bazı Rodos Yahudi sakinleri, konsolosları, Elias Kalimati'ye karşı komplo teorisi uygulamakla suçladı. Rodos Yahudisi olan Kalimati, Londralı Yahudi iş adamı Joel Davis adına sünger ihracatı yapıyordu ve bu karlı işteki rakipleri Avrupa konsoloslarıydı. Fakat Kalimati soruşturmaya tabi tutulanlardan biri değildi. Diğer Yahudi kaynaklara göre konsolosların amacı Yahudilerin dinlerini değiştirmeye çalışmaktı.
Avrupa diplomasisinin araya girmesi
Ablukanın ilk günlerinde Yahudi mahallesinden bir mektup başarıyla İstanbul'daki Yahudi liderlere gönderilebildi. Osmanlının başkentindeki Yahudi cemaati bu mektubu, Şam'dan istenen yardım talebiyle birlikte 27 Mart'ta Rothschild ailesine gönderdi. Bu belgelere, cemaat kendi mektubunu iliştirip Sultan'ı etkilemek için yeterli güçleri olmadığını belirtti.
Avusturya'da Rothschildlerin çabaları çabuk sonuç verdi. Viyana'daki Rothschild aile bankasının başı Salomon Mayer von Rothschild, Avusturya İmpratorluğu'nu finanse etmede kilit rol oynamaktaydı ve Avusturya Şansölyesi Klemens von Metternich ile yakın ilişkileri vardı. 10 Nisan'da Metternich, Şam ve Rodos olaylarıyla ilgili yapılması gerekenleri İstanbul'daki konsolosu Bartolomäus von Stürmer'e ve İskenderiye'deki konsolosu Anton von Laurin'e gönderdi. Bu bildiride Metternich şöyle yazdı: "Bazı kana aç Pesah festivali için Hristiyanların öldürüldüğü suçlamaları, bayramın doğası gereği absürttür..." Rodos olayıyla ilgili şansölyenin von Stürmer'e verdiği talimatta "Türk rejimine göz kırpın, böylece Rodos'un paşasına talimat versinler ve [bizim] viskonsülü, bu gibi durumlarda duyarlı davranması için bilgilendirin" denmekteydi. Von Stürmer ise "burada Yahudi nüfusuna karşı zulüm yapılmamaktadır, en azından yetkililer tarafından" cevabını verdi.
Birleşik Krallıkta Yahudi cemaatinin, Şam ve Rodos'taki olaylar için harekete geçmesi daha uzun bir zaman aldı. İngiliz Yahudileri Temsilci Komisyonu, 21 Nisan'da bir araya gelip kan iftirası konusunu tartıştılar. İngiliz, Avusturya ve Fransız hükûmet lerinden araya girilmesi ve zulümlerin durdurulması istendi. Ayinsel cinayet suçlarının kınanması 35 İngiliz gazetesinde reklam olarak yayımlandı; önemli gazetelerde bu reklam iki kere yer aldı. 30 Nisan'da Komisyon tarafından seçilen bir delege Dışişleri Bakanı Lord Palmerston ile buluştu; Lord, kan iftirasını bir "karalama" olarak yorumlayıp "İngiliz hükümetinin etkisinin bu gaddarlığın durdurulması için genişlemesi gerektiğini" savundu. 5 Mayıs'ta İngilizlerin İstanbul elçisi Lord Ponsonby'ye verdiği talimatta, Osmanlı hükûmet ine "resmi ve yazıyla" bir talepte bulunup "özellikle Hristiyanlar ve Avrupa konsolosları tarafından başlatılan gaddarlığa karşı... derhal ve kati olarak sorgulama başlatılmasını..." buyurdu.
