Atatürk Ilkelerinin Anlamı ve Gerekleri Nelerdir
Atatürk ya da Atatürkçülük ilkeleri temel altı ve bütünleyici sekiz ilke ile tanımlanır ve fakat ilkelerin tamamı bir bütündür ve birbirini tamamlar mahiyettedir. Yani Atatürkçüyüm diyen birisi için bunların tamamına istisnasız saygı ve sevgi besleyip rehber edinmek, Atatürk’ün izinde olduğunu iddia edenler için kaçınılmazdır.
Çünkü bu dinamik ilkeler zamanın hoyratlığına karşı kendini yasalar ve bilimsel ilkeler ile tekamüle sokan, zamanın düşman nevileri ile baş edecek güce sahip, milletten ve imandan feyz alan tarihi ve kültürel bağlar, mahiyetler, kurallar, inançlar ve gayretlerdir.
Her bir ilkenin özü esasen uygarlık yolunda kültür ve benlikte deformasyon yaşamadan ilerlemeyi öngörür ki bu manada inkılapçılık ilkesi tamamına ev sahipliği yapar. Ancak her bir ilke ayrı ayrı ele alındığındaysa karşımıza farklı nüanslar ve eylemler çıkar ki kamu ve ferdin refah ve sevinci de buna bağlıdır.
Avrupa’yı kasıp kavuran feodalite anlayışına ve faşist yaklaşımlarına karşılık demokrasi ve Cumhuriyet aydınlanması sağlamayı başaran bu ilkeleri takip etmek, yalnızca millet ve devlet için değil hemde kaderin yüklediği bir mesuliyet olarak mazlum devletlerin tamamına ışık ve umut olmak bakımından da Türk milletine Yüce Allah’ın yüklediği bir görevdir.
Atatürk ve Atatürkçülüğe devamlı ve mesnetsiz saldıranlara bu gözle bakmak gerekir ki iman ve akıl eşlemesiyle haysiyetli ve dürüst bir gelecek temin etmeyi amaçlayan bu ilkelere karşı olmak şirke, yobazlığa, akılsızlığa, haysiyetsizliğe teslim ve razı olmaktır ki adı ne konursa konsun bu ilkelerden en ufak bir sapmaya razı geliş çok kötü sonuçları doğuracak kadar vahimdir.
O halde ilkeleri yakından tanımak ve gereklerini bilmek lazım gelir.
Cumhuriyetçilik ilkesi
Temel katsayısı Cumhuriyet ve demokrasi olan bu ilke, toplumun egemenliğini ve egemenliğin kayıtsız şartsız olmasını esas alır. Yani özeti demokratik süreçteki takvimli seçimler ile belirlenen vekiller ve bu vekillerin anayasaya uygun işleyişi şeklindedir. Özetle toplumun yönetiminde yetkili tek merci TBMM’dir.
Çağdaş ve hakkaniyetli anayasa teşkili ve idamesi meclisin en büyük görevi ve Cumhuriyetin bekası için de şart olandır. Kuvvetler ayrılığını kesin olarak öngören bu ilkede kimse vazgeçilmez değildir ve asıl olan devletin çıkarları, toplumun mutluluğudur.
Milli iradeyi esas alan bu ilke, bireyleri değil devleti, azınlığı değil çoğunluğu baz alır ve kamunun yararlarını fertlerden üstün tutarken hukukun üstünlüğü ilkesine imza atar.
Milli olmayı ve milliyetçiliği savunan bu ilke, azınlıklara ve etnik gruplara asla ırkçılık yapmaz iken, Türk olan ve bununla iftihar edenlere haklı gurur yaşatır.
Bu ilke, hürriyet ve istiklal uğruna ölmeyi gerektirir ve bağımsızlığı her alanda ön şart kabul eder ki tarım, ekonomi gibi alanlarda dahi tam bağımsızlık gerektirir.
İnkılapçılık ilkesi
İnkılap ve devrim aynı anlamda kullanılıyorsa da aynı değildir. İnkılap çok daha köklü, kalıcı, milletin ihtiyaçlarından doğan ve yararlı değişimlerdir ve devrim gibi bir kez yapılıp bitmez, devam etmekte olan ve kendini yenileyen bir süreçtir.
