Han

En Güzel Edep Güzel Ahlaktir...!
Kullanıcı
Katılım
20 Ocak 2021
Mesajlar
7,620
Tepkime puanı
6,991
Puanları
0
Konum
Huzur🧿
Cinsiyet
Erkek
13. Yüzyilda Kentsel Tasarim ve Fiziksel Çevre

Malazgirt Savaşı ile beraber, Türklerin Anadolu’ya yerleşmeleri sürecinin, ülkenin sadece demografik yapısını değil, hemde yerleşim düzenini de köklü biçimde değiştirdiği kesindir. Ne var ki, Türk fethinin erken zamanlarında Anadolu kentlerinin fizikî strüktürüne ilişkin pek az bilgi mevcuttur. 12.Yüzyılın sonlarından başlayarak artan uzun mesafe ticareti ve Selçuklu Sultanlarının adeta bir devlet politikası haline getirerek ana yol güzergâhları üzerine inşa ettirdiği hanlar ile ayrıca ticareti himaye ve teşvik eden antlaşmaların, Selçuklu çağı Anadolu kentlerinin gelişme süreçlerinde büyük rol oynadığı söylenebilir.

Örneğin Sivas’ın 13.Yüzyıldaki nüfusunun 120.000 olduğu, Kayseri’de ise 100.000 kişinin yaşadığı bilinir; sayılar abartılı bile olsa, bu rakamlar yine de 13.Yüzyılda yoğun şekilde kentleşmiş bir Türkiye imgesi yaratmaktadır. Bu çağın, Alâiyye (Alanya), Antalya, Kastamonu, Konya, Sivas, Malatya veya Erzurum gibi daha bir çok kentinin tipik özelliği, yerleşme alanı surla çevrili bir kale-kent modeline sahip olmalarıdır. Bu tür kentlerin hemen hepsinde, içinde yönetsel bir birim olarak Saray’ı barındıran bir İçkale yer aldığı gibi, ayrıca, dış surla çevrili yerleşim alanında, sura içten eklemlenmiş Ehmedek adı verilen ikinci bir tahkimat da bulunur. Kent kapısına yakın konumda inşa edilmiş donjon fonksiyonu gören bu yapılar, kentin savunmasından sorumlu askerî garnizonu barındırmaktaydılar.

Alanya Kalesi’ndeki Ehmedek, Selçuklu çağından bu güne ulaşabilen tek örnektir. Selçuklu çağı kentlerinden ne yazık ki hiçbir konut örneği bu güne ulaşabilmiş değildir; buna karşılık, kırsal kesimdeki köşk veya kasır türü sivil binaların, masif duvarlı, az pencereli, olasılıkla düz damlı, tek veya iki katlı plan fonksiyonları, ocak veya tüteklik gibi ısınma donanımları ve kimi kez içlerindeki çini, alçı veya duvar fotoğraflarıyla içe dönük bir yaşama modeline göre inşa edildikleri söylenebilir.

Kentlerin fizikî strüktürünü belirleyen yollar ve ana arterlerin durumunu, yapıların bugünkü kent fiziği içerisindeki konumlarına bakarak anlayabilme imkânı kalmamıştır. Yine de, topoğrafik zorunluluklar bir kenara bırakılırsa, büyük külliyeler gibi dinsel veya kamusal kaliteli vakıf yapılarının arazideki yerleştiriliş şekilleri ve kent içerisindeki homojen dağılımları, Ortaçağ yerleşmelerinde planlı sayılabilecek bir yol şebekesinin mevcut olduğunu gösterir. Bu çağa yönelik arkeolojik kazılar, kent fiziği içinde, düzenli sayılabilecek bir su sisteminin de mevcut olduğunu göstermektedir.

Böyle bir doku içinde, anıtsal binalara değil, ancak olasılıkla kimi bânîlerin adlarıyla anılan mahallelere de tesadüf edilebilmektedir. Hiç kuşkusuz, meydanlar da, bu fizikî çevrenin önemli kentsel mekânlarından biriydi.

Ortaçağın kentsel tasarımının belki de en önemli merkez binası, kentin en eski ve en büyük dinsel kurumu konumundaki Ulucamilerdir. Hiç şüphe yok ki, kentlerin örgütlü ticaret alanlarını oluşturan hanlar ve arastalar ile sûk, çarşı veya pazar yerleri de bu anıtsal inşaatların yakın çevresinde bulunmaktaydı. Bugün büyüyen kentlerin fizikî sınırları içinde tekil örnekler olarak kalabilmiş Selçuklu çağına ait türbelerin ise, eğer bir külliye ile beraber tasarlanmamışlarsa, çoğu zaman kentlerin dışında ve olasılıkla eski mezarlıklar içinde inşa edildikleri anlaşılmaktadır. Bunlara, çoğu zaman kent dışında inşa edilmiş hanikâh veya zaviye gibi tarikat binaları da dahil edilebilir.


-Alinti-
 
Üst
Alt