Yusuf Has Hâcib ve Kutadgu Bilig
Hakkında Ön Bilgi
Karahanlılar dönemi hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız gibi; bu devletin 'vatandaşı' olan Yusuf hakkındaki bilgilerimiz de yok denecek kadar azdır. O'nun hakkında bütün bildiklerimiz, eseri okuyuculara takdim etmek amacıyla, sonradan ve başkalarınca eserin başına eklenen mukaddimelerin verdiği bilgilere ve eserin kendisinden çıkarılabilecek ipuçlarına dayanmaktadır.
Bu ipuçlarına dayanılarak, hayatının bazı yönlerini tespit ve tahmin etmek mümkün ise de; tam bir biyografisini oluşturmak imkânsızdır. Kitap boyunca adını bile sadece bir kez, "Kitap sahibi Yusuf, büyük has hacib, kendi kendine nasîhat eder" başlıklı, son bölümünde anmıştır. Bu başlıktan baş teşrifatçı olduğu da anlaşılmaktadır.
Esere eklenen mukkadimenin bildirdiğine göre, Yusuf Balasagun'ludur. Kitabın yazıldığı çağlarda Balasagun şehri 'Kuz-Ordu' adını taşıyor ve Kaşgar ile birlikte, XI. yüzyıl Orta Asya Türk kültürünün ve dilinin merkezi sayılıyordu. Balasagun'un asîl ailelerinden birine mensup olan Yusuf, eserinin esasını burada yazmış ve düzenlemiş, ancak son şeklini doğduğu yerden ayrıldıktan sonra gittiği Kaşgar'da vermiştir. Kitabını huzurunda okuyarak, Tavgaç Kara Buğra Han'a sunmuş; O da çok beğenerek Yusuf'a Has Hâcib ünvanı vermiş ve onu kendi yakınları arasına almıştır. Herkese yarayan fakat hükümdârlara daha çok yarayan6 kitaba 'Kutadgu Bilig' adını vermesini, "kitaba Kutadgu Bilig adını koydum ki, okuyanı kutlandırsın" diyerek açıklar. Yusuf, üzerinde 18 ay uğraştığı eserini 1069/1070'de tamamladığına ve yazmaya başladığı zaman 50 yaşlarında bulunduğuna bakılırsa 1018/1019 yıllarında doğmuş olmalıdır. Ölüm tarihi hakkında bilgimiz olmamakla birlikte, eserin sonradan eklenen kısımda iyice ihtiyarladığını söylemesinden uzun yaşadığı düşünülebilir.Karahanlı Devleti döneminde Türkler ileri bir uygarlığa sahiptiler. Arap, Fars, Çin, Hint ve Batı uygarlıkları ile temas halindeydiler ve buralardaki gelişmeleri izleyebiliyorlardı. Türkler İslâmiyeti kabul ettikleri zaman yazıya, kitaba, eğitime yabancı barbar bir millet değildiler10. Karahanlılar, İslâm kültür dairesine girmiş olmakla birlikte, köken olarak doğularındaki yüksek Uygur kültürüne de bağlıydılar ve bu kültür, Çin tarihçilerine göre, daha V. asırda oldukça parlak ve geniş bir edebiyata sahipti; yazılı eserleri olduğu gibi, hanların sarayında vakânüvisler de bulunurdu. Meşhur Çin elçisi Wang Yen-Te onuncu asırda, Uygur ülkesinde gördüğü kitaplıklardan bahseder.
İşte, Yusuf böyle bir kültür ortamında yetişmiş bir Türk entelektüelidir. O, Kutadgu Bilig'i yazdığı sıralarda, Kaşgar yakınlarında, Sıngı-Seli-Tutung Budist sutrası Suvarnaprabhasa'yı Altun-Yaruk adı altında Türkçe'ye çevirmekte Kaşgarlı Mahmud ise, meşhur lûgatını kaleme almaktaydı. Yusuf, çevresinde bulunan büyük kültürlere ve bunların dillerine âşina idi ve eserinden anladığımız kadarıyla edebiyata, ilâhiyata, folklora, siyasete, felsefeye ve devrinin tüm pozitif bilimlerine ilişkin ansiklopedik bilgiye de sahipti. Hatta, devrinin bilginlerine Öklid geometrisi bilmeleri gerektiğini tavsiye ediyordu. Yusuf, devlet adamı olma sıfatı ile Budist ve Manihaistlerle de sık sık görüşmüş, bu inanç sistemlerini de yakından tanımıştı. Bütün bunlarla birlikte, Yusuf, Türklüğünün bilincinde olmuş; geçmişine ve diline bağlı kalmıştır. Bu tavrı ile o, Bilge Kağan'lardan beri aktarılan zihniyeti taşıyan hattın bir unsuru olmuştur.