İstanbul'daki Avrupa diplomatlar cemiyeti, suçlamalar sonucunda Yahudiler karşı yapılan zulmün durdurulması konusunda fikir birliği içindeydi. Bu görüş Lord Ponsonby'nin yanı sıra, Yahudilern masum olduğuna inanmayan von Stürmer, Rodos ve Şam'daki kan iftiralarını destekleyen Fransız konsoloslarının arkasında duran Fransız elçi Edouard Pontois ve Prusya elçisi Hans von Königsmark tarafından da kabul edildi. Bunun akabinde, İstanbul'daki en güçlü diplomat olan Lord Ponsonby, muhalefetle karşılaşmadan Rodos'taki Yahudiler adına araya girdi.
Soruşturma ve mahkeme
Osmanlı hükümetinin araya girmesi
Yusuf Paşa'nın talebine cevap olarak Osmanlı hükûmet i Nisan sonunda Rodos'a temsilciler gönderdi. Hükûmet resmi soruşturma komisyonu kurup Yunanların ve Yahudilerin delilleri sunmasını istedi. Mayıs ortasında hükûmet ten hapisteki altı Yahudinin serbest bırakılması kararı çıktı. 21 Mayıs'ta bu Yahudiler şura önüne çıkarılıp Yahudi cemaati ihtiyarları garantörlüğünde birer birer törenle serbest bırakıldı.
Mayıs sonlarında, merkezi hükûmet in bu kararı Hristiyanların Yahudilere karşı şiddet dalgası doğurmasına sebep oldu. Yahudiler, Yunanlar ve İngilizoğulları tarafından saldırıya ve dayağa maruz kaldılar, Yahudileri dövenler arasında Yunan konsoloslar da mevcuttu. Yahudiler valiye bu durumdan şikayetçi olduklarını bildirince 400 ila 500 kamçılık falakayla cezalandırıldılar. Kadı kendini, konsoloslukların talepleri altında hareket eden validen soyutladı. Vali, beş yüz Yahudiyi hapise attı.
Beraat
Rodoslu Yunan ve Yahudilerden beşer delege 10 Mayıs'ta İstanbul'a vardı. Başkentte kadı, Fransız kosonolosu ve Avusturya viskonsülü ile bir araya geldiler. 26 Mayıs'ta soruşturma mahkemesi Rıfat Bey önderliğinde ilk duruşmasına başladı. Kadı, "tüm olayların bir nefret ürünü olduğu ve İngiliz ile Avusturya konsolosları tarafından başlatıldığını" dile getirdi. Konsoloslar Yahudilerin suçlu olduğunda ısrar edip Rodos'taki meslektaşlarının sunduğı tanık konuşmalarını delil diye sundu.
Dava iki ay daha sürdü ve İngiliz elçi, Rodos valisinin işkencelerine ışık tutulması için ısrar etti. 21 Temmuz'da mahkeme karar verdi. "Davacının Rodos'un Yunan nüfusu ve davalının Yahudi nüfusu" olduğu duruşmanın ilk bölümünde beraat kararı çıktı. Davanın ikinci kısmında ise, Yusuf Paşa yetkisi olmamasına rağmen Yahudi nüfusuna karşı hareket etmek ve Tanzimat Fermanı'na aykırı gelmek suçundan görevinden alındı. Karardan memnun olan İngiltere elçisi, Bab-ı Ali'nin hareketlerinin adil ve insani olduğunu dile getirdi.
Sultanın fermanı
Temmuz 1840'ta, Adolphe Crémieux ve Sir Moses Montefiore önderliğinde bir delege, Şam Yahudilerini kurtarmak için Mısır'a yol aldı. Crémieux ve Montefiore, Kavalalı'dan soruşturmanın ya İskenderiye'ye transfer edilmesini ya da davanın Avrupalı hakimler tarafından ele alınmasını talep ettiyse de bu teklif reddedildi. Asıl amacı tutsak Şam Yahudilerini kurtarmak olan delege, resmi bir kan iftirası kınaması yapılmadan tutukluların özgür bırakılmasını kabul etti.
