Kin Tutmak

‘Kin’, insanlar arasında doğmuş olan düşmanlıklardan dolayı kalpte tutulan hiddet ve kızgınlıklara, başkasının zararını gizlice arzu etmeye denir. [1]

Hiddetlenen insan o anda kızgınlığını yenemeyince hiddetini içe döndürmekte ve orada karar kılınca bu kin adını almaktadır. Sürekli kin tutan kimseye ise kindar denir. Kin kalpte bulunan bir hastalıktır. Bu hastalık zamanla vücudun tümüne sirayet eder bir hale gelir. İnsan bu hastalığa yakalanınca kolay kolay ondan kurtulamaz. Bunun için insan daha baştan önlemini almalı ve kendini bu hastalığa karşı dirençli hale getirmelidir.

Haset, küçük görmek, alay etmek gibi bir takım kötü huylar kinin çirkin ürünleridir. Akıllı insana yaraşan, kin tutmamaktır. Affetmek nimetinin zevkini bilenler öyle zehirli ve zararlı şeyleri yutup da sıkıntı çekmezler. Kin tutmak her zaman insana kötülük getirmiştir. Çünkü kin tutan insan hiçbir zaman rahata ve huzura eremez. Sürekli bir şeylerin peşinde koşar. Bir takım küçük hesaplar peşindedir. Bu da onun hayatını çekilmez kılar. Ayrıca kindar insan bazı kimselere daima düşman gözüyle bakar. Ve onların kötülüğü için içten içe istek duyar. Fakat unuttuğu bir şey vardır ki o da, bu tutumuyla kendi hayatını boş yere heba etmektedir.

Kin tutmak insanın davranışlarındaki uyumu bozar. Çünkü kin duygusu o kimsenin karşı tarafa karşı sürekli hor bakmasına ve kıskanmasına sebebiyet verir. Hatta ve hatta birçok konuda onu adalet duygusundan ayırır. Adalet duygusu da sosyal hayatın en önemli denge unsuru ve teminatıdır. Nitekim bir ayette şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan bir davranıştır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.” [2]

Bu ayet-i kerime temelde adaletin önemine vurgu yapmakla beraber bir ilkeyi daha beyan etmektedir. O da insanın kin tutarken bile adaletten ayrılmaması yani her halükarda haksızlığa meydan vermeme düşüncesidir. Bu bize İslâm’ın ne kadar yüce bir sistem getirmiş olduğunu gösterir. Yeryüzündeki hiçbir inanç veya sistem, taraftarlarına, kin besledikleri düşmanlarına karşı bile katıksız adalet ile davranmayı emretmemiştir. Yalnızca bu din, müminlere, bu emri Allah (c.c.) için yerine getirmelerini, O’nun gözetiminde işe koyulmalarını ve diğer tüm bakış açılarından uzaklaşmalarını öğütlediğinden onlara, bu sorumluluğu yüklemiştir.

Ayrıca Müslüman, gerek sevgisinde ve gerekse kininde orta halli olması gerektiğini, ölçüsüzlüğe düşmemesi lazım geldiğini yine Hz. Peygamber (s.a.v.)’den öğrenmiştir. Çünkü bir hadisinde dostun bir gün düşman olabileceğini, düşmanın da bir gün dost olabileceğini hatırlatmıştır.

Müslümanların kalbinde diğer müslümanlar için kin ve hased türünden kötü düşünceler olmamalıdır. Müminleri birbirine bağlayan şey imandır. Kalbinde taşıdığı imanı her şeyden daha önemli olduğu bir kimse kuşkusuz diğer müminle için iyilik ve güzellik ister. Böyle bir kimsenin kalbinde, başka bir Müslüman için, buğza ve kötü niyete yer yoktur. Ancak imanı zayıflayan ve onun yerine kalbini daha önemsiz şeylerin işgal ettiği kimse, artık başka bir mümin kardeşi hakkında kin ve nefret besleyebilir. Bu konuda en iyi örnek Hz. Enes (r.a.)’ten rivayet edilen bir hadisi şeriftir. Bir defasında Hz. Peygamber (s.a.v.) ardı ardına üç gün ‘Şimdi buraya cennet ehlinden biri gelecek’ der ve her defasında da ensardan bir şahıs gelir. Bunu gören Abdullah b.Amr, bu şahsın Hz. Peygamber (s.a.v.) sürekli kendisini müjdelemesine sebep olacak hangi amelleri işlediğini merak eder. Bu yüzden cennetle müjdelenmeyi gerektirecek ne yaptığını görmek için o kimse ile birlikte üç gece kalır. Ancak onun farklı hiçbir hareketini göremez ve açıkça ona:
- Ey kardeşim! Hz. peygamber (s.a.v.)’in seni devamlı cennetle müjdelemesine sebep olan ne yapıyorsun? diye sorar. O karşılık olarak:
- Benim ne yaptığımı sen de gördün. Ancak, bir şey var ki, belki de sebep odur. Ben hiçbir Müslümana kin beslemiyor ve Allah (c.c.)’ın nimet verdiği kimseye hased etmiyorum, der.