Yusuf, İslâmiyet'in etkisiyle değişmekte olan Türk-Uygur toplumunun geleneksel ahlâki ve hukukî telâkkilerini tespit etmiş; yaşadığı çevrenin sosyal ahlâkını, devlet yönetimi hakkındaki esaslarını, hukuk anlayışlarını ve askerlik esaslarını unutulmaktan kurtarmış ve gelecek kuşaklara aktararak, elde edilmiş kültür hazinesinin yaşamasını sağlamıştır. Yusuf'un eseri sadece bu yönüyle değil, İslâmiyet'i kabul etmekle yepyeni bir medeniyet çevresine giren bir toplumun, şiddetle sarsılan eski ve geleneksel değerlerini yeni bir senteze vardırmak endişe ve çabasını yansıtması bakımından da çok önemlidir. Yusuf, bu süreçte kendini gösteren münzevî zahid tipine karşı, şiddetle, insanın toplum içindeki yaşayışını savunuyordu.Yusuf'a ilişkin son bir bilgi olarak; Arsal'ın -ihtiyat kapısını açık bırakmak şartı ile-Kutadgu Bilig'de kut'u temsil eden Ay-Toldı ile Aklı temsil edenÖgdülmiş'inşahısların da, şâirin kendisini tasvir etmiş olduğunu sandığını söyleyebiliriz.B.Kutadgu BiligKutadgu Bilig, İslâm-Türk klâsik edebiyatının, şimdilik ilk Türk eseridiEdebî bakımdan ilk sayıldığı gibi, dil bakımından da Orta Türkçe veya daha dar bir sahada düşünürsek, Hakaniye Türkçesi'nin ilk örneğidir. Kitabın yazıldığı lehçe, Karahanlı Devleti'ndeki bütün boyların konuşma dili değil, anlaşma dili, yani devlet ve yazı dili idi. Kaşgarlı Mahmud'un bu lehçeyi 'Hakaniye' adıyla anması da bunu göstermektedir. Kutadgu Bilig'de dil henüz saflığını korumaktadır.
Eserde güçlü bir İslâm-İran etkisi olmakla birlikte Arapça ve Farsça sözler yüz tane kadardır. İlginç olan, bunların içinde İslâmiyet'e ait 'helâl, haram, ecel, şükür, dua, şeriat, tarikat, fazl, nimet' gibi sözcükler bulunmasına rağmen ve Yusuf da müttaki bir Müslüman olduğu halde, '
' kelimesinin bir kez bile kullanılmamış olmasıdır. Genellikle Türkçe 'Tanrı', 'İdi', 'Bayat', 'Ugan' ve seyrek olarak da Arapça 'Rab' kelimeleri kullanılmıştır. 'Peygamber' ve 'Resul' kelimeleri de kullanılmamış, onların Türkçe karşılığı olan 'Yalavaç' ve 'Savcı' tercih edilmiştir.
En dikkat çekici olanı ise 'Tengri Taâla' ifadesidir ve bir sentezin sembolü gibidir. Eserin adı 'kutadgu' ve 'bilig' gibi iki Türkçe kelimeden meydana gelmiş bir tamlamadır. Tamlanan 'bilig' kelimesi, 'bil-' fiil kökünden '-g' fiilden isim yapma eki ile yapılmış bir isim olup, 'bilgi' demektir. Tamlayan 'Kutadgu' kelimesi ise, 'kut' isim kökünden '-ad-' isimden fiil yapma eki ile yapılmış 'kutad-' fiilinden '-gu' eki ile yapılmış bir isimdir.
