II. Selim

[KRSAG=https://imgs.stargazete.com/imgsdisk/2019/01/11/110120191050332991074_2.jpg][/KRSAG]
II. Selim, Sarı Selim olarak anılır (28 Mayıs 1524, İstanbul - 15 Aralık 1574, İstanbul), 11. Osmanlı padişahı ve 90. İslâm halîfesidir. Kânûnî Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan'ın oğludur. Kardeşi Bayezid'e karşı Konya'da yapılan savaşı kazanarak, babasının desteğini aldı. Babasının ölümü üzerine, onun tek oğlu olarak 1566 tarihinde on birinci padişah olarak tahta geçti. Padişah olur olmaz ilk seferini Batı’ya yaptı. Ülke sınırlarını Orta Avrupa’ya kadar genişletti. Kıbrıs, Tunus kayıtsız şartsız teslim olanlar arasındaydı. Ülkesinin denizlerde de egemenliğini genişleterek, deniz egemenliğine önem verdi.
Turgut Reis gibi kaptanlar onun zamanında yetişti. Sokollu Mehmed Paşa gibi çok güçlü bir vezire sahipti, devlet işlerinde en önemli yardımcısı idi. Onun zamanında İstanbul ve ülkenin çok değişik alanlarında birçok mimari eseri yapıldığı gibi, önemli onarım faaliyetlerini de gerçekleştirdi. Devrinin usta mimarı, Mimar Sinan’a Edirne’de Selimiye Camii'ni yaptırdı. Babasından 14.892.000 km² olarak devraldığı imparatorluk topraklarını, 15.192.000 km² olarak bırakmıştır. 15 Aralık 1574 günü vefat etmiş, Ayasofya'daki türbesine gömülmüştür. Padişahların sefere çıkmama geleneğini başlatmıştır. Ölümüne kadar padişahlığını sürdürmüştür.
[WARNING]Çocukluğu Ve Tahta Geçişi[/WARNING][WARNING][/WARNING]
Şehzade Selim'in çocukluğu İstanbul'da Eski Saray'da geçmiştir. 27 Haziran 1530'da kardeşleri Şehzade Mustafa ve Mehmed ile birlikte At Meydanı'nda bir hafta boyunca süren eşsiz bir eğlence ve törenle sünnet edildi. 16 yaşına kadar sarayda kalıp derin bir saray eğitiminden geçirildi. 1542'de 16 yaşında iken Konya Sancak beyi olarak atandı. 1544'te Manisa Sancak beyi olarak tayin edildi ve Manisa Sancak beyi olarak 1558'e kadar görev yaptı. Manisa'da zamanını eğlence ve av partileri ile geçirdiği bildirilir. 1558'de tekrar Konya Sancak beyliğine atandı ve 1562'ye kadar orada kaldı.

Şehzade Selim babası Kanuni Sultan Süleyman hayatta iken, özellikle 1553'ten sonra, babasına varis olabilecek diğer şehzadelerle taht mücadelesine girişti. Kanuni'nin şehzadelerinden Mustafa, Mahmud, Murad, Mehmed, Abdullah ve Cihangir, babaları sağken ölmüşlerdi. Kanuni'nin çok bağlı olduğu karısı Hürrem Sultan kendi oğullarından Selim veya Beyazid'in taht varisi olmasını istemekteydi. Ağustos 1553'te Kanuni Nahcivan Seferi'nde iken Konya Ereğlisi'nde o sefere katılan Şehzade Mustafa, Hürrem Sultan'ın yakın adamı olan Sadrazam Rüstem Paşa'nın tavsiyesine uyan, babası Kanuni tarafından idam ettirildi. Tahta varis olarak Hürrem Sultan'in iki oğlu Şehzade Beyazıd ve Selim kaldı. 1558'de Hürrem Sultan ölünce bu iki kardeş birbirleriyle açık mücadeleye giriştiler. Amasya Sancak beyi olan Şehzade Beyazıd daha atak ve isyancıydı. Sabırlı ve sağduyulu davranışlı görünen Şahzade Selim babasının desteğini kazandı. 29 Mayıs 1559'da iki şehzade taraftarları ve kendi sancak orduları ile birlikte Konya yakınlarında bir muharebeye giriştiler. Babasının desteğini almış olan Şehzade Selim bu çarpışmadan galip çıktı. Selim kaçan Beyazid'ı Hınıs'a kadar kovalayıp Konya'ya geri döndü. Beyazıd, oğulları ile birlikte, önce Amasya'ya ve sonra babasının kendi üzerine gelmek üzere Üsküdar'da ordugaha geçtiği haberini alınca, 2.000 kişilik ordusuyla İran'a Safavi devletine sığındı. Kanuni, Şah Tahmasp ile yapılan yazışmalarla isyankar oğlunun geri verilmesini istedi. 25 Eylül 1561'de Şah Tahmasp elinde bulunan şehzadeleri Kazvin'de boğdurtup naaşlarını geri gönderdi ve bu cenazeler Sivas'a getirilip gömüldüler. Böylece 1561'de, Konya Sancak beyi olarak bulunan Şehzade Selim, Kanuni'nin rakipsiz tek veliahtı olarak kaldı. Bu nedenle 1562'de devlet başkentine daha yakın olan Kütahya Sancak beyliğine atandı.