Kavalalı Mehmet Ali görevini tamamlayan Montefiore, İstanbul üzerinden Avrupa'ya geri yol aldı. 15 Ekim 1840'ta Lord Ponsonby ile buluşan Montefiore, Sultan Süleyman'ın yaptığı gibi o günün sultanının da bir ferman yayınlayıp kan iftiralarının geçersiz olduğunu bildirmesi gerektiğini belirtti. Bu fikri benimseyen İngiliz elçi, Koca Mustafa Reşit Paşa ile Montefiore arasında bir hafta içinde bir toplantı ayarladı. Montefiore, fermanın taslağını hazırlayıp Fransızca tercümesini Reşit Paşa'ya sundu ve Paşa olumlu yanıt verdi.
Montefiore, Sultan ile 28 Ekim akşamı bir araya geldi. Montefiore, günlüğünde saraya giderken "sokakların kalabalık ve Yahudi evlerinin ışıklandırılmış" olduğunu yazdı. Montefiore, yüksek sesle yaptığı açıklamada, Rodos davasıyla ilgili verilen karar için Sultan'a resmi bir teşekkür sundu. Cevap olarak Sultan, misafirlerinin arzularının yerine getirileceğinin garatisini verdi. Ferman, 7 Kasım'da Montefiore'ye ulaştırıldı ve bir kopyası da hahambaşına sunuldu. Rodos davasının sonucundan alıntı yapılan fermanda, Yahudi inançları ve "dini kitapları" incelendiğinde görüldüğü üzere "onlara yapılan suçlamalar... tamamiyle karalamadır. Yahudi milleti, yetkimiz altındaki birçok millet gibi aynı ayrıcalıklardan faydalana. Yahudi milleti koruna ve savunula" denmektedir.
Rodos kan iftirası, 1840'ta Yahudilere atılmış bir kan iftirasıdır. O dönemde Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı olan Rodos'taki Yunan Ortodokslar, 1840 yılının Şubat ayında kaybolan bir Hristiyan erkek çocuğunu bir ayin esnasında kurban ettikleri gerekçesiyle Yahudileri suçladı.
Başlangıçta kan iftirası, aralarında Birleşik Krallık, Fransa, Avusturya İmparatorluğu, İsveç ve Yunanistan olan bazı Avrupa ülkelerinin konsoloslukları tarafından desteklendi. Bunlardan bazıları ise sonradan Yahudi cemaatini desteklemeye başladı. Rodos'un Osmanlı valisi, uzun yıllar süren kan iftiralarını kabul etmeme geleneğini bozup dini cinayet suçlamalarını destekledi. Hükûmet birkaç Yahudiyi tutukladı ve bunlardan bazılarına işkence yapıp suçlamaları zorla kabul ettirdi. Yahudi mahallesi on iki gün boyunca ablukaya alındı.
Rodos Yahudi cemaati, İstanbul Yahudi cemaatinden yardım edilmesini talep etti ve İstanbul Yahudi cemaati bu talebi Avrupa hükûmetlerine iletti. Birleşik Krallık ve Avusturya Yahudileri, hükûmetlerinden destek aldı. Bu ülkeler İstanbul'a elçiler yollayıp, kan iftirasını açık bir şekilde kınadı. Bu suçlamaların asılsız olduğuna dair görüş birliğine varıldı. Rodos valisi, fanatik Hristiyanları kontrol altına alamayınca durumu merkezi hükûmete havale etti ve konuyla ilgili resmi soruşturma başlatıldı. Soruşturmalar sonucunda, Temmuz 1840'ta Yahudilerin suçsuz olduğuna karar verildi. Aynı yılın kasım ayında Osmanlı sultanı bir ferman yayınlayıp kan iftiralarının geçersiz olduğunu bildirdi.
Ön bilgi
Yahudi cemaati
Rodos'ta Yahudilerin varlığına dair kayıtlar Helenistik döneme kadar uzanır. MÖ 142'deki bir Roma fetvasında Roma senatosuyla Yahudi ulusu arasındaki dostluk ilişkileri yinelenmiştir. Belgeler, 7. yüzyılda Arapların adayı fethi zamanında Rodos'ta Yahudilerin yaşadığını belirtmektedir. 12. yüzyıl seyyahı Tudelalı Benjamin, Rodos'ta 400 kadar Yahudi ile karşılaştığından bahseder.
