Selçuklu Sonrasinda Eser Veriminde Büyük Patlama
Selçuklu Devleti döneminin ardından gelen Beylikler Dönemi, özellikle Türkçe eserler bakımından bir hayli verimli olmuştur. Bu dönemde gerek manzum gerek mensur bir çok eserin verildiği görülmektedir. Bu dönemde eser veriminde çok büyük bir artış olmasının birkaç nedeni olduğu söylenebilir. Şüphesiz bunların başında İslâm dinini yeni öğrenmeye çalışan toplumun aydınlatılması gereksiniminin hem yöneticiler hem de şair ve yazarlar tarafından hissedilmesi yer almaktadır.
İslâmiyeti yeni kabul eden Türkler, uzun süre sınır boylarında bulunmuşlar ve Selçuklu Devletinin yıkılışına kadar da bu konumlarını sürdürmüşler; dolayısı ile da Türkçeyle manzum ya da mensur ürün verme noktasında bir hayli kısır bir dönem yaşanmıştır. 1243’te bu dönemin sonunu getiren Kösedağ Savaşıyla beraber sınır boylarında eksiksiz olarak yerleşik hayata geçmemiş biçimde yaşamakta olan Türkler, beylikler halinde egemenliği ele geçirmişlerdir.
Bu beyliklerin yöneticilerinin şair ve yazarları Türkçe yazmaya ve başka dillerdeki önemli eserleri Türkçeye çevirmeye teşvik etmeleri, bir süre suskun kalan Türk şair ve yazarlarını yüreklendirmiş; İslâm dinini halka tanıtma arzusunun da vermiş olduğu gayretle bir çok telif ve çeviri eser kaleme alınmıştır.
13. Yüzyılda Anadolu sahasında Mevlânâ, Hacı Bektaş-ı Velî ve Sultan Veled gibi daha çok Arapça ve Farsça yazanlar dışında Yunus Emre ve Hoca Dehhânî gibi Türkçe eserleriyle tanınan şair sayısı çok az iken bu sayı, 14. Yüzyılda Âşık Paşa, Gülşehrî, Nesîmî, Ahmedî, Kadı Burhâneddîn, Ahmed Fakîh, Hoca Mes‘ûd, Eflâkî, Kul Mes‘ûd, Şeyhoğlu Mustafa, Erzurumlu Darîr, Hamzavî gibi isimlerle birdenbire patlama noktasına ulaşmıştır.
Âşık Paşa’nın Garîbnâme, Fakrnâme, Vasf-ı Hâl (Hikâye), Kimyâ Risâlesi, Elifnâme; Gülşehrî’nin Mantuku’t-Tayr (=Gülşennâme), Feleknâme, Arûz-ı Gülşehrî, Kerâmât-ı Ahî Evrân, El Muhatasar Tercümesi, Hoca Mes‘ûd’un Süheyl ü Nevbahâr (=Kenzü’l-bedâyî), Ferhengnâme-i Sa‘dî; Şeyyâd Hamza’nın Yûsuf u Zelîhâ, Dâstân-ı Sultân Mahmûd, Ahvâl-i Kıyâmet; Ahmed Fakîh’in Çerhnâme, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe; Şeyhoğlu Mustafa’nın Kenzü’l-küberâ Mehekkü’l-ulemâ, Marzubannâme, Kâbûsnâme çevirisi, Tâberî Tarihi, Hûrşîd ü Ferahşâd; Ahmedî’nin Dîvân, İskendernâme, Mirkatü’l-Edeb, Mîzânü’l-Edeb, Mi‘yârü’l-Edeb, Bedâyiu’s-Sihr fî Sanâyi‘i’ş-Şi‘r, Cemşîd