Atatürk ya da Türk milleti inkılabı ise tüm dünyadan çok daha farklıdır çünkü içerisinde planlı bir direniş, esarete başkaldırı ve sayısız devrim içerir. Halkın bu inkılaplar ve aydınlanmalar için canını ortaya koyması, dünyada hemen hiçbir inkılapta rastlanılmayan bir şeydir ve bir diğer fark ise bu inkılapların her alanda sonsuzluğa kendini zamana uydurarak akışı ve milletin tabiatına uygun yani milli olmasıdır.
En hakiki yol gösterici olarak bilim, alan İnkılapçılık bu manada; bilim ve aklı egemen kılmayı, doğruluk ve dürüstlükten ayrılmamayı, hukuk ve kanunların üstünlüğünü, meclisin tek yetkili merci olmasını, aydınlanmayı, kültüre, bilme ve dine aykırı yobazlık ve çağdışılıkları ortadan kaldırmayı hedef alır.
İlke, araştırmayı, çalışmayı, öğrenmeyi ve yurda hizmet etmeyi esas alır, beyin göçüne karşıdır, milletin kalkınmasını ve refahını temine çalışır. Bu yüzden de bu ilke gençlere emanettir ve onlara görevler verir.
Milliyetçilik ilkesi
Ne mutlu Türk’üm diyene biçiminde özetlenebilecek bu ilke ırkçılığa, faşizme bütünüyle karşı ama diğer yandan tarihi ve kültürel şerefi taşımakta kararlı ve bunda da haklı olan ulusa Türk temel katsayısı etrafında toplanmayı emreder.
Anadolu ve devlet, ulus ve millet, bayrak ve tüm milli olan şeylerin temeli bu Türklük bilincidir ve ilke yüzyıllardır baskılanmış ve üçüncü sınıf insan muamelesi görmüş Türklüğü ayağa kaldırmak gayesini güder.
Milli ve birlikte olmayı, Türklük etrafında kenetlenmeyi öngören ilke, sınırlar ve bayrak altında yaşamakta olan herkesi kardeş kılar ve aynı ideale hizmete çağırır.
Yurtta ve dünyada sulhu herşeye rağmen değil koşullara bağlı şekilde öngören bu ilkede tam bağımsızlık ve egemenlik vazgeçilmez öğeler olup, bunlara uygun barış tekliflerine daima kapılar açıktır. Yani karşılıklı çıkarlar, görev ve sorumluluklar, hassasiyetler esastır yani mütekabiliyet ilk plandadır.
Türk tarih tezi ve Türk dil tezi bu ilkenin belkemikleridir. Asırlarca yanlış öğretilen bu bilgileri tanzim bu ilkenin esas gayesidir. Dolayısıyla milli olmak üzere; eğitim, ekonomi, sen temelt, tarih, kültür vs. Esastır.
Türki Cumhuriyetler ilk sırada olmak üzere, tüm dost ve kardeş ülkelerle ilişkiler de bu esaslar üzerine tesis edilmelidir.
Devletçilik ilkesi
Devletçilik ilkesi aslen ekonomi ile alakalı görünse de yasama ve yürütmeden, ekonomi ve ticarete kadar her alanda söz sahibidir ve özü küçük ama etkili devlet modelidir. Bu modelde devlet kritik ve mecburi üretim ve projeleri yürütmekten, diğer alanlarda özel sektörü teşvik, destek ve kontrol etmekten mesuldür.
Devletin kendisi küçük ama etkili olacak, kurumsallaşacak, hukuk kurallarına uygun işleyecek, gücünün yetmediği alanlarda özel sektörü devreye sokacak, teşvik edecek, prim verecek, kredi olanağı sağlayacak ama diğer yandan kontrol ve denetimi aksatmayacaktır. İlke tüm tesis, teşkil ve icrada namus kavramını ilk planda tutar.
İlke, devletin iyi niyetli kişisel teşebbüslere yardımını öngörürken, yabancı ya da çok uluslu firmalara de davet çıkaracak lakin milli üretim, milli işçi ve milli kanunları egemen kılacak, sonuçta milli menfaati koruyacaktır.
