Kutsal Kayıplar Atlantis

[FONT=&quot]
kutsal-kayiplar8.jpg
[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]Sular altında kaldığı söylenen efsanevi ada Atlantis de insanoğlunun en fazla merak ettiği ve bulunması için araştırmacıların çalışma yaptığı en kayıplardan biri.[/FONT][FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]
kutsal-kayiplar9.jpg
[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]İspanya'nın güney sahilleri, Girit Adası yakınları, Konya, Kıbrıs ile Suriye arasında Akdeniz'in derinleri gibi birçok değişik bölgede olduğu ileri sürülen medeniyetin izlerini bulmak için her dönem çeşitli çalışmalar yapıldı.
[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]
kutsal-kayiplar10.jpg
[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]Birçok insanın varlığına inandığı Atlantis'ten ilk bahseden ise ünlü düşünür Eflatun. [/FONT][FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]
kutsal-kayiplar11.jpg
[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]Kaynak olarak Atinalı Solon'u gösteren Eflatun'a göre Atlantis, Cebelitarık Boğazı'nın batısında, Libya'dan daha büyük bir ülke.[/FONT][FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]
kutsal-kayiplar12.jpg
[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]
[/FONT]
[FONT=&quot]Eflatun'dan günümüze kadar gelen bilgilere göre, Batı Avrupa ile Libya'yı ezip geçen Atlantis orduları, Atinalıların gösterdiği direnç karşısında gerilemek zorunda kalır ve şiddetli bir deprem sonunda da MÖ 9500'de, bir gece içinde sular altında kalır.[/FONT]
 

Kiana

New member
HanımZade
Katılım
31 May 2017
Mesajlar
280
Tepkime puanı
3
Puanları
0
Cinsiyet
Kadın
[FONT=&quot]Atlantis - Sonsuz Bilmece

Her şey Yunan deniz tanrısı Poseidon ile başladı. Erken zamanlarda tanrılar dünyayı kendi aralarında paylaşırken, Poseidon tarihe Atlantis olarak geçecek adayı seçti ve onu 10 parçaya ayırarak oğulları arasında paylaştırdı.

En büyük ve önemli parçayı ise en büyük oğlu Atlas’a büyük Kral’a verdi.

Atlantiğin soğuk ve karanlık sularına batmasının binlerce yıl ardından, Atlantis tarihin en büyük bilmecelerinden biri olarak varlığını sürdürüyor.

Geçmişte, eğer gerçekten böyle bir uygarlık vardıysa, tarihçilere göre batışı bir günden daha az bir zaman içerisinde gerçekleşti.

Atlantis’in yükselişi ve denizin derinlikleri altında kayboluşu hakkında, yaşayan en büyük hikayeler, M.Ö dördüncü yüzyılda, Yunan düşünür Pluto tarafından kaleme alınmıştı.

Atlantis mimarisindeki zevki, büyük meyve bahçeleri ve bünyesinde barındırdığı hayvanlarla adeta cennet’ten bir parçayı andırıyordu.

Merkezinde bulunan Kraliyet binası, yanında Poseidon onuruna inşa edilmiş tapınak ve dış halkalarda düzen içinde yapılanmış konakları ile Atlantis’i kurtarmaya ne muazzam altın hazineleri ne de kendi kurtulma çabaları yetti.

Manevi değerlerini kaybeden ve gittikçe yozlaşan Atlantis halkı tanrıların tepkisini çekti ve bu muhteşem uygarlığı çabuk ve olağanüstü bir sona sürükledi.

Tarih içerisinde Atlantis zaman zaman diğer gizemli yapı ve yerlerle de bütünleştirildi. Mısır piramitler ve İngiltere’de Stonhenge gibi. Platon’nun anlattığı efsanevi uygarlık hakkında hiç bir zaman somut verilere ulaşılamadı.

Ama büyük bir çoğunluk, Atlantis’in gümüş, bakır ve altından yapılarının, okaynusun altında, bulunabilmek için parladığıma inanıyor.

Muhteşem Bir Uygarlık

Pluto’nun anlattıklarına göre, üç kanal ile çevrelenmiş şehrin merkezinde, yanında Poseidon icin yapılmış tapınak ile birlikte yükselen ve önünde geniş bir avlusu bulunan Kraliyet Binası bulunuyordu.