1481 ve 1482'de gerçekleşen depremlerde adadaki Yahudi mahallesi yıkıldı ve şehirde sadece 22 ailelik bir Yahudi nüfusu kaldı. 1498 ile 1500 yılları arasında patlak veren veba salgınının ardından, bu dönemde adaya hükmeden Malta Şövalyeleri vaftiz olmayan Yahudileri adadan kovdu. Yaklaşık yirmi yıl içinde 2000-3000 Yahudi kale yapımında kullanılmak üzere esir olarak bölgeye getirildi. 1522'de bu Yahudiler ve onların torunları, Rodos'un fethinde Osmanlı İmparatorluğu'na yardım etti.
Osmanlı hakimiyetinde Rodos, önemli bir Sefarad merkezine dönüştü ve birçok ünlü hahama ev sahipliği yaptı. 19. yüzyılda varlıklı Yahudiler; giysi, ipek, kükürt ve reçine ticareti yapmaktaydı. Yahudilerin geri kalanları ise esnaf, zanaatkar, sokak satıcısı ve balıkçıydı. Cemaat yedi kişilik bir konsey tarafından yönetilmekteydi. Kaynaklar, 19. yüzyıldaki Yahudi nüfusunun 2000-4000 arasında olduğunu belirtmektedir.
Osmanlı topraklarında Yahudilere karşı kan iftiraları
[KRSAG=https://img.mevsim.org/images/2020/09/15/800px-EmperorSuleiman.jpg]Kanuni Sultan Süleyman[/KRSAG]
Yahudilere karşı yapılan ilk kan iftirası 1144'te, Norwichli William olayı ile başladı. Yahudilerin, Hristiyan çocuklarının kanından Pesah bayramı için matsa yapma hikâyesi Ortaçağda Hristiyanlık antisemitizminin temelini oluşturdu ve bu dönemde Yahudilere karşı yaklaşık 150 kan iftirası atıldı. Yasal prosedürlerde kanıt standartlarının kuvvetlenmesi sebebiyle bu davaların sayısı zamanla azaldı ve 1772'den sonra Avrupa'da az sayıda kan iftirası davası gerçekleşti. Buna rağmen dini cinayet suçlamaları 19. yüzyıla kadar devam etti.
Orta Doğu'da yerel Hristiyan cemaatlerinde kan iftirası bilinçlerine kazınmıştı. Bizans İmparatorluğu'nda kan iftiraları suçlamaları olağandı. Osmanlılar Bizans topraklarını fethettikten sonra genelde Yahudilere karşı kan iftirasında bulunanlar Yunan cemaatleriydi. Bu suçlamalar genelde ekonomik ve sosyal gerginlik zamanlarında seyrek olarak görülmekte ve genelde Osmanlı yetkililerince kınanmaktaydı. Osmanlı hakimiyetinde ilk kan iftirası II. Mehmet döneminde gerçekleşti. 16. yüzyılda I. Süleyman bir ferman yayınlayıp Yahudilere karşı yapılan kan iftiralarının geçersiz olduğunu bildirdi.
Osmanlı İmparatorluğu'nda Hristiyanlığın artan etkisiyle Yahudilerin durumu düşüşe geçti. Sultan, 1839'da, Tanzimat Fermanı'yla liberal reformlar yürürlüğe soktu. Bu dönemde Hristiyanların statüsü gelişti ve Yahudileri koruyabilecek yetkililerin güçleri azaldı. 1840'tan önce kan iftiraları, 1810'da Halep'te ve 1826'da Antakya'da gerçekleşmişti.