Bunun anlamı bir müslümanın, diğer müslümanın amelinde veya sözünde hata görmesi halinde onu ikaz etmeyeceği anlamına gelmez. İman, kişiden, mümin kardeşinin yanlışına doğru demesini, ya da yanlışına yanlış dememesini gerektirmez. Ancak bir şeye delille yanlış demek ve edeple onu açıklamak lazımdır.

Kur’an’da bulunan bir ayet bize mümin kardeşlerimiz hakkında nasıl dua etmemiz gerektiğini şöyle beyan eder: “Onlardan sonra gelenler derler ki; ‘Rabbimiz, bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde inananlara karşı bir kin bırakma! Rabbimiz sen çok şefkatli ve çok merhametlisin.” [3]

Mümin sadece kendisi için değil kendisinden öncekiler ve sonrakiler için de dua eder. İman eden herkese karşı kalbinde hiçbir kin kalmayacak kadar tertemiz bir kalp ister. İmanın gereği de zaten budur. İşte bu iman, müminleri hem birbirine bağlar hem de onları yüce bir hedefe doğru götürür. Bu hedef de Allah rızasıdır. Bunun için müslüman, öteki müslüman kardeşlerine buğz edemez, kin tutamaz, sırt çeviremez. Araya bir takım sun’i üstünlük ölçüleri koyamaz. Zira İslâm’da üstünlük sadece ve sadece takva iledir. Gerek fert, gerek millet olarak tercihlerini daima din kardeşlerinde yana kullanmak durumundadır. Müslüman duyarlılığı bunu gerektirir.

İnsan kin tuttuğu zaman hasmının da kendisi gibi kin tutacağını ve bu kin yangınının sürekli yanacağını ve her iki tarafı da sürekli ateş içinde yakacağını düşünmelidir. Bu durumda intikam fırsatının her iki taraf için de doğacağı düşünülmelidir. Böyle gereksiz bir tehlikeyi ve huzursuzluğu canını korur gibi korumanın bir anlamı yoktur.

İnsan yaratılışı itibariyle sosyal bir varlıktır. Diğer insanlarla iletişim halinde bulunmak, bir şeyleri paylaşmak veyahut ta bazı konularda onların yardımına ihtiyaç hissetmektedir. Yani insan kendi başına tam olarak bu hayatı sürdüremez. Bir şekilde başka insanlarla ilişki içinde bulunmak zorundadır. İslâm ise bu ilişki esnasında uyulması gereken bir takım kurallar getirmiştir. Bu kurallar hayatı yaşanılır hale getiren ve insana insan olduğunu hatırlatan kurallardır. Örneğin, bu kurallardan bir kaçını Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şu şekilde sırlamıştır: “Birbirinizle alâkayı kesmeyin! Birbirinize sırt dönmeyin! Birbirinize kin tutmayın! Haset etmeyin! Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!” [4]

İnsanlar ancak birbirlerine yardım ederek bu hayata tutunabilirler. Birbirlerine sırt çevirmeden, birbirlerine kin gütmeden, kardeş olarak yaşarlarsa eğer Allah (c.c.)’a layık bir kul olabilirler. Nitekim toplum halinde yaşamanın getirdiği sorumluluklarda bu tür kurallara uymayı zorunlu kılmaktadır. Ancak bazen bu kuralları hiçe sayan ve onların zıddına hareket edenler ortaya çıkmaktadır. Bu durumda hayat çekilmez hale gelmekte ve insanlar bir karışıklığın içinde kendilerini bulmaktadırlar. Sonuç olarak bundan küçük-büyük, kadın-erkek, yaşlı-genç herkes zarar görmektedir.