Kutadgu Bilig, 'kutlandıran bilgi' veya 'kutlu olma bilgisi' demektir. Bu çeviri üzerinde anlaşılmakla birlikte, kök unsur olan 'kut' kelimesinin anlamı üzerinde bir türlü fikir birliğine varılamamıştır. Vámbéry, Radloff ve Thomsen bu sözün 'saadet' anlamında kullanıldığını düşünmüşlerdir; Barthold'a göre 'majeste' (Haşmetmeab) karşılığı olarak kullanılmıştır. Arsal ve Kafesoğlu, kelimenin 'siyasî iktidar' kavramını ifade ettiğini, 'tâlih', 'saadet', 'bahtiyarlık' gibi karşılıkların ikinci plânda kalan ve ancak sonraları ortaya çıkan tâli anlamlar olduğu kanaatindedirler. Karamanlıoğlu, 'kut' kavramının tamamen 'devlet' sözünün bugün de ifade ettiği anlamlar karşılığı olduğunu kabul ediyor; yani, hem hükümranlık hem saadet. Bu yorum, doğruya en yakın olanı gibi görünmektedir.
Bütün bu tartışmalar boyunca, Yusuf'un bilerek bir 'dil oyunu' yapmış olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Belki de, bu dil oyunu sayesindedir ki, Kutadgu Bilig felsefî yoruma daha uygun bir hale gelmiştir: Hükümdâr olabilecek kişi, hükümdâr olmakla, ancak kendini gerçekleştirebilir. Bu gâyeye eriştiğinde tamamlanmış olur ve aynı anda mutluluğa da kavuşur. Zirâ, mutluluğun önündeki en büyük engel 'eksiklik'tir.
Kutadgu Bilig'in bu güne değin üç nüshası bulunmuştur. Bunların hepsi de eserin yazıldığı dönemden çok sonra, eserin aslından değil de, kopyalarından alınmış ikinci kat kopyalardır. Bu nüshalar, bulundukları yerlerin adları ile Viyana, Mısır ve Fergana nüshaları olarak anılırlar. Uygur harfleri ile yazılı olan Viyana nüshası 1439'da Herat'ta kopya edilmiştir. Aynı yüzyıl içinde Tokat'a, oradan da 1474'de İstanbul'a getirilmiştir. Ünlü tarihçi Hammer, bunu XIX. yüzyıl başlarında İstanbul'da satın alarak Viyana Saray Kitaplığı'na vermiştir. Bilim dünyasında ilk tanınan nüsha budur. Arap harfleri ile yazılı olan ve Kahire'deki Kral Kitaplığı'nda bulunan Mısır nüshasının ne zaman yazıldığı belli değildir. Bu nüsha 1896'da tespit edilmiştir. 1914'de bulunan ve yine Arap harfleri ile yazılmış olana Fergana nüshası ise, eldeki nüshaların en eskisidir ve XIII. yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır.Her üç nüshanın tıpkıbasımları Türk Dil Kurumu'nca yayımlanmıştır. Bu üç nüshanın karşılaştırılması ile meydana getirilen metin ve eserin günümüz Türkçesi'ne çevirisi, Reşit Rahmeti Arat tarafından hazırlanmıştır.
Arat'ın hazırladığı karşılaştırmalı nüsha 88 bölümden oluşmaktadır. Baştaki 11 bölüm giriş, 74 bölüm asıl konu, son 3 bölüm de bitiriş bölümleridir.
Eser, genellikle mesnevî biçimiyle, sondaki bitiriş bölümleri de kaside biçimiyle yazılmıştır; bunlar 6299 beyit tutmaktadır. İçinde 173 tane de dörtlük vardır ki, hepsi birden 13.290 dize etmektedir. Bu dörtlükler biçimdeki millî unsuru teşkil etmektedirler.Kitabın başında sonradan başkalarınca eklenmiş olan, nesir ve nazım olmak üzere iki önsöz vardır; bunlar eserin yazarı, konusu ve şöhreti hakkında bilgi vermektedirler.
