[KRSAG=https://img.mevsim.org/images/2020/09/27/kul_tegin.jpg][/KRSAG]
Türkistan ile Japonya arasındaki tarihî ve kültürel bağların kökeni çok eskilere kadar gider. Öyle ki Hunlar, Kök Türkler, Uygurlar, Cengiz Han (özellikle Kubilay Han) dönemlerinden kalma derin bağlar söz konusudur. Çünkü her iki ülke insanı da Altay kökenli olup, Altay dil ailesi içerisinde yer alır.
Şimdi her iki ülke halkı arasında tarihin derinliklerinden gelen güçlü bağları somutlaştıran birkaç örnek verelim.
1. resimde gördüğünüz tarihî heykel başı Kök (Gök) Türklerin ve dahi Türk ordusunun efsane başkomutanlarından Köl (Göl) Tigin’e aittir.
2. resimdeki heykel başı ise Japon tarihinin, kültürünün en ünlü simgelerinden biri olan Tabatsu Bishamon’a aittir.
Başlarındaki kalpakta -“başına talih kuşu konmuş” sözünün de kaynağı olan- Tuğrul kuşu bulunmaktadır. Destanda, Oğuz Kağan’ın ilk eşinin bu kuş tarafından gökyüzünden getirildiği anlatılır. Oğuz Kağan’ın bu ilk eşinden Bozoklar yani Gün Han, Ay Han ve Yıldız Han urukları türemiştir. Macaristan’ın da ulusal simgelerinden olan bu kuşa, Macar kardeşlerimiz “Turul” demektedir bu arada.
[KRSOL=https://img.mevsim.org/images/2020/09/27/7d4d9dffce7a258da621f80fdba25498.jpg][/KRSOL]Şimdi her iki ülke halkı arasında tarihin derinliklerinden gelen güçlü bağları somutlaştıran birkaç örnek verelim.
1. resimde gördüğünüz tarihî heykel başı Kök (Gök) Türklerin ve dahi Türk ordusunun efsane başkomutanlarından Köl (Göl) Tigin’e aittir.
2. resimdeki heykel başı ise Japon tarihinin, kültürünün en ünlü simgelerinden biri olan Tabatsu Bishamon’a aittir.
Başlarındaki kalpakta -“başına talih kuşu konmuş” sözünün de kaynağı olan- Tuğrul kuşu bulunmaktadır. Destanda, Oğuz Kağan’ın ilk eşinin bu kuş tarafından gökyüzünden getirildiği anlatılır. Oğuz Kağan’ın bu ilk eşinden Bozoklar yani Gün Han, Ay Han ve Yıldız Han urukları türemiştir. Macaristan’ın da ulusal simgelerinden olan bu kuşa, Macar kardeşlerimiz “Turul” demektedir bu arada.
Tabatsu, kulaklarında küpeleri ile tasvir edilmiştir. Hunlardan bu yana Türk erkeklerinin saçlarını uzatıp belik ördükleri, küpe taktıkları bilinmektedir. Hatta bu gelenek Anadolu’da, Selçuklu Hanedanlığı döneminde de sürmüştür. Selçuklu döneminden kalma minyatürlerde açıkça görülür. Yine Yavuz Sultan Selim sanılmasına rağmen gerçekte Şah İsmail’e ait olan ünlü resim/tablo başta olmak üzere minyatür vb. kaynaklarda Şah İsmail, palabıyığı ve kulağında küpesi ile tasvir edilmiştir.
Japonya ve Japonlar denildiğinde ilk akla gelen olgulardan biri de Samuray geleneğidir kuşkusuz. Samuray kültürünün ve kılıçlarının kaynağı/kökeni ise Kök Türkler dolayısı ile Türkistan’dır. Hatta bu konuyla ilgili olarak Moğolistan’da uluslararası çapta bir bilgi şöleni (konferans) düzenlenmiş ve şölene Japonya’dan da -hem devlet hem üniversiteler bazında- katılımlar olmuştur.
[KRSAG=https://img.mevsim.org/images/2020/09/27/yavuz-sultan-selim-portre-resim.jpg][/KRSAG]Japonya ve Japonlar denildiğinde ilk akla gelen olgulardan biri de Samuray geleneğidir kuşkusuz. Samuray kültürünün ve kılıçlarının kaynağı/kökeni ise Kök Türkler dolayısı ile Türkistan’dır. Hatta bu konuyla ilgili olarak Moğolistan’da uluslararası çapta bir bilgi şöleni (konferans) düzenlenmiş ve şölene Japonya’dan da -hem devlet hem üniversiteler bazında- katılımlar olmuştur.