Mümin bazı konularda sevgi gösterdiği bazı konularda da kin tutabilir. Yani eğer Allah (c.c.) rızası için kin tutması veya buğzetmesi mümin için doğaldır. Zaten Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisinde bunu şu şekilde belirtmiştir: “Allah katında en sevimli amel, Allah için sevmek, Allah için buğzetmek ve Allah için kin tutmaktır.” [5]

Bu hadis, her müminin Allah (c.c.) için sevdiği dostlarının olması gerektiği gibi, Allah (c.c.) için buğzettiği düşmanlarının bulunmasının da gerekli olduğunu anlatır. Zira sevgi ve kin, biri diğerinden ayrılmayan, birbirine gerekli iki vasıftır. İyi halleri dolayısıyla Allah (c.c.) için sevilen bir kişinin yanında, onun yaptıklarının tersini yapan bir başkasına da doğal olarak kin beslenecektir. [6]

Bu demektir ki müslüman, herkesi ve her şeyi sevemez. Onun sevdikleri olabileceği gibi, sevmedikleri, buğzettikleri, kin besledikleri de olacaktır. Bu da bir önceki kadar doğal ve gereklidir. Zira sevgi ne kadar tatlı ve sıcak, buğz ve kin ne kadar sert ve soğuk görülürse görülsün, “Allah için” oldukları zaman, aralarında hiçbir fark kalmaz, aynı hükümde birleşirler. Her ikisi de ‘en üstün amel’ derecesine yükselirler. Çünkü duygu ve davranışlara anlam kazandıran, onların temelinde yatan niyetler ve yöneldikleri hedeflerdir.

Bilinen bir gerçektir ki hemen herkes hayatta birçok şeye ve kişiye sevgi ya da nefret duyar. İnsan ömrü genellikle alkış tutmak, aferin çekmek, ‘Allah razı olsun’ demek veya kızmak, yuhlamak, ‘Allah belasını versin’ türünden sözlerle geçer. Bu tutum ve tepkiler bazen kısa bazen de uzun süreli olabilir, hatta yıllar boyu da sürebilirler. Ne kadar kısa veya uzun süreli olursa olsun bu tepkilerde asıl olan, onların kişisel hislerden mi yoksa inanç değerlerinden mi kaynaklandıklarıdır. Nefsî bir tasarruf iseler, birine ‘sevgi’ ötekine ‘kin’ ve ‘nefret’ denmesinin temelde hiçbir farkı yoktur. Her ikisi de değersizdir. Aynı şekilde ‘Allah için’ olmak gibi iyi bir niyete dayanıyorlarsa ve ulvi bir gayeye yönelik bulunuyorlarsa, bu takdirde de birinin ‘kin’ ve ‘nefret’ ötekinin ‘sevgi’ olması hiç fark etmez. Her ikisi de değerlidir, soylu bir duygu ve davranıştır. Bir başka ifade ile asıl muhataplarını bulmuşlarsa, yanlış hedeflere, hak etmemiş kişilere yönelmemişlerse yani yerli yerinde ve layık olanlara karşı ‘sevgi’ de ‘kin’ de kutsaldır. [7]

Kin duygusu ile ilgili kavramlardan birisi de hiç kuşkusuz intikamdır. Kindar insan bir taraftan intikam ateşiyle yanıp tutuşur. Kinini ve nefretini boşaltacak müsait bir ortamı bekler. Bulunca da yapacağını yapar. Ama bu şekilde kendisine kötülük yaptığının farkında değildir. Çünkü kin, nefret, intikam gibi duygular insanın sevaplarını, hayırlı amellerini tüketir. Böylece insanın kıyamet günü elinde iyilik ve güzellik adına hiçbir sermayesi kalmaz. Bunun için iyilikleri çokça yapmalı ki, yapmış olduğu kötülüklerine karşın elinde Rabbinin mağfiretine sığınabileceği bir şeyleri olsun.

Kin Tutmak Hastalığından Kurtuluş Yolu

Müslüman kimse, eğer ahiret günü zor durumda kalmak istemiyorsa kin tutmak, hased gibi kötü hastalıklardan kurtulmasını bilmelidir. Hiç şüphesiz ki bunlardan kurtulmanın yolu da maneviyatı güçlendirmek, Kur’an’ı iyi anlamak ve Peygamberimiz (s.a.v.)’in örnekliğini kendi hayatına uygulamaktır. Zira onun sevgisi de kini de “Allah için” idi. Zira müslümanın sevgisi de kin ve nefreti de aynı şekilde olmalıdır.



[1] Ahlâk Lügatçesi, Ö. N. Bilmen

[2] Mâide sûresi, 5/8.

[3] Haşr sûresi, 59/10.

[4] Müslim, Birr, 30.

[5] Ahmed B. Hanbel, V, 146.

[6] Azimabadi, Avnu’l-ma’bud, XII, 350.

[7] İsmail Lütfü Çakan, Altınoluk, 1990, sayı,58.
 
Üst
Alt