İlke rekabete uygun, haysiyetli üretimleri ödüllendirecek ve fakat vergi politikasında haklı ve istikrarlı olacaktır. Çünkü bütçe devletin sermayesidir ve bu en temelpara doğru ve yararlı kullanılmalıdır. Yine devlet üretici ve tüketiciyi korumak, üretim esaslarını belirlemek için kanunlar çıkartacak ve herkezin buna uymasını temin edecektir.
Muhakkak ki devletin özel sektöre desteği yalnızca şirket bazında değildir ve sen temelyiden tarıma her alanda bir destek söz konusudur. Bu destek yalnızca parayla de sınırlı değildir. Devlet tohum temininden, kanun çıkartmaya kadar her alanda öncü ve öngörülü olacak, toplumun gereksinimlerine ve önerilerine kulak verecek, anılan üretimin belli alanlarını ya da kimi zaman tamamını özel sektöre bırakırken denetimi asla elden bırakmayacaktır. Hortumculuk, karaborsacılık, yolsuzluk ve kanunsuzlukları ise şiddetle cezalandıracak ve bu sayede adaleti sağlayacaktır.
Kendi kendisine yeterliliği, yerli malı kullanmayı esas alan ilkeye göre sıkça yatırım yapmak ve istihdam sağlamak en temel gayedir.
Halkçılık ilkesi
Tek kelime ile izahı eşitlik olan bu ilke, halk içerisinde zümreciliğe, dini ve sosyal farklılıklara, etnik ayrımcılığa bütünüyle düşmandır ve yalnızca iş grupları türü sınıflaşmalara müsaade ederken tüm sınıf, zümre, grup ve fertleri kanun önünde eşit tutar.
Yukarıdaki ilkelerle de paralel vaziyette yargıdan ülke ekonomisine kadar her alanda eşitliği bozacak yapılanma ve kayırmalara temelden karşı olan bu ilke, buna aykırı teşebbüsleri en ağır şekilde cezalandıracak yasaları da teşkilden mesuldür.
Nihayet halkçılık ilkesi, sendikalaşma türü işçi ve işveren haklarını da koruyan, üretim ve tüketimde adaleti sağlamayı başaran, ulusun refah ve sevincinu gaye edinen, milli olmayı öncelikli tutan ilkedir.
Sonuçta devlet ve vatandaş arasında karşılıklı hak, görev ve sorumluluklar olacak ve herkes bunlara uyacak, uymayanlar önce ikaz ve sonra cezaya muhatap olacaktır. Devlette kendini dokunulmaz görmeyecek ve aynı hukuka uyacaktır. Bu karşılıklı sağduyu ve yapılanma en alt tabakada grev ve lokavt türü yapılanmalara kadar uzanacak ve maksat bağcıyı dövmek değil üzüm yemek olacaktır.
Adaleti mülkün temeli kabul etmiş olan bu ilke, her çeşit kutuplaşmalara kapalıdır, kabul etmez, ayrımcılığa kesinlikle karşıdır. Milli irade etrafında kenetlenmeyi arzu eder.
Laiklik ilkesi
Laiklik kelime manası olarak devlet ve din işlerinin farklı kurallara göre yürütülmesi demektir ki Atatürk ilkeleri ışığında bu ilkeyi; fert, toplum ve devletin vicdan hürriyeti, İslam’ın yobazlıktan kurtarılıp Kur’an’a geri döndürülmesi, devletin dini kurallarla değil akıl ve bilim rehberliğinde hukuka uygun ve bilimsel esaslarda kaidelerle yürütülmesini esas alır.
Kişilerin inançları bu ilke sayesinde bütünüyle özgürdür ve fakat devletin dini yoktur. Bu dinsizlik ya da İslam düşmanlığı asla değildir çünkü Diyanet işleri başkanlığı bu nedenle vardır ve toplumun en yaygın inancına uygun olarak teşkil edilen bu kurum mezhepsel ve dini gerekleri yürütmekten birinci derecede sorumludur.