Sözü edilen üç nüshanın da Türkler'in hâkim olduğu coğrafyalarda bulunmuş olması, Kutadgu Bilig'in, vaktiyle bütün Türk dünyasına yayılmış olduğunu gösterir. Yayık nehrinin ağzına yakın, Saraycık denilen yerde, üzerinde Kutadgu Bilig'den alınmış dizelerin olduğu bir çömleğin bulunması, bugüne kadar bulunan nüshaları az olmasına rağmen, zamanında epeyce meşhur olduğunu düşündürtür. Kutadgu Bilig allegorik bir münâzara karakterindedir. Eserin temeli dört kavram üzerine kurulmuş; bunlar kişileştirilerek eserin dört kahramanı ortaya çıkartılmıştır. Bunlar dört kişi olmakla beraber, kitap ikili konuşmalardan oluşur. Dört temel kavram ve bunları temsil eden kişiler şunlardır:
Kün-Togdı (hükümdâr): 'köni törü' (Adâlet) Ay-Toldı (vezir): 'kut' Ögdülmiş (vezirin oğlu): 'ukuş' (Akıl) Odgurmış (vezirin kardeşi): âkıbet (hayatın sonu) Bu dört kişi arasında geçen konuşmalarda; birey, toplum ve devlet hayatının düzenlenebilmesi için gerekli olan görgü, bilgi ve erdemlerin neler olduğu ve bunların nasıl elde edilip kullanılacağı anlatılır. Böylelikle, ideal olan devlet ve toplum yapısı belirlenmek istenir.
Sadece dört kavramın birbirleriyle olan ilişkileri veya temsilci kişilerin konuşmalarının içerikleri açılarından sonuçlar çıkarmak mümkün olduğu gibi, her iki durum gözetilerek de değerlendirme yapılabilir. Bugüne kadar, eser ile ilgili yapılan çalışmalarda, üzerindeki Hint-İran, Çin, Yunan ve İslâm etkileri vurgulanmıştır. Bunların hepsi mümkün olabilir. Türkler İslâmiyet'i doğrudan doğruya Araplar'dan değil, aranlılar vasıtasıyla almışlar ve özellikle Maveraünnehir'deki İran kültürüyle ilişkide olmuşlardır. Çin'i ikibin yıldır tanımaktadırlar ve kültür alışverişinde bulunmuşlardır. İslâm felsefesi ise, Yunan felsefesinin en büyük mirasçısı olmuş; özellikle Aristoteles felsefesi, bu topraklarda, başta Fârâbî ve İbn-i Sinâ olmak üzere temsil edilmiştir.
Hakkında Ön Bilgi
Karahanlılar dönemi hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız gibi; bu devletin 'vatandaşı' olan Yusuf hakkındaki bilgilerimiz de yok denecek kadar azdır. O'nun hakkında bütün bildiklerimiz, eseri okuyuculara takdim etmek amacıyla, sonradan ve başkalarınca eserin başına eklenen mukaddimelerin verdiği bilgilere ve eserin kendisinden çıkarılabilecek ipuçlarına dayanmaktadır.
Bu ipuçlarına dayanılarak, hayatının bazı yönlerini tespit ve tahmin etmek mümkün ise de; tam bir biyografisini oluşturmak imkânsızdır. Kitap boyunca adını bile sadece bir kez, "Kitap sahibi Yusuf, büyük has hacib, kendi kendine nasîhat eder" başlıklı, son bölümünde anmıştır. Bu başlıktan baş teşrifatçı olduğu da anlaşılmaktadır.