Şehzade Selim babasının son seferi olan 1566 son Avusturya Seferi'ne katılmadı. Selim Kütahya yakınlarında Sıçanlı sahrasında avda iken, babasının Zigetvar Kuşatması sırasında 7 Eylül'de öldüğünü, bu ölümü herkesten gizleyen Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa'nin güya fetihname olarak gönderdiği, gizli mektubundan öğrendi. Hemen lalaları Hüseyin Paşa, Hoca Attaullah ve muhasibi Celal Bey ile birlikte bir alayla İstanbul'a hareket etti. 30 Eylül'de Üsküdar'a vardı. Herkes babasının ölümünden habersizdi Üsküdar İskelesi'ne saltanat kayığı ile gelen Bostancıbası Davut Ağa Sultan Selim'in padişahlığını ilk tanıyanlardan biri olarak, onu saltanat kayığı ile Topkapı'ya geçirdi.
[KRSAG=https://www.topragizbiz.com/img/images/safevi-elcisini-kabul-ederken_aaf9f713a019df44.jpg][/KRSAG]
O sırada Tersane ve Tophane'den saltanat topları atılıp yeni sultanın tahta geçtiği halka ilan edildi. Sultan Selim Köşk İskelesinden şehir kapısına kadar özel murassa giyimle at üzerinde alayla geçti ve yolda etraftan gelen halka paralar saçıldı. Saraya gelen Selim tahta oturtuldu ve İstanbul'da bulunan devlet ricali (İstanbul Muhafızı İskender Paşa, Şeyhülislam Ebussuud Efendi vb) tarafından egemenliği tanındı. Bu sırada yapılan harcamaları karşılamak için, özel tören isteyen devlet hazinesi açılması yapılmadı ve ablası Mihrimah Sultan tarafından borç verilen 50.000 altın kullanıldı.

Sultan Selim hemen iki gün sonra orduyu ve babasının cenazesini karşılamak üzere İstanbul'dan ayrıldı. Edirne, Filibe, Sofya üzerinden (genellikle 30 gün çeken yolu) çok hızla geçerek 15 günde Belgrad'a ulaştı. Kanuni'nin ölümü seferden geri dönmekte olan orduya Belgrad'a dört menzil kala açıklandı ve Sultan Selim üzüntüden perişan orduyu Belgrad'da karşıladı. Belgrad'da kılınan cenaze namazından sonra Kanuni'nin naaşı acele İstanbul'a gönderildi. Belgrad'da kalan Sultan Selim orada yeniden bir cülus (tahta çıkma töreni) yapılmasını reddetti. Askere dağıttığı cülus bahşişi de kapıkulu askeri tarafından az görülüp kızgınlıkla karşılandı. Sultan Selim Kasım ayında Edirne'ye vardı ve orada bekledikten ve yollarda kapıkullarının yaptıkları isyankar hareketler altında Aralık'ta İstanbul'a gelebildi.