Azınlıklar da bu ilke sayesinde ibadet ve inanç özgürlüğüne sahiptir. Kimse kimseye neden inandığına ya da inanmadığına dair hesap soramaz fakat herkes diğer din ve inançlara saygılı olmak zorundadır.
Devlet, sosyal, demokrat ve hukuksal olarak işleyecek, adalet temin edilecek, toplumumuzun refah ve sevinci gaye olacak ama kişiler vicdanlarıyla baş başa bırakılacaktır. Devletin inanç boyutundaki görevi cami türü imar gereklerini yürütmek, atamalar ile ibadet faslına kamu personeli istihdamı sağlamak, yanlışlara müdahale etmek ve merdiven altı yapılanmalara müsaade etmemektir. Keza dindeki yanlış ve doğruları öğretmek de devletin en birinci görevlerindendir.
Vicdan hürriyetini dokunulmaz kılan bu ilke, Kur’ani İslam’ı gaye edinir, batılı yok etmeye çalışır ve devleti dine saygılı ama mesafeli bir mevkide tutar. Halifelik makamı gibi demode ve dinen yanlış organizmalara da karşı olan ilke, içerdiği insan sevgisi ve hoşgörü tabanıyla kişiler arası din ve millet kardeşliğine önem verir. Merhameti tüm beşeri ve kamu işlerinde ilk planda tutar, Kur’an’ın da emri olan ortak insanlık değerlerini (Maruf) medeni hukuk kurallarına aktarma çabası içerisindedir.
Özetle
Görüldüğü üzere tüm ilkelerin özü çağdaş ve demokratik bir sistem teşkilidir ve devlet modern ve dinamik yapıda öncelikle bekasını ve sonra refahı temin edecek kabiliyette olmalıdır. Akıl ve bilim gerçek yol gösterici olacak, kişiler ile devlet birbirine karşı hak, görev ve mesuliyetlerle meşru vaziyette konuşlanacak, demokrasi, hukuk, adalet ve sosyallik vazgeçilmez şart olarak masaya konacaktır. Cumhuriyet ve demokrasi ile hürriyetler ve doğal olarak adalet tüm seviyelerde ilk madde olarak ele alınacaktır.
Fert ve toplum yahut devlet arasında bir tercih söz konusu olduğu zamanlarda ise kamunun faydası üstün tutulacaktır ki bu dinin de emridir.
O halde Atatürkçülük ya da Atatürk ilkeleri yalnızca altı maddeden ibaret ya da sözle geçiştirilecek ilkeler değil, bütünleyici ilkeleri de esas alan devasa bir bütündür, tek parçadır ve anlaşıldığı takdirde zamanın tüm dert ve düşmanlarına karşı bir numaralı tedbirdir.
Öyleki tam bağımsızlık, milli egemenlik, bilimsellik, barışseverlik, milli birlik, çağdaşlaşma ve insan sevgisi temeline oturan bu prensipler yalnızca Türk milleti için değil tüm cihan ve mazlum devletler için vazgeçilmez şartladır.
Çünkü bu prensiplerin kaynağı yaşanmış acı tecrübeler, gereksinimler, dökülen şehit kanları, bilim ve din emirleridir. Böyle olunca da zaman yaşlansa da bu prensipler yaşlanmadan ayaktadır ve bütün dünya hızla bu prensiplere göç etmektedir.
Nitekim zamanın kuvvetli devletlerinin tamamı Devletçilik ilkesini taklide çalışmakta, inkılapçılık ilkesi tüm cihanda aydınlanmaya sebep olmakta, halkçılık ve milliyetçilik eşitliğe adanırken, ırkçılık reddedilmekte, dünya devletleri teokratik devlet yapısından hızla medeni devlet yapısına dönüşmekte, laiklik esas alınmaktadır.
Çünkü Türk inkılabı yaşanmış ve başarı ile sonuçlanmış canlı bir örnektir, müspettir, uygulaması şahitler huzurunda görülmüştür. Dünyanın refah ve huzuru, barış ve kalkınması ama bu ilkeler ışığında mümkündür ki Mustafa Kemal Atatürk deha olması nedeniyle bütün bunları yüzyıl öncesinden görebilmiş ve yasalarla çerçevesini teşkil ederek kurumsallaştırmış ve gençliğe emanet etmiştir.