u Hûrşîd, Tervîhu’l-Ervâh, Kasîde-i Sarsarî Şerhi, Hayetü’l-ukalâ, Yûsuf u Züleyhâ; Seyyîd Nesîmî’nin Türkçe Dîvân, Farsça Dîvân; Kadı Burhaneddîn’in Türkçe Dîvân, İksîru’s-Sa‘âdât fî Esrâri’l-İbâdât, Tercîhu’t-Tavzî; Erzurumlu Darîr’in Sîretü’n-Nebî, Fütûhu’ş-Şâm, Yüz Hadis Tercümesi, Yûsuf u Züleyhâ; Kirdeci Ali’nin Dâsitân-ı Hamâme, Dâsitân-ı Ejderhâ, Hikâye-i Delletü’l-Muhtel, Kesikbaş Destanı; Yusuf Meddâh’ın Varka ve Gülşâh, Hâmûşnâme, Dâsitân-ı İblîs, Maktel-i Hüseyn; Eflâkî’nin Menâkıbu’l-Ârifîn, Kul Mes‘ûd’un Kelile ve Dimne Tercümesi, Hamzavî’nin Hamzanâme, Tursun Fakı’nın Kıssa-i Mukaffâ, Muhammed Hanefî Cengi; İzzetoğlu’nun Tavus Mucizesi, Sadreddîn’in Mu‘cize-i Muhammed Mustafâ, Dâstân-ı Geyik; Kastamonulu Şâzî’nin Maktel-i Hüseyn; İbrahim’in Dâstân-ı Yiğit, Kırşehirli İsâ’nın Dâstân-ı Vefât-ı İbrâhîm, İslâmî’nin Mesnevî, Fahrî’nin Hüsrev ü Şîrîn, Mehmed’in Işknâme, Tutmacı’nın Gül ü Hüsrev, Elvan Çelebi’nin Menâkıbu’l-Kudsiye, Lâdikli Mehmed’in Keşfü’l-me‘ânî, Kemaloğlu İsmail’in Ferahnâme, Pîr Mahmûd’un Bahtiyarnâme adlı eserleri bu dönemde eser verimindeki patlamayı örneklendirecek düzeydedir.
-Alinti-
Selçuklu Devleti döneminin ardından gelen Beylikler Dönemi, özellikle Türkçe eserler bakımından bir hayli verimli olmuştur. Bu dönemde gerek manzum gerek mensur bir çok eserin verildiği görülmektedir. Bu dönemde eser veriminde çok büyük bir artış olmasının birkaç nedeni olduğu söylenebilir. Şüphesiz bunların başında İslâm dinini yeni öğrenmeye çalışan toplumun aydınlatılması gereksiniminin hem yöneticiler hem de şair ve yazarlar tarafından hissedilmesi yer almaktadır.
İslâmiyeti yeni kabul eden Türkler, uzun süre sınır boylarında bulunmuşlar ve Selçuklu Devletinin yıkılışına kadar da bu konumlarını sürdürmüşler; dolayısı ile da Türkçeyle manzum ya da mensur ürün verme noktasında bir hayli kısır bir dönem yaşanmıştır. 1243’te bu dönemin sonunu getiren Kösedağ Savaşıyla beraber sınır boylarında eksiksiz olarak yerleşik hayata geçmemiş biçimde yaşamakta olan Türkler, beylikler halinde egemenliği ele geçirmişlerdir.
Bu beyliklerin yöneticilerinin şair ve yazarları Türkçe yazmaya ve başka dillerdeki önemli eserleri Türkçeye çevirmeye teşvik etmeleri, bir süre suskun kalan Türk şair ve yazarlarını yüreklendirmiş; İslâm dinini halka tanıtma arzusunun da vermiş olduğu gayretle bir çok telif ve çeviri eser kaleme alınmıştır.