[WARNING]Saltanatı Sırasında Savaşlar Ve Barışlar[/WARNING][WARNING][/WARNING]
II. Selim Osmanlı tarihinde devlet yönetimiyle ilgilenmeyen ve ordusunun başında sefere gitmeyen ilk padişahtı. Yönetimi kızı Esmehan Sultan'ın kocası olan ve çok başarılı sadrazam olan Sokollu Mehmed Paşa'ya bıraktı. Ayrıca Cülûs bahşişinin ilmiye sınıfına da verilmesi âdetini ilk defa II. Selim çıkarmıştır.
Sakız Adası'nın fethi
Sultan II. Selim'in babası Kanuni Sultan Süleyman'ın ölümünden sonra padişah olduğunda fethettiği ilk yer olarak bilinir. Sokullu Mehmed Paşa komutasındaki birlikler 1566 senesinde adayı fethederek boğazların güvenliğini sağlamışlardır. Ada Venedik ve Cenevizlilerden alınmıştır. Her iki tarafta da fazla kayıp verilmemiştir.
Osmanlıların zaferi ile sonuçlanan ve onlarin Batı Akdeniz'den çıkarılamayacağını bir kere daha ortaya koyan Cerbe muharebesinden (1560) sonra dikkatler Malta'ya çevrilir. Zira Mısır, Trablusgarp, Cezayir ve diğer bazı mühim yerlerin idare ve emniyeti, Malta'nın Osmanlı idaresinde bulunmasını gerektiriyordu. Daha önce temas edildiği gibi Rodos Adası'nın Osmanlılar tarafindan fethini (1522) müteakip Malta Adası, Şarlken tarafindan buradan çıkarılan Saint Jean şövalyelerine verilmişti. Ada, kısa bir zaman içinde şövalyeler tarafindan pek müstahkem bir hale getirilmişti. Cezayir yolu üzerinde bulunan adadaki şövalyeler, korsanlık faaliyetlerini sürdürüyor, Türk ticaret gemilerini vurmak suretiyle Osmanlı ticaretine zarar veriyor ve nihayet Osmanlar aleyhine olan savaşlara (Preveze ve Cerbe gibi) iştirak ediyorlardı. Ayrıca Hıristiyan korsan gemileri de burada kendileri için çok güvenli bir sığınak buluyorlardı. İste bütün bu sebepler göz önüne alındığı zaman Osmanlılar bakımından Malta'nın fethi kaçınılmaz bir gereklilik olarak ortaya çıkıyordu. İspanyollar ise Malta'nın fethinin sonunda Osmanlı donanmasının Sicilya, Napoli ve havalisine geleceğini bildiklerinden, Malta'nın savunmasına büyük bir önem veriyorlardı. Bütün bu diplomatik ve stratejik düşüncelere rağmen Osmanlılar, Malta seferi konusunda pek istekli görünmüyor veya en azından acele etmiyorlardı. Fakat bu sıralarda saray için alınan eşyayı getiren bir Türk gemisinin Zenta ve Kefalonya adaları arasında 7 Malta korsan gemisi tarafindan zapt edilmesi, adanın, Osmanlılar tarafindan zaptı hakkındaki tasavvur ve düşünceyi meydana çıkardı.
[KRSAG=https://www.topragizbiz.com/resim/images/ts0009.jpg][/KRSAG]
Yıllardan beri "ahali-i İslâm-i nüsret encâma zarar ve haşaretten hâli olmayan" Malta şövalyelerine ait "kıla' ve buka'ın kal' ve kam'ına" karar verilince yani Malta'ya sefer kararı alınınca, büyük bir hazırlığa girişilir. Haliç, Gelibolu ve Sinop tersanelerinde yeni gemiler inşa ve mevcudular tamir edilip kalafatlanırken, bazı gönüllü reisler için Rodos'ta 18 oturaklı kaliteler yaptırılması yoluna da gidilir.

Malta üzerine gönderilecek kuvvetlere Besinci Vezir Kızılahmedlü Mustafa Pasa serdar tayin edilerek seferin bütün salâhiyeti kendisine verilmişti. Donanma ise Cerbe gâlibi Cezayir Beylerbeyi Kaptan-i derya Piyâle Paşa'nın emrine verilmişti. Ayrıca Beylerbeyi Turgut Reis'e de emirler gönderilerek Piyale Paşa'ya yardımda bulunması istenmişti. Mühimce Defterlerindeki kayıtlardan anlaşıldığına göre bu konuda Turgut Reis'e biri 31 Ekim l564, diğeri de bundan dört gün sonra 4 Kasım 1564'de gönderilmiştir.