Atatürk ya da Atatürkçülük ilkeleri temel altı ve bütünleyici sekiz ilke ile tanımlanır ve fakat ilkelerin tamamı bir bütündür ve birbirini tamamlar mahiyettedir. Yani Atatürkçüyüm diyen birisi için bunların tamamına istisnasız saygı ve sevgi besleyip rehber edinmek, Atatürk’ün izinde olduğunu iddia edenler için kaçınılmazdır.
Çünkü bu dinamik ilkeler zamanın hoyratlığına karşı kendini yasalar ve bilimsel ilkeler ile tekamüle sokan, zamanın düşman nevileri ile baş edecek güce sahip, milletten ve imandan feyz alan tarihi ve kültürel bağlar, mahiyetler, kurallar, inançlar ve gayretlerdir.
Her bir ilkenin özü esasen uygarlık yolunda kültür ve benlikte deformasyon yaşamadan ilerlemeyi öngörür ki bu manada inkılapçılık ilkesi tamamına ev sahipliği yapar. Ancak her bir ilke ayrı ayrı ele alındığındaysa karşımıza farklı nüanslar ve eylemler çıkar ki kamu ve ferdin refah ve sevinci de buna bağlıdır.
Avrupa’yı kasıp kavuran feodalite anlayışına ve faşist yaklaşımlarına karşılık demokrasi ve Cumhuriyet aydınlanması sağlamayı başaran bu ilkeleri takip etmek, yalnızca millet ve devlet için değil hemde kaderin yüklediği bir mesuliyet olarak mazlum devletlerin tamamına ışık ve umut olmak bakımından da Türk milletine Yüce Allah’ın yüklediği bir görevdir.
Atatürk ve Atatürkçülüğe devamlı ve mesnetsiz saldıranlara bu gözle bakmak gerekir ki iman ve akıl eşlemesiyle haysiyetli ve dürüst bir gelecek temin etmeyi amaçlayan bu ilkelere karşı olmak şirke, yobazlığa, akılsızlığa, haysiyetsizliğe teslim ve razı olmaktır ki adı ne konursa konsun bu ilkelerden en ufak bir sapmaya razı geliş çok kötü sonuçları doğuracak kadar vahimdir.
O halde ilkeleri yakından tanımak ve gereklerini bilmek lazım gelir.
Cumhuriyetçilik ilkesi
Temel katsayısı Cumhuriyet ve demokrasi olan bu ilke, toplumun egemenliğini ve egemenliğin kayıtsız şartsız olmasını esas alır. Yani özeti demokratik süreçteki takvimli seçimler ile belirlenen vekiller ve bu vekillerin anayasaya uygun işleyişi şeklindedir. Özetle toplumun yönetiminde yetkili tek merci TBMM’dir.
Çağdaş ve hakkaniyetli anayasa teşkili ve idamesi meclisin en büyük görevi ve Cumhuriyetin bekası için de şart olandır. Kuvvetler ayrılığını kesin olarak öngören bu ilkede kimse vazgeçilmez değildir ve asıl olan devletin çıkarları, toplumun mutluluğudur.
Milli iradeyi esas alan bu ilke, bireyleri değil devleti, azınlığı değil çoğunluğu baz alır ve kamunun yararlarını fertlerden üstün tutarken hukukun üstünlüğü ilkesine imza atar.
Milli olmayı ve milliyetçiliği savunan bu ilke, azınlıklara ve etnik gruplara asla ırkçılık yapmaz iken, Türk olan ve bununla iftihar edenlere haklı gurur yaşatır.
Bu ilke, hürriyet ve istiklal uğruna ölmeyi gerektirir ve bağımsızlığı her alanda ön şart kabul eder ki tarım, ekonomi gibi alanlarda dahi tam bağımsızlık gerektirir.
İnkılapçılık ilkesi
İnkılap ve devrim aynı anlamda kullanılıyorsa da aynı değildir. İnkılap çok daha köklü, kalıcı, milletin ihtiyaçlarından doğan ve yararlı değişimlerdir ve devrim gibi bir kez yapılıp bitmez, devam etmekte olan ve kendini yenileyen bir süreçtir.