13. Yüzyılda Anadolu sahasında Mevlânâ, Hacı Bektaş-ı Velî ve Sultan Veled gibi daha çok Arapça ve Farsça yazanlar dışında Yunus Emre ve Hoca Dehhânî gibi Türkçe eserleriyle tanınan şair sayısı çok az iken bu sayı, 14. Yüzyılda Âşık Paşa, Gülşehrî, Nesîmî, Ahmedî, Kadı Burhâneddîn, Ahmed Fakîh, Hoca Mes‘ûd, Eflâkî, Kul Mes‘ûd, Şeyhoğlu Mustafa, Erzurumlu Darîr, Hamzavî gibi isimlerle birdenbire patlama noktasına ulaşmıştır.
Âşık Paşa’nın Garîbnâme, Fakrnâme, Vasf-ı Hâl (Hikâye), Kimyâ Risâlesi, Elifnâme; Gülşehrî’nin Mantuku’t-Tayr (=Gülşennâme), Feleknâme, Arûz-ı Gülşehrî, Kerâmât-ı Ahî Evrân, El Muhatasar Tercümesi, Hoca Mes‘ûd’un Süheyl ü Nevbahâr (=Kenzü’l-bedâyî), Ferhengnâme-i Sa‘dî; Şeyyâd Hamza’nın Yûsuf u Zelîhâ, Dâstân-ı Sultân Mahmûd, Ahvâl-i Kıyâmet; Ahmed Fakîh’in Çerhnâme, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe; Şeyhoğlu Mustafa’nın Kenzü’l-küberâ Mehekkü’l-ulemâ, Marzubannâme, Kâbûsnâme çevirisi, Tâberî Tarihi, Hûrşîd ü Ferahşâd; Ahmedî’nin Dîvân, İskendernâme, Mirkatü’l-Edeb, Mîzânü’l-Edeb, Mi‘yârü’l-Edeb, Bedâyiu’s-Sihr fî Sanâyi‘i’ş-Şi‘r, Cemşîd u Hûrşîd, Tervîhu’l-Ervâh, Kasîde-i Sarsarî Şerhi, Hayetü’l-ukalâ, Yûsuf u Züleyhâ; Seyyîd Nesîmî’nin Türkçe Dîvân, Farsça Dîvân; Kadı Burhaneddîn’in Türkçe Dîvân, İksîru’s-Sa‘âdât fî Esrâri’l-İbâdât, Tercîhu’t-Tavzî; Erzurumlu Darîr’in Sîretü’n-Nebî, Fütûhu’ş-Şâm, Yüz Hadis Tercümesi, Yûsuf u Züleyhâ; Kirdeci Ali’nin Dâsitân-ı Hamâme, Dâsitân-ı Ejderhâ, Hikâye-i Delletü’l-Muhtel, Kesikbaş Destanı; Yusuf Meddâh’ın Varka ve Gülşâh, Hâmûşnâme, Dâsitân-ı İblîs, Maktel-i Hüseyn; Eflâkî’nin Menâkıbu’l-Ârifîn, Kul Mes‘ûd’un Kelile ve Dimne Tercümesi, Hamzavî’nin Hamzanâme, Tursun Fakı’nın Kıssa-i Mukaffâ, Muhammed Hanefî Cengi; İzzetoğlu’nun Tavus Mucizesi, Sadreddîn’in Mu‘cize-i Muhammed Mustafâ, Dâstân-ı Geyik; Kastamonulu Şâzî’nin Maktel-i Hüseyn; İbrahim’in Dâstân-ı Yiğit, Kırşehirli İsâ’nın Dâstân-ı Vefât-ı İbrâhîm, İslâmî’nin Mesnevî, Fahrî’nin Hüsrev ü Şîrîn, Mehmed’in Işknâme, Tutmacı’nın Gül ü Hüsrev, Elvan Çelebi’nin Menâkıbu’l-Kudsiye, Lâdikli Mehmed’in Keşfü’l-me‘ânî, Kemaloğlu İsmail’in Ferahnâme, Pîr Mahmûd’un Bahtiyarnâme adlı eserleri bu dönemde eser verimindeki patlamayı örneklendirecek düzeydedir.
-Alinti-