Yapılar, Poseidon’un en büyük oğlu ve kayıp uygarlığın Kraliyet’in ilk büyük Kralı Atlas tarafından inşa edilmişti.

Ama ondan sonra gelen Hükümdarlar güçlerini ve bilgeliklerini gösterebilmek için bu geometrik dehayı kendilerinin yaptığını büyük bir keyifle belirtmişlerdi.

Saray’a gelmek isteyen ziyaretçiler, binanın önündeki avluya ulaşabilmek için üç kanaldan, kalay ve bakırdan yapılmış ve adeta ateşten yapılmışçasına parlayan duvarlar ve onları ayıran büyük kapılardan geçmek zorundaydılar.

Bütün yapılar öylesine muhteşemdiki, Plato bunları ifade edebilmek için gerekli kelimeleri bulamadığını yazmıştır.

Olağanüstü güzellikteki Kraliyet Binası o güne kadar gördüğü ve ondan sonra da hiç bir zaman göremeyeceği bir güzellikteydi Uygarlığın manevi merkezi Poseidon Tapınağıydı. Burada yapılan toplantılarla kanunlar ve kurallar belirlenirdi.

Tapınak mimari olarak Atlantislilerin, bu alandaki başarısını gözler önüne seren bir abideydi. Etrafı altıntan bir halka ile çevrelenmiş olan bina, kuleleri haricinde tamamiyle gümüşle kaplanmıştı. Kalan bu en uzun ve sivri yapılar içinse gene altın kullanılmıştı.

Tapınağın iç yapısında da, sütün ve duvarlarda, yine altın, bakır ve gümüş kullanılmıştı.

Tapınakta yer alan ve kanatlı altı atın çektiği Poseidon heykeli ise tamamiyle som altında inşa edilmişti.

Uygarlığın ilk Kralı ve dokuz kardeşi, diğer illerin dokuz prensi ile birlikte, her altı ya da yedi yılda bir tapınakta biraraya gelerek toplantı yaparlardı.

Bir boğanın kurban edilmesi ve onun tanrılara ikram edilmesi töreni ardından, altın tabletler üzerine toplantı notlarını yazarlardı.

Akıllıca yönetilen Atlantis halkı uyum içerisinde yaşıyordu. Kalpleri her zaman doğruyu gösteren halk, tam anlamıyla asildi.

Korkunç Hesap Günü

Uygarlığının en yüksek döneminde, Plüto daha doğmadan 9200 yıl önce, Atlantis eşsiz bir konuma gelmiş ve kendini her açıdan geliştirmeyi başarmıştı.

Yine de tüm Atlantis halkı, güç ve üstünlük için hep daha fazlasını istiyordu. Limitsiz ve lüks yaşam tarzı bedelini almakta fazla gecikmedi.

Atlantisliler sahip oldukları zenginliğin yükü altında ezildiler ve bütün faziletlerini kaybettiler. Büyük ordularını Yunanistan’ı zaptetmek için kullandılar.

Ama Zeus, tanrıların Kralı, buyruğunu iletti. İnanılmayacak derecede büyük ve tamiyle yok edici bir ceza. Büyük depremler ve dev dalgalar birbirini takip etti, bütün uygarlık ardında hiç bir iz kalmamacasına denizin dibine gömülerek cezalandırıldı.

Plüto’nun yazdıklarına göre uygarlığın bulunduğu nokta bir daha asla geçilemeyecek ve araştırılamayacak bir hal aldı.

Atlantis : Sonsuz Bilmece

12 Nisan 1939’da 22 yaşında genç bir adam, transa geçtikten sonra Atlantis’in son günleri hakkında açıklamalarda bulundu.

Bu açıklamalarında, Atlantis hemen yok olmadan önce o zamanlar Maya diyarı olarak söylenen ve şimde Yucatan olarak bilinen varlık, okyanusu uçan aracı ile geçerek Ülke’ye vardı. Konuşmacı uyuyan şair olarak anılan Edgar Cayce’ti.

Transa geçerek geçmişten izlenimler aktardığı için kendisine bu isim verilmişti. Cayce, Atlantis Uygarlığında 20 yüzyılda dahi görülemeyecek teknolojilerin kullanıldığını anlattı.

Atlantis dibe batmadan önce hava taşıtları ile ülke’den kaçabilen bir gurubun bilgeliklerini, ulaşabildikleri her köşeye öğretmeye çalıştıklarını belirtti.