Rodos'ta olaylar gerçekleşirken, aynı anda Kavalalı Mehmet Ali Paşa hakimiyetindeki Şam'da ise Şam vakasının temelleri atılmaktaydı. 5 Şubat'ta Kapuçin Rahip Thomas ve keşişi İbrahim Amara'nın kayıplara karışması üzerine, kanlarından Pesah bayramı için matsa yapma gerekçesiyle Yahudiler tarafından öldürüldüğü iddia edildi. Bu suçlamayı destekleyenler arasında yerel Hristiyan cemaati, vali ve Paris destekli Fransız konsolosu bulunmaktaydı. Suçlanan Yahudilere işkence yapıldı ve bunlardan bazılarına zorla suçları itiraf ettirildi. Suçlayanların ifadeleri inkar edilemez delil olarak sayıldı. Bu dava uluslararası platforma yayıldı ve Avrupa Yahudi diasporası olayları protesto etti.
Suçlama
Kaybolma
17 Şubat 1840 günü, yürüyüşe çıkan Rum Ortodoks bir çocuğun eve dönmemesinin ertesi günü çocuğun annesi, oğlunun kayıp olduğunu Osmanlı otoritelerine bildirdi. Adanın valisi Yusuf Paşa arama emri verdiyse de birkaç gün süren çabalar sonuç vermedi. Avrupa konsolosları durumun çözülmesi için valiye baskı yaptı. Öte yandan Rodos'un Rum Ortodoks nüfusu, çocuğun Yahudiler tarafından dini cinayete kurban gittiğine inanmaktaydı. Bir görgü tanığı olay hakkında "Kati surette inanışa göre, adı geçen çocuk Yahudiler tarafından kurban edilme lanetiyle karşılaşmıştır. Adanın bir ucundan diğer ucuna halk huzursuzdur." şeklinde görüş belirtmişti. Yerel Hristiyan cemaatlerinin Osmanlı yetkililerini ikna etmesi üzerine Yahudi mahallesi aranmaya başlandı ve bu aramalar da sonuç vermedi.
Tutuklama, sorgu ve işkence
Birkaç gün sonra, iki Yunan kadın çocuğun Rodos şehrine dört Yahudiyle birlikte gittiğini gördüklerini bildirdi. Kadınlar, bu Yahudilerden birinin Eliakim Stamboli olduğunu belirtince bu kişi tutuklandı, sorgulandı ve 500 kamçılık falakaya yatırıldı. 23 Şubat'ta Stamboli, aralarında vali, kadı, Yunan başpiskopos ve Avrupa konsoloslarının bulunduğu ileri gelenler önünde tekrar sorgulanıp işkenceye maruz kaldı. Rodos Yahudilerinin dediğine göre Stamboli "zincire vurulmuş, üzerinde kırbaş izleri mevcut, burnundan kızgın bir zincir geçirilmiş, yanan kemikler başına uygulanmış ve göğsüne ağır bir kaya konmuştu; o kadar acı içindeydi ki ölmesine ramak kalmıştı." İşkence sonucunda dini cinayet suçu itiraf ettirilince bu durum yarım düzine Yahudinin tutuklanmasına ve işkence görmesine sebebiyet verdi; hahambaşı, Yahudilikte dini cinayet olup olmadığı konusunda ağır bir şekilde sorgulandı.
Abluka
Yunan ruhban sınıfı ve Avrupa konsoloslarının kışkırtmasıyla Vali Yusuf Paşa, Yahudi mahallesini Purim arifesinde ablukaya aldı ve adanın hahambaşısı Jacob Israel'i tutukladı. Mahalle sakinleri yemek ve temiz su tedarik edemedi. Yahudiler, gizlice ölü bir bedenin mahalleye sokulup huzursuzluk çıkarma çabasını engelledi. Müslüman yetkililer, Yahudilere karşı yapılan suçlamalara sıcak bakmamaktaydı. Ablukadan sorumlu Müslüman görevli, tutuklulara gizlice ekmek tedarik ederken yakalandı; İngiliz konsolosunun ısrarları üzerine falakaya yatırıldı ve görevinden ihraç edildi. Kadı açık bir şekilde Yahudilere yakınlık gösterdi. Şubat sonunda tekrar bir duruşma başlattı ve delillerin yetersiz olduğuna kanaat getirdi. Öte yandan adanın valisi, bocalamasına rağmen, ablukayı kaldırmayı reddetti. Mart başında İstanbul'dan ne yapılması gerektiğinin bildirilmesini istedi. On iki gün süren ablukanın ardından yüksek maliye görevlisinin araştırma yapmak için adaya gelmesiyle abluka kaldırıldı. Bu noktada Yahudiler davanın sona erdiğini düşünüp Tanrı'ya şükretti.