Osmanlı donanması, 29 Mart 1565'te 300'e yakin irili ufaklı gemi ve 40-50 bin kişiden müteşekkil muazzam bir ordu ile Malta'ya hareket eder. 19 Mayıs'ta adaya varılarak karaya asker çıkartılır. Kanunî'nin emir ve tavsiyelerine rağmen çok tecrübeli bir denizci olan Turgut Reis gelmeden kuşatmaya başlanarak yanlış mevkilere hücuma geçilir. Bununla beraber Turgut Reis'in aldığı önlemlerle bu hatalar düzeltilir. Ancak Turgut Reis, hücum yapıldığı sırada (18 Haziran) Sant Elmo burçları önünde, atılan bir top güllesinin çarptığı kayadan fırlayan bir tasın basına isabet etmesiyle yaralanır. Dört gün ve gece kendini bilmeden (koma hali) yatar. Burçların feth edildiği besinci günü (23 Haziran) vefat eder. Cesedi beş parça kadırgasıyla Trablus'a gönderilip orada yaptırdığı câmi ve medresesinin yanındaki türbesine defnedilir.

Saint Helen kalesi on yedi günde (24 Haziran l565) alınmakla beraber asil maksat olan Malta muhasara edilir. Bundan sonra şiddetlenen çarpışmalar, Osmanlı ordusunda büyük zayiatlara yol açar. Sicilya genel valisinin İspanya, Fransa ve Papa'nın desteğiyle 72 kadırga ve on bin askerle yardıma gelmesi ve deniz mevsiminin geçmekte oldugunun görülmesi üzerine kalenin alınamayacağı anlaşılarak kuşatmaya son verilir. Serdar Mustafa Paşa, Turgut Reis gibi büyük bir denizci ile takriben 20.000 askerin şahâdetine mal olan bu kuşatmayı kaldırarak 2 Eylül'de asker ve malzemeyi gemilere yükleyerek denize açılır. Bu muvaffakiyetsizlik üzerine Malta seferi için Serdar tayin edilen Mustafa Paşa vezirlikten azl olunur.

Fethi için büyük hazırlıklar yapılan ve maalesef büyük zayiatlara sebebiyet veren bu kuşatmanın kaldırılmasına, kalenin hem müstahkem bir mevkide bulunması, hem de sağlam surlarla çevrili olmasının yanında ada, gereği gibi abluka altına alınamıyordu. Bu da kaleyi müdafaa edenlere dışardan devamlı yardımların gelmesine sebep oluyordu. Bu arada kuşatma planında yapılan büyük hatalar, kuşatmanın uzamasından dolayı donanmanın maruz kaldığı erzak ve malzeme sıkıntısı ile orduda hastalığın bas göstermesi gibi durumlar, adanın fethine imkân vermemişti.