Esere eklenen mukkadimenin bildirdiğine göre, Yusuf Balasagun'ludur. Kitabın yazıldığı çağlarda Balasagun şehri 'Kuz-Ordu' adını taşıyor ve Kaşgar ile birlikte, XI. yüzyıl Orta Asya Türk kültürünün ve dilinin merkezi sayılıyordu. Balasagun'un asîl ailelerinden birine mensup olan Yusuf, eserinin esasını burada yazmış ve düzenlemiş, ancak son şeklini doğduğu yerden ayrıldıktan sonra gittiği Kaşgar'da vermiştir. Kitabını huzurunda okuyarak, Tavgaç Kara Buğra Han'a sunmuş; O da çok beğenerek Yusuf'a Has Hâcib ünvanı vermiş ve onu kendi yakınları arasına almıştır. Herkese yarayan fakat hükümdârlara daha çok yarayan6 kitaba 'Kutadgu Bilig' adını vermesini, "kitaba Kutadgu Bilig adını koydum ki, okuyanı kutlandırsın" diyerek açıklar. Yusuf, üzerinde 18 ay uğraştığı eserini 1069/1070'de tamamladığına ve yazmaya başladığı zaman 50 yaşlarında bulunduğuna bakılırsa 1018/1019 yıllarında doğmuş olmalıdır. Ölüm tarihi hakkında bilgimiz olmamakla birlikte, eserin sonradan eklenen kısımda iyice ihtiyarladığını söylemesinden uzun yaşadığı düşünülebilir.Karahanlı Devleti döneminde Türkler ileri bir uygarlığa sahiptiler. Arap, Fars, Çin, Hint ve Batı uygarlıkları ile temas halindeydiler ve buralardaki gelişmeleri izleyebiliyorlardı. Türkler İslâmiyeti kabul ettikleri zaman yazıya, kitaba, eğitime yabancı barbar bir millet değildiler10. Karahanlılar, İslâm kültür dairesine girmiş olmakla birlikte, köken olarak doğularındaki yüksek Uygur kültürüne de bağlıydılar ve bu kültür, Çin tarihçilerine göre, daha V. asırda oldukça parlak ve geniş bir edebiyata sahipti; yazılı eserleri olduğu gibi, hanların sarayında vakânüvisler de bulunurdu. Meşhur Çin elçisi Wang Yen-Te onuncu asırda, Uygur ülkesinde gördüğü kitaplıklardan bahseder.
İşte, Yusuf böyle bir kültür ortamında yetişmiş bir Türk entelektüelidir. O, Kutadgu Bilig'i yazdığı sıralarda, Kaşgar yakınlarında, Sıngı-Seli-Tutung Budist sutrası Suvarnaprabhasa'yı Altun-Yaruk adı altında Türkçe'ye çevirmekte Kaşgarlı Mahmud ise, meşhur lûgatını kaleme almaktaydı. Yusuf, çevresinde bulunan büyük kültürlere ve bunların dillerine âşina idi ve eserinden anladığımız kadarıyla edebiyata, ilâhiyata, folklora, siyasete, felsefeye ve devrinin tüm pozitif bilimlerine ilişkin ansiklopedik bilgiye de sahipti. Hatta, devrinin bilginlerine Öklid geometrisi bilmeleri gerektiğini tavsiye ediyordu. Yusuf, devlet adamı olma sıfatı ile Budist ve Manihaistlerle de sık sık görüşmüş, bu inanç sistemlerini de yakından tanımıştı. Bütün bunlarla birlikte, Yusuf, Türklüğünün bilincinde olmuş; geçmişine ve diline bağlı kalmıştır. Bu tavrı ile o, Bilge Kağan'lardan beri aktarılan zihniyeti taşıyan hattın bir unsuru olmuştur.
Yusuf, İslâmiyet'in etkisiyle değişmekte olan Türk-Uygur toplumunun geleneksel ahlâki ve hukukî telâkkilerini tespit etmiş; yaşadığı çevrenin sosyal ahlâkını, devlet yönetimi hakkındaki esaslarını, hukuk anlayışlarını ve askerlik esaslarını unutulmaktan kurtarmış ve gelecek kuşaklara aktararak, elde edilmiş kültür hazinesinin yaşamasını sağlamıştır. Yusuf'un eseri sadece bu yönüyle değil, İslâmiyet'i kabul etmekle yepyeni bir medeniyet çevresine giren bir toplumun, şiddetle sarsılan eski ve geleneksel değerlerini yeni bir senteze vardırmak endişe ve çabasını yansıtması bakımından da çok önemlidir. Yusuf, bu süreçte kendini gösteren münzevî zahid tipine karşı, şiddetle, insanın toplum içindeki yaşayışını savunuyordu.Yusuf'a ilişkin son bir bilgi olarak; Arsal'ın -ihtiyat kapısını açık bırakmak şartı ile-Kutadgu Bilig'de kut'u temsil eden Ay-Toldı ile Aklı temsil edenÖgdülmiş'inşahısların da, şâirin kendisini tasvir etmiş olduğunu sandığını söyleyebiliriz.B.Kutadgu BiligKutadgu Bilig, İslâm-Türk klâsik edebiyatının, şimdilik ilk Türk eseridiEdebî bakımdan ilk sayıldığı gibi, dil bakımından da Orta Türkçe veya daha dar bir sahada düşünürsek, Hakaniye Türkçesi'nin ilk örneğidir. Kitabın yazıldığı lehçe, Karahanlı Devleti'ndeki bütün boyların konuşma dili değil, anlaşma dili, yani devlet ve yazı dili idi. Kaşgarlı Mahmud'un bu lehçeyi 'Hakaniye' adıyla anması da bunu göstermektedir. Kutadgu Bilig'de dil henüz saflığını korumaktadır.