Atatürk ya da Türk milleti inkılabı ise tüm dünyadan çok daha farklıdır çünkü içerisinde planlı bir direniş, esarete başkaldırı ve sayısız devrim içerir. Halkın bu inkılaplar ve aydınlanmalar için canını ortaya koyması, dünyada hemen hiçbir inkılapta rastlanılmayan bir şeydir ve bir diğer fark ise bu inkılapların her alanda sonsuzluğa kendini zamana uydurarak akışı ve milletin tabiatına uygun yani milli olmasıdır.
En hakiki yol gösterici olarak bilim, alan İnkılapçılık bu manada; bilim ve aklı egemen kılmayı, doğruluk ve dürüstlükten ayrılmamayı, hukuk ve kanunların üstünlüğünü, meclisin tek yetkili merci olmasını, aydınlanmayı, kültüre, bilme ve dine aykırı yobazlık ve çağdışılıkları ortadan kaldırmayı hedef alır.
İlke, araştırmayı, çalışmayı, öğrenmeyi ve yurda hizmet etmeyi esas alır, beyin göçüne karşıdır, milletin kalkınmasını ve refahını temine çalışır. Bu yüzden de bu ilke gençlere emanettir ve onlara görevler verir.
Milliyetçilik ilkesi
Ne mutlu Türk’üm diyene biçiminde özetlenebilecek bu ilke ırkçılığa, faşizme bütünüyle karşı ama diğer yandan tarihi ve kültürel şerefi taşımakta kararlı ve bunda da haklı olan ulusa Türk temel katsayısı etrafında toplanmayı emreder.
Anadolu ve devlet, ulus ve millet, bayrak ve tüm milli olan şeylerin temeli bu Türklük bilincidir ve ilke yüzyıllardır baskılanmış ve üçüncü sınıf insan muamelesi görmüş Türklüğü ayağa kaldırmak gayesini güder.
Milli ve birlikte olmayı, Türklük etrafında kenetlenmeyi öngören ilke, sınırlar ve bayrak altında yaşamakta olan herkesi kardeş kılar ve aynı ideale hizmete çağırır.
Yurtta ve dünyada sulhu herşeye rağmen değil koşullara bağlı şekilde öngören bu ilkede tam bağımsızlık ve egemenlik vazgeçilmez öğeler olup, bunlara uygun barış tekliflerine daima kapılar açıktır. Yani karşılıklı çıkarlar, görev ve sorumluluklar, hassasiyetler esastır yani mütekabiliyet ilk plandadır.
Türk tarih tezi ve Türk dil tezi bu ilkenin belkemikleridir. Asırlarca yanlış öğretilen bu bilgileri tanzim bu ilkenin esas gayesidir. Dolayısıyla milli olmak üzere; eğitim, ekonomi, sen temelt, tarih, kültür vs. Esastır.
Türki Cumhuriyetler ilk sırada olmak üzere, tüm dost ve kardeş ülkelerle ilişkiler de bu esaslar üzerine tesis edilmelidir.
Devletçilik ilkesi
Devletçilik ilkesi aslen ekonomi ile alakalı görünse de yasama ve yürütmeden, ekonomi ve ticarete kadar her alanda söz sahibidir ve özü küçük ama etkili devlet modelidir. Bu modelde devlet kritik ve mecburi üretim ve projeleri yürütmekten, diğer alanlarda özel sektörü teşvik, destek ve kontrol etmekten mesuldür.
Devletin kendisi küçük ama etkili olacak, kurumsallaşacak, hukuk kurallarına uygun işleyecek, gücünün yetmediği alanlarda özel sektörü devreye sokacak, teşvik edecek, prim verecek, kredi olanağı sağlayacak ama diğer yandan kontrol ve denetimi aksatmayacaktır. İlke tüm tesis, teşkil ve icrada namus kavramını ilk planda tutar.
İlke, devletin iyi niyetli kişisel teşebbüslere yardımını öngörürken, yabancı ya da çok uluslu firmalara de davet çıkaracak lakin milli üretim, milli işçi ve milli kanunları egemen kılacak, sonuçta milli menfaati koruyacaktır.