Kanunî Sultan Süleyman, bu başarısızlığı hazmedemeyecek ve yeni bir seferin açılması için hazırlıklara başlanmasını emredecektir. Ancak Avrupa'ya yeni bir kara harekâtının yapılma mecburiyeti, bu seferi ikinci plana itmiştir. Bununla beraber Kanunî, son seferi olan Zigetvar'a çıkmadan önce donanmaya denize açılma emrini vermişti. Bu sefer sonunda Sakız Adası bütünüyle Osmanlı hâkimiyetine geçecektir. Sakız Adası'nın Alınması Donanma, Kanunî'nin emri üzerine harekete geçip denize açılmıştı. Gerçi Sakız Adası, daha Fâtih Sultan Mehmed zamanında vergiye bağlanmıştı. Ancak bura sakinleri, fırsat buldukça Osmanlıların askerî harekâtları ile donanmanın durumu hakkında dışarıya bilgi sızdırmaktan geri kalmıyorlardı. Zaman zaman da vergilerini aksatıyorlardı. Bundan başka Malta kuşatması sırasında da bazı Sakızlılar, Osmanlılar'a karsı savaşmışlardı. Öte yandan, tamamen Osmanlı hâkimiyetindeki Ege Denizi'nde böyle bir adanın bulunması, Osmanlı menfaatlerine zarar verebilirdi. Katim Çelebi'nin ifadesiyle Kanunî, bütün bu durum ve sebepleri su sözlerle ifade ediyordu:

"Mısır diyarına giden hacıların yol üzerinde kıyıya yakin Sakız Adası hisarında oturan kâfirler görünüşte haraca bağlı iseler de savaşçı kâfirlerle iyi dostluk üzere olup her daim devlet kapısında olan isleri yazıp bildirmektedirler. Ve donanma-yi hümâyûn gemileri çıktıkça kaç gemidir ve ne yana gidecektir hep bildirip ufak İslâm gemilerine zarar eriştirmekten geri durmadıklarını biliyorum. Ne yoldan olursa bu adayı tutup almaya dürisesin. diye buyurmuşlardı." Bunun üzerine 973 baharında ( Mart - Nisan 1566 ) Kaptan Piyale Paşa 70 parça kadırga ile denize açılıp, adanın karsısındaki Çeşme'ye gelir. donanmanın Çeşme'ye geldiğini gören Sakızlılar, bazı hediye ve armağanlarla Kaptan Paşa'ya geldilerse de bu, kalenin zaptına mani olamadı. Zira Pâdişah'ın bu konudaki emri kesindi. Bu sebeple 14 Nisan 1566'da Sakız'a gelen Piyale Paşa, kan dökmeden adayı zapt edip onu bütünüyle Osmanlı hâkimiyetine alır. Buraya muhafızlar koyan Piyâle Pasa, büyük kiliseyi de câmi haline getirmişti. Böylece Ceneviz, Ege'deki son kolonisini de kaybetmiş oluyordu. Türklerin adayı ele geçirmesi, Katolik Cenevizlilerin tazyiklerinden şikâyetçi olan yerli Rumlar tarafindan sevinçle karşılanmıştı. Böylece Sakız Adası da diğer komsu adalar gibi Osmanlı hakimiyetinin sağladığı müsamaha havasından faydalanmıştır.

Sakız Adası'nın artık bütünüyle Osmanlı hâkimiyetine girdiği haberini alan Kanunî, "Eyi tedarik olunmuş" diyerek memnuniyetini izhar etmişti. Piyale Paşa'ya gönderilen hükümde ise, Sakız'ın bir sancak halinde Kaptan paşa eyâletine ilhakı uygun görülmüş ve buranın sancakbeyliği Kırşehir Beyi Gazanfer Bey'e 50.000 akça terakki ile tevcih olunmuştu. Ayrıca Sakız'ın tahriri yapılarak buranın gelirleri ile nüfusu tespit edilmişti. Bu esnada Sakız'ın ileri gelenleri İstanbul'a gönderilmişti.
Bobokça Kalesi'nin fethi
Sultan Selim'in babasının cenazesini karşılamak için Manisa'dan Belgrad'a harekatı sırasında Drava üzerindeki Bobokça Kalesi Özdemiroğlu Osman Paşa komutasında fethedilmiştir.
Yemen'in yeniden fethi
Yemen 1517 yılında Osmanlı egemenliğine girmiş, Hadım Süleyman Paşa'nın 1538 tarihli Hint deniz seferi ile kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmıştı. 1567 yılında bölgede Zeydi İmamı Topal Mutahhar önderliğinde isyan çıkınca bölgedeki Türk egemenliğini yeniden tesis etmek amacıyla Özdemiroğlu Osman Paşa ve Şam Beylerbeyi Lala Mustafa Paşa Yemen Serdarlığına tayin edildiler. 1568 tarihli Yemen Seferi'nde Taiz ve Kahire kalelerinden sonra 15 Mayıs'ta Aden'i, 26 Temmuz'da da Sana'yı fetheden Türk ordusu ülkeyi tekrar Osmanlı topraklarına kattı
Avusturya ile Barış
Kanuni Sultan Süleyman döneminde imzalanan 1562 tarihli barış 1566 yılında bozulmuş, Zigetvar Savaşı ile Osmanlı ordusu, Avusturya ordusunun mütecaviz tavrını cezalandırmıştı. Her iki tarafın da barışa mayletmesiyle 17 Şubat 1568'de Edirne Antlaşması imzalandı.