Şam vakasının etkisi
Yahudiler üzerindeki rahatlama, Mart başında gelen Şam vakası duyumları sonucunda sekteye uğradı. Şam Yahudilerinin Rahip Thomas'ı öldürdüğünü itiraf etmesi haberi Hristiyan cemaatinde Yahudilerin dini cinayet uyguladıkları inancını körükledi. İngiliz konsolosunun dediğine göre "Yunanlar yüksek sesle adaletin yerini bulmadığını ve haham ile liderlerin tutuklanması gerektiğini belirtti... Halkı sakinleştirmek için... onların tutuklanmasına karar verildi." Aralarında hahambaşı ve David Mizrahi'nin bulunduğu sekiz Yahudi tutuklandı; bu kişilere işkence yapılıp Avrupa konsolosları önünde çengellerle asıldı. Mizrahi altı saat sonra şuurunu yitirdi, haham ise iki gün boyunca kanama geçirene kadar asılı kaldı. Yine de suçlarını itiraf etmediler ve birkaç gün sonra serbest bırakıldılar. Diğer altı Yahudi ise nisan başına kadar hapiste kaldılar.
Elçiliklerin araya girmesi
Rodos'un Avrupa konsolos yardımcıları, dini cinayet konusunda fikir birliği içindeydi. Soruşturmada anahtar rol oynadılar ve bu kişiler içinde İngiliz konsolosu J. G. Wilkinson ve İsveçli E. Masse yer almaktaydı. Soruşturma sırasında Wilkinson hahambaşına, kadının davayı düşürmesiyle ilgili şunu sordu: "Şam'da olanlardan sonra ve Talmud'a göre Pesah ekmeğinde Hristiyan kanı kullanıldığı ıspatlandıktan sonra Molla'nın yargısının ne önemi var?" İşkencelerin çoğuna konsoloslar da katıldı. İşkence gören Avusturyalı haham Avusturya konsolos yardımcısı Anton Giuliani'ye başvurdu ve Giuliani şu cevabı verdi:"Ne hahamı? Neden şikayet ediyorsun? Hala hayattasın."
Bazı Rodos Yahudi sakinleri, konsolosları, Elias Kalimati'ye karşı komplo teorisi uygulamakla suçladı. Rodos Yahudisi olan Kalimati, Londralı Yahudi iş adamı Joel Davis adına sünger ihracatı yapıyordu ve bu karlı işteki rakipleri Avrupa konsoloslarıydı. Fakat Kalimati soruşturmaya tabi tutulanlardan biri değildi. Diğer Yahudi kaynaklara göre konsolosların amacı Yahudilerin dinlerini değiştirmeye çalışmaktı.
Avrupa diplomasisinin araya girmesi
Ablukanın ilk günlerinde Yahudi mahallesinden bir mektup başarıyla İstanbul'daki Yahudi liderlere gönderilebildi. Osmanlının başkentindeki Yahudi cemaati bu mektubu, Şam'dan istenen yardım talebiyle birlikte 27 Mart'ta Rothschild ailesine gönderdi. Bu belgelere, cemaat kendi mektubunu iliştirip Sultan'ı etkilemek için yeterli güçleri olmadığını belirtti.