Türkistan ve Japonya arasındaki ortak bağlar, benzerlikler bunlarla da bitmez. Her iki ülkenin halkı arasında aile ilişkileri misal ailenin en büyüğünün aile reisi sayılması, büyüklere saygı, yemek yeme adetleri ki her iki ülkede de yer sofrası ve mantı yemeği yaygındır, konukseverlik, yardımlaşma, kan kardeşliği, düğün ve beşik gelenekleri, her iki dildeki -ses ve anlam yönünden aynı olan- yüzlerce sözcük… diye giden çok sayıda ortak nokta bulunmaktadır.
Her iki ülkede konuşulan dilin Altay dil öbeğinden (group) olması, sondan eklemeli olması, cinsiyet ayrımının olmaması, yüklemin cümle sonunda bulunması, ünlü uyumunun bulunması gibi ortak özelliklerin yanında çok sayıda ortak sözcük de vardır. Bu sözcüklerin bazıları şunlardır: Antalya’ya-Antalya e, atasagun (hekim)-sagun, avare-aware, bağla-ba, başlık (poşu/puşi, şapka)-boşi, ben-ba, büyük-biggu, can-chan, çay-cha, çok-cho, damar-tama, de-de, deri-dire, dost (arkadaş)-doşi, gitti-itta, giy-gi, han (kağan)-han, harita-çizu, hava baloncuğu (köpük)-awa, ırmak-urumakku, içi-uçi, imiş-imas, iyi-ii, kadın (ana)-onna, kak-kaku, kapak-kaba, kara-kuro, katı-katai, kırar-kireru, ki-ka, köken-kigen, koyu-koi, moruk-moroku, ne-nani, örmek-oru, özsu (şıra)-siru, sarı (kırlaşmış)-kiro, ses-sasa, sirke-siramui, sonra da-sore de, su-sui, şaşı-şaşi, şimdi (imdü/imdi)-ima, tartaklama-tataku, tepe-teppen, umut (ummak)-omoi, uzak (taa)-tooi, var-wa, yabancı-yaban, yak-yaku, yakı (ilaç)-yaku (eczane), yamaç-yama, yanmak-yaku, yaraştı-yaraşi, yeşillik-yasai, yukarı-agaru…
Ve harakiri… Japonca karan/hara sözcüğü “karın” demektir. Buradaki “k” ve “h” değişmesi kök Türkçenin karakteristik özelliklerinden olan “kh” birleşik damgası (harf) olup; Sakha (Saka/Saha), khan (han), Khorasan (Horasan) diye giden çok sayıda kullanım alanı bulunmaktadır. Hatta günümüzdeki bazı Türk topluluklarında “kh” sesi, “x” damgası ile gösterilmektedir. Yine Japonca “kiri” ile Türkçe “kertmek (ker + t + mek)” anlam ve ses bakımından tıpatıp aynı olan sözcüklerdir. Kertme, kertik, kertikli vb. kullanım biçimleriyle Anadolu Türkçesinde de kullanılmakta olup; “harakiri” deyimi Türkçede “karın kesmek” anlamına gelmektedir.
Peki, ya Çin?.. O dönemde Çin, -Türk soylu olduğu söylenen ve ordusunun büyük bölümü Türklerden oluşan- Tang Hanedanlığı tarafından yönetilmektedir. Aslına bakarsanız (hadd-i zatında) Çin’den, Baltık Denizi’ne; Kuzey Buz Denizi’nden, Kuzey Afrika’ya kadar olan sahada Türklerin egemenliği (hâkimiyet) -Türk tarihi üzerine derin araştırmaları bulunan ünlü tarihçi Jean Paul Roux’un da ifade ettiği üzere- neredeyse iki bin yıl sürmüştür. Hz. Muhammed’in “Türkler, dünyaya iki kez hâkim olacaklar.” sözüne (hadis) ve sosyalbilimcilerin, gelecekbilimcilerin (fütürist) vb. bu ikinci hâkimiyetin başlangıcını 21. yüzyıl olarak öngörmelerine bakılırsa Prof. Dr. Osman Turan’ın “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi” olarak kitaplaştırdığı bu ülkünün, egemenliğin gerçekleşmesine az kaldığını söyleyebiliriz. Ve tabi dileğimiz de beklentimiz (temenni) de en az ilki kadar uzun sürmesi yönündedir.