İlke rekabete uygun, haysiyetli üretimleri ödüllendirecek ve fakat vergi politikasında haklı ve istikrarlı olacaktır. Çünkü bütçe devletin sermayesidir ve bu en temelpara doğru ve yararlı kullanılmalıdır. Yine devlet üretici ve tüketiciyi korumak, üretim esaslarını belirlemek için kanunlar çıkartacak ve herkezin buna uymasını temin edecektir.
Muhakkak ki devletin özel sektöre desteği yalnızca şirket bazında değildir ve sen temelyiden tarıma her alanda bir destek söz konusudur. Bu destek yalnızca parayla de sınırlı değildir. Devlet tohum temininden, kanun çıkartmaya kadar her alanda öncü ve öngörülü olacak, toplumun gereksinimlerine ve önerilerine kulak verecek, anılan üretimin belli alanlarını ya da kimi zaman tamamını özel sektöre bırakırken denetimi asla elden bırakmayacaktır. Hortumculuk, karaborsacılık, yolsuzluk ve kanunsuzlukları ise şiddetle cezalandıracak ve bu sayede adaleti sağlayacaktır.
Kendi kendisine yeterliliği, yerli malı kullanmayı esas alan ilkeye göre sıkça yatırım yapmak ve istihdam sağlamak en temel gayedir.
Halkçılık ilkesi
Tek kelime ile izahı eşitlik olan bu ilke, halk içerisinde zümreciliğe, dini ve sosyal farklılıklara, etnik ayrımcılığa bütünüyle düşmandır ve yalnızca iş grupları türü sınıflaşmalara müsaade ederken tüm sınıf, zümre, grup ve fertleri kanun önünde eşit tutar.
Yukarıdaki ilkelerle de paralel vaziyette yargıdan ülke ekonomisine kadar her alanda eşitliği bozacak yapılanma ve kayırmalara temelden karşı olan bu ilke, buna aykırı teşebbüsleri en ağır şekilde cezalandıracak yasaları da teşkilden mesuldür.
Nihayet halkçılık ilkesi, sendikalaşma türü işçi ve işveren haklarını da koruyan, üretim ve tüketimde adaleti sağlamayı başaran, ulusun refah ve sevincinu gaye edinen, milli olmayı öncelikli tutan ilkedir.
Sonuçta devlet ve vatandaş arasında karşılıklı hak, görev ve sorumluluklar olacak ve herkes bunlara uyacak, uymayanlar önce ikaz ve sonra cezaya muhatap olacaktır. Devlette kendini dokunulmaz görmeyecek ve aynı hukuka uyacaktır. Bu karşılıklı sağduyu ve yapılanma en alt tabakada grev ve lokavt türü yapılanmalara kadar uzanacak ve maksat bağcıyı dövmek değil üzüm yemek olacaktır.
Adaleti mülkün temeli kabul etmiş olan bu ilke, her çeşit kutuplaşmalara kapalıdır, kabul etmez, ayrımcılığa kesinlikle karşıdır. Milli irade etrafında kenetlenmeyi arzu eder.
Laiklik ilkesi
Laiklik kelime manası olarak devlet ve din işlerinin farklı kurallara göre yürütülmesi demektir ki Atatürk ilkeleri ışığında bu ilkeyi; fert, toplum ve devletin vicdan hürriyeti, İslam’ın yobazlıktan kurtarılıp Kur’an’a geri döndürülmesi, devletin dini kurallarla değil akıl ve bilim rehberliğinde hukuka uygun ve bilimsel esaslarda kaidelerle yürütülmesini esas alır.
Kişilerin inançları bu ilke sayesinde bütünüyle özgürdür ve fakat devletin dini yoktur. Bu dinsizlik ya da İslam düşmanlığı asla değildir çünkü Diyanet işleri başkanlığı bu nedenle vardır ve toplumun en yaygın inancına uygun olarak teşkil edilen bu kurum mezhepsel ve dini gerekleri yürütmekten birinci derecede sorumludur.
Azınlıklar da bu ilke sayesinde ibadet ve inanç özgürlüğüne sahiptir. Kimse kimseye neden inandığına ya da inanmadığına dair hesap soramaz fakat herkes diğer din ve inançlara saygılı olmak zorundadır.