Şairin söyledikleri belki o günler için oldukça fantastik olabilirdi. Ama İsa’nın doğumundan 355 yıl önce Atlantis’in hikayesini yazan Pluto ve kuşaktan kuşağa anlatılan bütün hikayeler Atlantis’i bu güne kadar taşıdı.

Denizin dibinde keşfedilmeyi bekleyen kayıp bir cennet!

Dünya üzerinde çözülmeyi bekleyen birbirinden ilgiç bilmece ve gizemlerin olduğu bir gerçek. Bulardan bazıları hemen her gün görebildiğimiz bina ve yerler.

Ama bazıları varki saklı mezarlarında hala keşfedilmeyi bekliyor. 2000’den fazla kitaba, sayılamayacak kadar fazla hikaye ve şair’e ilham kaynağı olan Atlantis, bu güne kadar pek çok bölgede araştırıldı.

Güney Afrika Atlas Dağları’nda, Sahara çöllerinde, Malta ve Akdeniz adalarında. Tunus ve İspanya’da, Yunanistan’da ve Mısır’da. Aynı zamanda kayıp uygarlıklar MU ve Lemuria ile bağlantıları olduğu düşünüldü.

Atlantis Üzerine Araştırmalar ve Bağlantılar
Ignatius Loyola Donnely 1831 yılında Philedelphia’da dünyaya geldi.

Hedefleri ve tutukuları olan, Donneyl genç yaşta babasını kaybettiği halde, annesinin de desteği ile eğitimine büyük bir önem verdi ve başarıyı yakalayarak avukat oldu.

Philedelphi’lı politikacı 1856 yılında doğum yerinden ayrılarak Minnesota’ya taşındı.

Okumak başlıca tutukularından biri olan bürokrat, zamanının büyük bir bölümünü, Kongre Kitaplığında geçiriyor ve ayırım yapmaksızın okuyordu.

1870 yılında Jules Verne’in Denizler Altında 20 bin Fersah kitabını okuyan ve burada Atlantis’in kalıntılarını bulan denizaltı araştırmacılarından etkilenen Donnely, kendini Atlantis ve onun izlerini bulmaya adadı.

1881 yılında Minnesota’daki evinde kısaca Atlantis adını verdiği kendi kitabını, notlarını yazmaya başladı.

Gündüzleri iş harininde vakit bulduğunda, geceleri de kerosen ışığı altında yazmayı sürdüren Donnely yazdıkça kendini daha çok bu işe kaptırdı. Ona göre Atlantis dünya üzerindeki ilk modern uygarlıktı.

Ülkeden ayrılan insanlar, dünyanın çeşitli bölgelerine yerleşmiş, diğer uygarlıkların doğmasını sağlamışlardı.

Hindistan, Mısır, Amerika ve diğer ülkelerin kökeninde hep Atlantis yatıyordu. Donnely aynı zamanda bu tezini kanıtlayacal delillerde bulmuştu.

Mesela Alman bitki bilimcisi Otto Kuntze, Asya ve Amerika’daki tropik bitkilerin kökeninin aynı olduğunu belirtiyor ve örnek olartak muzu gösteriyordu.

Donnely’de muz’un ilk olarak Atlantis’te yetiştirildiğini ve oradan diğer ülkelere geçiş yaptığı tezini savundu.

En öenmli tezi ise, birbirinden uzak uygarlıklar arasındaki kültür benzerlikleri oldu.

Araştırmaları sonucunda Asya uygarlıkları, Amerikan yerlileri ve Orta doğu’daki kültürler arası benzeşmenin sadece bir rstlantıdan ibaret olduğunu kesinlikle reddetti.

Ona göre bu ortaklığın tek cevabı, kültürlerin tek bir merkezden, kayıp Ülke Atlantis’ten geldiği yönündeydi.

Donnely adeta baktığı her yerde tezinin kanıtlarını buluyordu. Bronz çağına ait bulunan spiral şeklindeki bir sembolü örnek aldı.

Aynı tür buluntulara İskoçya’da, İsviçre’de, Meksika’da da rastlanmıştı. Mısır piramitleri ile Meksika’daki piramitler arasında da bağlantı kurdu. Farklı ülke dillerini araştırarak aralrındaki benzerlikleri bile kaleme aldı.