Avusturya'da Rothschildlerin çabaları çabuk sonuç verdi. Viyana'daki Rothschild aile bankasının başı Salomon Mayer von Rothschild, Avusturya İmpratorluğu'nu finanse etmede kilit rol oynamaktaydı ve Avusturya Şansölyesi Klemens von Metternich ile yakın ilişkileri vardı. 10 Nisan'da Metternich, Şam ve Rodos olaylarıyla ilgili yapılması gerekenleri İstanbul'daki konsolosu Bartolomäus von Stürmer'e ve İskenderiye'deki konsolosu Anton von Laurin'e gönderdi. Bu bildiride Metternich şöyle yazdı: "Bazı kana aç Pesah festivali için Hristiyanların öldürüldüğü suçlamaları, bayramın doğası gereği absürttür..." Rodos olayıyla ilgili şansölyenin von Stürmer'e verdiği talimatta "Türk rejimine göz kırpın, böylece Rodos'un paşasına talimat versinler ve [bizim] viskonsülü, bu gibi durumlarda duyarlı davranması için bilgilendirin" denmekteydi. Von Stürmer ise "burada Yahudi nüfusuna karşı zulüm yapılmamaktadır, en azından yetkililer tarafından" cevabını verdi.
Birleşik Krallıkta Yahudi cemaatinin, Şam ve Rodos'taki olaylar için harekete geçmesi daha uzun bir zaman aldı. İngiliz Yahudileri Temsilci Komisyonu, 21 Nisan'da bir araya gelip kan iftirası konusunu tartıştılar. İngiliz, Avusturya ve Fransız hükûmet lerinden araya girilmesi ve zulümlerin durdurulması istendi. Ayinsel cinayet suçlarının kınanması 35 İngiliz gazetesinde reklam olarak yayımlandı; önemli gazetelerde bu reklam iki kere yer aldı. 30 Nisan'da Komisyon tarafından seçilen bir delege Dışişleri Bakanı Lord Palmerston ile buluştu; Lord, kan iftirasını bir "karalama" olarak yorumlayıp "İngiliz hükümetinin etkisinin bu gaddarlığın durdurulması için genişlemesi gerektiğini" savundu. 5 Mayıs'ta İngilizlerin İstanbul elçisi Lord Ponsonby'ye verdiği talimatta, Osmanlı hükûmet ine "resmi ve yazıyla" bir talepte bulunup "özellikle Hristiyanlar ve Avrupa konsolosları tarafından başlatılan gaddarlığa karşı... derhal ve kati olarak sorgulama başlatılmasını..." buyurdu.
İstanbul'daki Avrupa diplomatlar cemiyeti, suçlamalar sonucunda Yahudiler karşı yapılan zulmün durdurulması konusunda fikir birliği içindeydi. Bu görüş Lord Ponsonby'nin yanı sıra, Yahudilern masum olduğuna inanmayan von Stürmer, Rodos ve Şam'daki kan iftiralarını destekleyen Fransız konsoloslarının arkasında duran Fransız elçi Edouard Pontois ve Prusya elçisi Hans von Königsmark tarafından da kabul edildi. Bunun akabinde, İstanbul'daki en güçlü diplomat olan Lord Ponsonby, muhalefetle karşılaşmadan Rodos'taki Yahudiler adına araya girdi.
Soruşturma ve mahkeme
Osmanlı hükümetinin araya girmesi
Yusuf Paşa'nın talebine cevap olarak Osmanlı hükûmet i Nisan sonunda Rodos'a temsilciler gönderdi. Hükûmet resmi soruşturma komisyonu kurup Yunanların ve Yahudilerin delilleri sunmasını istedi. Mayıs ortasında hükûmet ten hapisteki altı Yahudinin serbest bırakılması kararı çıktı. 21 Mayıs'ta bu Yahudiler şura önüne çıkarılıp Yahudi cemaati ihtiyarları garantörlüğünde birer birer törenle serbest bırakıldı.
Mayıs sonlarında, merkezi hükûmet in bu kararı Hristiyanların Yahudilere karşı şiddet dalgası doğurmasına sebep oldu. Yahudiler, Yunanlar ve İngilizoğulları tarafından saldırıya ve dayağa maruz kaldılar, Yahudileri dövenler arasında Yunan konsoloslar da mevcuttu. Yahudiler valiye bu durumdan şikayetçi olduklarını bildirince 400 ila 500 kamçılık falakayla cezalandırıldılar. Kadı kendini, konsoloslukların talepleri altında hareket eden validen soyutladı. Vali, beş yüz Yahudiyi hapise attı.