Devlet, sosyal, demokrat ve hukuksal olarak işleyecek, adalet temin edilecek, toplumumuzun refah ve sevinci gaye olacak ama kişiler vicdanlarıyla baş başa bırakılacaktır. Devletin inanç boyutundaki görevi cami türü imar gereklerini yürütmek, atamalar ile ibadet faslına kamu personeli istihdamı sağlamak, yanlışlara müdahale etmek ve merdiven altı yapılanmalara müsaade etmemektir. Keza dindeki yanlış ve doğruları öğretmek de devletin en birinci görevlerindendir.
Vicdan hürriyetini dokunulmaz kılan bu ilke, Kur’ani İslam’ı gaye edinir, batılı yok etmeye çalışır ve devleti dine saygılı ama mesafeli bir mevkide tutar. Halifelik makamı gibi demode ve dinen yanlış organizmalara da karşı olan ilke, içerdiği insan sevgisi ve hoşgörü tabanıyla kişiler arası din ve millet kardeşliğine önem verir. Merhameti tüm beşeri ve kamu işlerinde ilk planda tutar, Kur’an’ın da emri olan ortak insanlık değerlerini (Maruf) medeni hukuk kurallarına aktarma çabası içerisindedir.
Özetle
Görüldüğü üzere tüm ilkelerin özü çağdaş ve demokratik bir sistem teşkilidir ve devlet modern ve dinamik yapıda öncelikle bekasını ve sonra refahı temin edecek kabiliyette olmalıdır. Akıl ve bilim gerçek yol gösterici olacak, kişiler ile devlet birbirine karşı hak, görev ve mesuliyetlerle meşru vaziyette konuşlanacak, demokrasi, hukuk, adalet ve sosyallik vazgeçilmez şart olarak masaya konacaktır. Cumhuriyet ve demokrasi ile hürriyetler ve doğal olarak adalet tüm seviyelerde ilk madde olarak ele alınacaktır.
Fert ve toplum yahut devlet arasında bir tercih söz konusu olduğu zamanlarda ise kamunun faydası üstün tutulacaktır ki bu dinin de emridir.
O halde Atatürkçülük ya da Atatürk ilkeleri yalnızca altı maddeden ibaret ya da sözle geçiştirilecek ilkeler değil, bütünleyici ilkeleri de esas alan devasa bir bütündür, tek parçadır ve anlaşıldığı takdirde zamanın tüm dert ve düşmanlarına karşı bir numaralı tedbirdir.
Öyleki tam bağımsızlık, milli egemenlik, bilimsellik, barışseverlik, milli birlik, çağdaşlaşma ve insan sevgisi temeline oturan bu prensipler yalnızca Türk milleti için değil tüm cihan ve mazlum devletler için vazgeçilmez şartladır.
Çünkü bu prensiplerin kaynağı yaşanmış acı tecrübeler, gereksinimler, dökülen şehit kanları, bilim ve din emirleridir. Böyle olunca da zaman yaşlansa da bu prensipler yaşlanmadan ayaktadır ve bütün dünya hızla bu prensiplere göç etmektedir.
Nitekim zamanın kuvvetli devletlerinin tamamı Devletçilik ilkesini taklide çalışmakta, inkılapçılık ilkesi tüm cihanda aydınlanmaya sebep olmakta, halkçılık ve milliyetçilik eşitliğe adanırken, ırkçılık reddedilmekte, dünya devletleri teokratik devlet yapısından hızla medeni devlet yapısına dönüşmekte, laiklik esas alınmaktadır.
Çünkü Türk inkılabı yaşanmış ve başarı ile sonuçlanmış canlı bir örnektir, müspettir, uygulaması şahitler huzurunda görülmüştür. Dünyanın refah ve huzuru, barış ve kalkınması ama bu ilkeler ışığında mümkündür ki Mustafa Kemal Atatürk deha olması nedeniyle bütün bunları yüzyıl öncesinden görebilmiş ve yasalarla çerçevesini teşkil ederek kurumsallaştırmış ve gençliğe emanet etmiştir.