Eserde güçlü bir İslâm-İran etkisi olmakla birlikte Arapça ve Farsça sözler yüz tane kadardır. İlginç olan, bunların içinde İslâmiyet'e ait 'helâl, haram, ecel, şükür, dua, şeriat, tarikat, fazl, nimet' gibi sözcükler bulunmasına rağmen ve Yusuf da müttaki bir Müslüman olduğu halde, '
En dikkat çekici olanı ise 'Tengri Taâla' ifadesidir ve bir sentezin sembolü gibidir. Eserin adı 'kutadgu' ve 'bilig' gibi iki Türkçe kelimeden meydana gelmiş bir tamlamadır. Tamlanan 'bilig' kelimesi, 'bil-' fiil kökünden '-g' fiilden isim yapma eki ile yapılmış bir isim olup, 'bilgi' demektir. Tamlayan 'Kutadgu' kelimesi ise, 'kut' isim kökünden '-ad-' isimden fiil yapma eki ile yapılmış 'kutad-' fiilinden '-gu' eki ile yapılmış bir isimdir.
Kutadgu Bilig, 'kutlandıran bilgi' veya 'kutlu olma bilgisi' demektir. Bu çeviri üzerinde anlaşılmakla birlikte, kök unsur olan 'kut' kelimesinin anlamı üzerinde bir türlü fikir birliğine varılamamıştır. Vámbéry, Radloff ve Thomsen bu sözün 'saadet' anlamında kullanıldığını düşünmüşlerdir; Barthold'a göre 'majeste' (Haşmetmeab) karşılığı olarak kullanılmıştır. Arsal ve Kafesoğlu, kelimenin 'siyasî iktidar' kavramını ifade ettiğini, 'tâlih', 'saadet', 'bahtiyarlık' gibi karşılıkların ikinci plânda kalan ve ancak sonraları ortaya çıkan tâli anlamlar olduğu kanaatindedirler. Karamanlıoğlu, 'kut' kavramının tamamen 'devlet' sözünün bugün de ifade ettiği anlamlar karşılığı olduğunu kabul ediyor; yani, hem hükümranlık hem saadet. Bu yorum, doğruya en yakın olanı gibi görünmektedir.
Bütün bu tartışmalar boyunca, Yusuf'un bilerek bir 'dil oyunu' yapmış olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Belki de, bu dil oyunu sayesindedir ki, Kutadgu Bilig felsefî yoruma daha uygun bir hale gelmiştir: Hükümdâr olabilecek kişi, hükümdâr olmakla, ancak kendini gerçekleştirebilir. Bu gâyeye eriştiğinde tamamlanmış olur ve aynı anda mutluluğa da kavuşur. Zirâ, mutluluğun önündeki en büyük engel 'eksiklik'tir.