Kendisine veda ziyaretine gelen ve Türkiye’den ayrılacağı için üzgün olan Japon elçiyi teskin etmek için “Üzülmeyiniz… Bir gün tüm Türk devletleri Çin Seddi’nde buluşacağız.” diyen büyük önder Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir başka sözü ile noktayı koyalım: “Türk budur; yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”
Her iki ülkede konuşulan dilin Altay dil öbeğinden (group) olması, sondan eklemeli olması, cinsiyet ayrımının olmaması, yüklemin cümle sonunda bulunması, ünlü uyumunun bulunması gibi ortak özelliklerin yanında çok sayıda ortak sözcük de vardır. Bu sözcüklerin bazıları şunlardır: Antalya’ya-Antalya e, atasagun (hekim)-sagun, avare-aware, bağla-ba, başlık (poşu/puşi, şapka)-boşi, ben-ba, büyük-biggu, can-chan, çay-cha, çok-cho, damar-tama, de-de, deri-dire, dost (arkadaş)-doşi, gitti-itta, giy-gi, han (kağan)-han, harita-çizu, hava baloncuğu (köpük)-awa, ırmak-urumakku, içi-uçi, imiş-imas, iyi-ii, kadın (ana)-onna, kak-kaku, kapak-kaba, kara-kuro, katı-katai, kırar-kireru, ki-ka, köken-kigen, koyu-koi, moruk-moroku, ne-nani, örmek-oru, özsu (şıra)-siru, sarı (kırlaşmış)-kiro, ses-sasa, sirke-siramui, sonra da-sore de, su-sui, şaşı-şaşi, şimdi (imdü/imdi)-ima, tartaklama-tataku, tepe-teppen, umut (ummak)-omoi, uzak (taa)-tooi, var-wa, yabancı-yaban, yak-yaku, yakı (ilaç)-yaku (eczane), yamaç-yama, yanmak-yaku, yaraştı-yaraşi, yeşillik-yasai, yukarı-agaru…
Ve harakiri… Japonca karan/hara sözcüğü “karın” demektir. Buradaki “k” ve “h” değişmesi kök Türkçenin karakteristik özelliklerinden olan “kh” birleşik damgası (harf) olup; Sakha (Saka/Saha), khan (han), Khorasan (Horasan) diye giden çok sayıda kullanım alanı bulunmaktadır. Hatta günümüzdeki bazı Türk topluluklarında “kh” sesi, “x” damgası ile gösterilmektedir. Yine Japonca “kiri” ile Türkçe “kertmek (ker + t + mek)” anlam ve ses bakımından tıpatıp aynı olan sözcüklerdir. Kertme, kertik, kertikli vb. kullanım biçimleriyle Anadolu Türkçesinde de kullanılmakta olup; “harakiri” deyimi Türkçede “karın kesmek” anlamına gelmektedir.
Peki, ya Çin?.. O dönemde Çin, -Türk soylu olduğu söylenen ve ordusunun büyük bölümü Türklerden oluşan- Tang Hanedanlığı tarafından yönetilmektedir. Aslına bakarsanız (hadd-i zatında) Çin’den, Baltık Denizi’ne; Kuzey Buz Denizi’nden, Kuzey Afrika’ya kadar olan sahada Türklerin egemenliği (hâkimiyet) -Türk tarihi üzerine derin araştırmaları bulunan ünlü tarihçi Jean Paul Roux’un da ifade ettiği üzere- neredeyse iki bin yıl sürmüştür. Hz. Muhammed’in “Türkler, dünyaya iki kez hâkim olacaklar.” sözüne (hadis) ve sosyalbilimcilerin, gelecekbilimcilerin (fütürist) vb. bu ikinci hâkimiyetin başlangıcını 21. yüzyıl olarak öngörmelerine bakılırsa Prof. Dr. Osman Turan’ın “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi” olarak kitaplaştırdığı bu ülkünün, egemenliğin gerçekleşmesine az kaldığını söyleyebiliriz. Ve tabi dileğimiz de beklentimiz (temenni) de en az ilki kadar uzun sürmesi yönündedir.
Kendisine veda ziyaretine gelen ve Türkiye’den ayrılacağı için üzgün olan Japon elçiyi teskin etmek için “Üzülmeyiniz… Bir gün tüm Türk devletleri Çin Seddi’nde buluşacağız.” diyen büyük önder Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir başka sözü ile noktayı koyalım: “Türk budur; yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”