Beraat
Rodoslu Yunan ve Yahudilerden beşer delege 10 Mayıs'ta İstanbul'a vardı. Başkentte kadı, Fransız kosonolosu ve Avusturya viskonsülü ile bir araya geldiler. 26 Mayıs'ta soruşturma mahkemesi Rıfat Bey önderliğinde ilk duruşmasına başladı. Kadı, "tüm olayların bir nefret ürünü olduğu ve İngiliz ile Avusturya konsolosları tarafından başlatıldığını" dile getirdi. Konsoloslar Yahudilerin suçlu olduğunda ısrar edip Rodos'taki meslektaşlarının sunduğı tanık konuşmalarını delil diye sundu.
Dava iki ay daha sürdü ve İngiliz elçi, Rodos valisinin işkencelerine ışık tutulması için ısrar etti. 21 Temmuz'da mahkeme karar verdi. "Davacının Rodos'un Yunan nüfusu ve davalının Yahudi nüfusu" olduğu duruşmanın ilk bölümünde beraat kararı çıktı. Davanın ikinci kısmında ise, Yusuf Paşa yetkisi olmamasına rağmen Yahudi nüfusuna karşı hareket etmek ve Tanzimat Fermanı'na aykırı gelmek suçundan görevinden alındı. Karardan memnun olan İngiltere elçisi, Bab-ı Ali'nin hareketlerinin adil ve insani olduğunu dile getirdi.
Sultanın fermanı
Temmuz 1840'ta, Adolphe Crémieux ve Sir Moses Montefiore önderliğinde bir delege, Şam Yahudilerini kurtarmak için Mısır'a yol aldı. Crémieux ve Montefiore, Kavalalı'dan soruşturmanın ya İskenderiye'ye transfer edilmesini ya da davanın Avrupalı hakimler tarafından ele alınmasını talep ettiyse de bu teklif reddedildi. Asıl amacı tutsak Şam Yahudilerini kurtarmak olan delege, resmi bir kan iftirası kınaması yapılmadan tutukluların özgür bırakılmasını kabul etti.
Kavalalı Mehmet Ali görevini tamamlayan Montefiore, İstanbul üzerinden Avrupa'ya geri yol aldı. 15 Ekim 1840'ta Lord Ponsonby ile buluşan Montefiore, Sultan Süleyman'ın yaptığı gibi o günün sultanının da bir ferman yayınlayıp kan iftiralarının geçersiz olduğunu bildirmesi gerektiğini belirtti. Bu fikri benimseyen İngiliz elçi, Koca Mustafa Reşit Paşa ile Montefiore arasında bir hafta içinde bir toplantı ayarladı. Montefiore, fermanın taslağını hazırlayıp Fransızca tercümesini Reşit Paşa'ya sundu ve Paşa olumlu yanıt verdi.
Montefiore, Sultan ile 28 Ekim akşamı bir araya geldi. Montefiore, günlüğünde saraya giderken "sokakların kalabalık ve Yahudi evlerinin ışıklandırılmış" olduğunu yazdı. Montefiore, yüksek sesle yaptığı açıklamada, Rodos davasıyla ilgili verilen karar için Sultan'a resmi bir teşekkür sundu. Cevap olarak Sultan, misafirlerinin arzularının yerine getirileceğinin garatisini verdi. Ferman, 7 Kasım'da Montefiore'ye ulaştırıldı ve bir kopyası da hahambaşına sunuldu. Rodos davasının sonucundan alıntı yapılan fermanda, Yahudi inançları ve "dini kitapları" incelendiğinde görüldüğü üzere "onlara yapılan suçlamalar... tamamiyle karalamadır. Yahudi milleti, yetkimiz altındaki birçok millet gibi aynı ayrıcalıklardan faydalana. Yahudi milleti koruna ve savunula" denmektedir.