Kutadgu Bilig'in bu güne değin üç nüshası bulunmuştur. Bunların hepsi de eserin yazıldığı dönemden çok sonra, eserin aslından değil de, kopyalarından alınmış ikinci kat kopyalardır. Bu nüshalar, bulundukları yerlerin adları ile Viyana, Mısır ve Fergana nüshaları olarak anılırlar. Uygur harfleri ile yazılı olan Viyana nüshası 1439'da Herat'ta kopya edilmiştir. Aynı yüzyıl içinde Tokat'a, oradan da 1474'de İstanbul'a getirilmiştir. Ünlü tarihçi Hammer, bunu XIX. yüzyıl başlarında İstanbul'da satın alarak Viyana Saray Kitaplığı'na vermiştir. Bilim dünyasında ilk tanınan nüsha budur. Arap harfleri ile yazılı olan ve Kahire'deki Kral Kitaplığı'nda bulunan Mısır nüshasının ne zaman yazıldığı belli değildir. Bu nüsha 1896'da tespit edilmiştir. 1914'de bulunan ve yine Arap harfleri ile yazılmış olana Fergana nüshası ise, eldeki nüshaların en eskisidir ve XIII. yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır.Her üç nüshanın tıpkıbasımları Türk Dil Kurumu'nca yayımlanmıştır. Bu üç nüshanın karşılaştırılması ile meydana getirilen metin ve eserin günümüz Türkçesi'ne çevirisi, Reşit Rahmeti Arat tarafından hazırlanmıştır.
Arat'ın hazırladığı karşılaştırmalı nüsha 88 bölümden oluşmaktadır. Baştaki 11 bölüm giriş, 74 bölüm asıl konu, son 3 bölüm de bitiriş bölümleridir.
Eser, genellikle mesnevî biçimiyle, sondaki bitiriş bölümleri de kaside biçimiyle yazılmıştır; bunlar 6299 beyit tutmaktadır. İçinde 173 tane de dörtlük vardır ki, hepsi birden 13.290 dize etmektedir. Bu dörtlükler biçimdeki millî unsuru teşkil etmektedirler.Kitabın başında sonradan başkalarınca eklenmiş olan, nesir ve nazım olmak üzere iki önsöz vardır; bunlar eserin yazarı, konusu ve şöhreti hakkında bilgi vermektedirler.
Sözü edilen üç nüshanın da Türkler'in hâkim olduğu coğrafyalarda bulunmuş olması, Kutadgu Bilig'in, vaktiyle bütün Türk dünyasına yayılmış olduğunu gösterir. Yayık nehrinin ağzına yakın, Saraycık denilen yerde, üzerinde Kutadgu Bilig'den alınmış dizelerin olduğu bir çömleğin bulunması, bugüne kadar bulunan nüshaları az olmasına rağmen, zamanında epeyce meşhur olduğunu düşündürtür. Kutadgu Bilig allegorik bir münâzara karakterindedir. Eserin temeli dört kavram üzerine kurulmuş; bunlar kişileştirilerek eserin dört kahramanı ortaya çıkartılmıştır. Bunlar dört kişi olmakla beraber, kitap ikili konuşmalardan oluşur. Dört temel kavram ve bunları temsil eden kişiler şunlardır:
Kün-Togdı (hükümdâr): 'köni törü' (Adâlet) Ay-Toldı (vezir): 'kut' Ögdülmiş (vezirin oğlu): 'ukuş' (Akıl) Odgurmış (vezirin kardeşi): âkıbet (hayatın sonu) Bu dört kişi arasında geçen konuşmalarda; birey, toplum ve devlet hayatının düzenlenebilmesi için gerekli olan görgü, bilgi ve erdemlerin neler olduğu ve bunların nasıl elde edilip kullanılacağı anlatılır. Böylelikle, ideal olan devlet ve toplum yapısı belirlenmek istenir.
Sadece dört kavramın birbirleriyle olan ilişkileri veya temsilci kişilerin konuşmalarının içerikleri açılarından sonuçlar çıkarmak mümkün olduğu gibi, her iki durum gözetilerek de değerlendirme yapılabilir. Bugüne kadar, eser ile ilgili yapılan çalışmalarda, üzerindeki Hint-İran, Çin, Yunan ve İslâm etkileri vurgulanmıştır. Bunların hepsi mümkün olabilir. Türkler İslâmiyet'i doğrudan doğruya Araplar'dan değil, aranlılar vasıtasıyla almışlar ve özellikle Maveraünnehir'deki İran kültürüyle ilişkide olmuşlardır. Çin'i ikibin yıldır tanımaktadırlar ve kültür alışverişinde bulunmuşlardır. İslâm felsefesi ise, Yunan felsefesinin en büyük mirasçısı olmuş; özellikle Aristoteles felsefesi, bu topraklarda, başta Fârâbî ve İbn-i Sinâ olmak üzere temsil edilmiştir.