1881’de kitabını tamamlayan Donnely, adını değiştirerek Atlantis: tarih öncesi Dünya olarak isimlendirdi. 1882 yılında yayınlanan kitap Amerika ve İngiltere’de gerekli ilgiyi gördü.

Bu dönem içerisinde zaten popüler olan spiritüalizm ve gizemcilik insanların Atlantis’e ve onun efsanevi hikayesine gerekli ilgiyi göstermesini sağladı.

Aynı dönem içerisinde 1864 yılında Fransız bilgin, Charles-Etienne de Bopurbourg, Madrid Kütüphanesinde yaptığı bilimsel

araştırmada, Mayalar tarafından kullanılan alfabeyi inceledi.

Elinde İspanyol istilacılar tarafından ganimet olarak alınmışs bir tablet bulunan bilimadamı, sembolleri tercüme ettiğinde , eski bir uygarlıktan söz edildiğini anladı.

Sözü edilen uygarlık, bir volkan patlaması sonucu okyanusa batmıştı. Adı geçen uygarlık ise bu günkü dile çevrildiğinde ortaya çıkan kelime “MU” oldu.

Diğer bilim adamları olaya kuşkulu bakıyordu. Ama ilk Maya harabelerini bulan Fransız arkeolog Augustus le Plongeon, bu anahtar alfabeyi ve diğer Maya duvar yazılarını kullanarak kendi araştırmalarını sürdürdü.

Plonogeon’un araştırmasına göre, MU’nun Kraliçesi Moo’nun kardeşleri arasında amansız bir rekabet yaşanmıştı.

Bu rekabet uygarlığı yavaş yavaş yokolma noktasına getirmiş ve Kraliçe Mısır’a kaçarak ve burada İsis adı altında Sfenks’i inşa ettirmiş ve Mısır uygarlığını kurmuştu.

MU’nun felakteinden kurtularak ahayatta kalmayı başaran diğerleri Yucatan’a kaçarak hikayelerini yazmışlar ve büyük tapınaklar inşa etmişlerdi.

Brasseur ve le Plongeon tarafından, Meksika körfezi ve batı karaipler’de battığı öne sürülen Mu ile Atlantis arasında büyük bir benzerlik vardı. Plüto’nun efsanevi uygarlığı Atlantis gibi, Mu da 10 ayrı krallığa ayrılmıştı ve Atlantisle aynı zamanlarda yok olmuştu.

Diğer yandan Rusya’da ise Helena Petrova Hahn ise, karizmatik kişiliği, geçmişe ve geleceğe ait anllattığı hikayeleri ile ilgi kaynağı olan bir kişilikti. Henüz 17 yaşına girmeden Nikifor Blavatsky ile evlenen ve birlikteliği sadece bir kaç ay süren Hahn, ömrünün sonuna kadar Madam Blavatsky adını kullandı.

Sürekli uykusunda gezen, zaman zaman vizyonlar gören ve çok sık seyahat eden Madam Blavatsky , Tibet’te yedi yıl kalmış, budizmin esaslarını öğrenmişti.

Hahn tarafından kurulan Gizli Kuramcılık felsefesi ise iki kitaptan oluşuyordu. Kitaplarında doğudan gelen ruhların kendisine kayıp kıtalar Atlantis ve Lemuria hakkındaki gerçekleri anlattığını açıklıyordu.

O ve muritlerine göre Lemuryalılar insan ırkının 7 soyundan üçüncü kökenini oluşturuyordu. Dördüncü kök ise Lemuryalılardan türeyen Atlantislilerdi. Atlantis ve Lemurya’lılar üzerine bir başka araştırmacı ise Avusturyalı Filozof Rudolf Steiner’di.

Madam Blavatsky’nin fikir ve çalışmaşlarından oldukça etkilenen Steiner de kendi fikirlerini kaleme aldı. Ona göre Atlantisliler atmosfere kadar yükselebilen uçaklar kullanıyorlardı. Kayıp uygarlıklar üzerine yazılan en ayrıntılı inceleme ise yazar W. Scott Elliot’a ait oldu.

Yazara göre Atlantisliler saatte 150 kilometre hız yapabilen ve vrill olarak adlandırılan ve bu gün kullandığımız jet motorları ile aynı itici gücü sağlayan gizemli yakıt ile çalışan uçan araçlar kullanıyorlardı.
[/FONT]
 
Üst
Alt