Açe Seferi
Bugünkü Endonezya'ya bağlı Sumatra Adası'nın kuzeybatısında bulunan Açe Sultanlığı bölgedeki zenginliklere gözlerini diken Portekizlilerin hedeflerinden biriydi. Günden güne artan Portekiz baskısına dayanamayan zamanın Açe Sultanı Alaüddin Şah bir elçi heyetini yardım istemek amacıyla İstanbul'a gönderdi. Açe heyeti 1566 yılında İstanbul'a ulaştığında, o sırada Zigetvar Seferi'nde bulunan Kanuni Sultan Süleyman'ın ölüm haberi geldi. Kanuni'nin yerine tahta geçen II. Selim heyete her türlü yardımı yapacağına söz verdi. 1569 yılında Osmanlı'nın Kızıldeniz filosu amirali Kurdoğlu Hayreddin Hızır Reis komutasında 22 parçadan oluşan Osmanlı Donanması Hint Okyanusu'na açılarak Açe'ye vardı ve yardımı ulaştırdı. Açe Sultanlığı Osmanlı Devleti'ne bağlanırken, Portekizlilere karşı taarruza geçebilecek kudrete ulaştı.
Aden'in ve Kahire Kalesi'nin fethi
Sultan Selim'in 1569 yılında Sumatra Seferi sırasında Sokullu Mehmed Paşa komutasında sefer sırasında alınmıştır, küçük bir yerdir.
Mısır'ın en stratejik ve en önemli kalesi olan Kahire Kalesi, 1569 yılında Piyale Paşa komutasındaki ordu tarafından alınmıştır.
Don-Volga Kanal Projesi
Rusya'nın 1552'de Kazan Hanlığı'nı, 1556'da da Astrahan Hanlığı'nı ilhak etmeleri kuzeyde ilk kez bir Rus tehdidini ortaya çıkarmıştı. Sokullu Mehmed Paşa, Don ve Volga nehirlerinin bir kanalla birleştirilerek, Karadeniz ile Hazar Denizi'nin birbirine bağlanması sayesinde Rusların güneye doğru inmelerini engellemeyi, ayrıca İpek Yolu ticaretini canlandırmayı, İran ile yapılan savaşlarda donanmadan yararlanmayı ve Asya'daki Türk hanlıkları ile irtibat sağlamayı hedeflemiştir. 1569 Ağustosunda Kefe Beyi Kasım Paşa tarafından başlanan çalışmalar Rusya'nın saldırıları, mevsimin kış olması ve Kırım Hanlığı'nın projeyi kösteklemesi sonucunda başarıya ulaşamamıştır.
[KRSAG=https://www.topragizbiz.com/resim/images/harita.jpg]Sokullu Mehmet Paşa ve Don-Volga Kanal Projesi[/KRSAG]
II. Selim padişah olunca bu projeyi gündeme aldı. Bu projenin Osmanlı devletine ekonomik ve siyasi açıdan birçok faydası olacaktı.
Don-Volga Kanal Projesi gerçekleşmesi durumunda tarihin akışı üzerine etki edebilecek büyük projelerden birisiydi. Eğer bu proje gerçekleşmiş olsaydı Ruslar Kafkasya ve Orta Asya bölgesine sarkamayacaklar en önemlisi belki de günümüzün büyük Rusya’sı olmayacaktı. Ayrıca Türkistan Türkleri ile bağlantı kurulabilecekti.
Osmanlı Devleti Avrupa yönünde ve İran yönündeki mücadeleler nedeniyle Rusya’yı gözden kaçırmışlardı. Rusya’nı başına geçen IV.İvan’ın Kafkasya bölgesine sarkması ve arka arkaya bölgedeki hanlıkları (Kazan 1552, Astrahan 1556) hakimiyet altına alması Osmanlı Devlet adamlarını uyandırdı. Kanuni Sultan Süleyman Avusturya ile barış sağlanınca Rusya meselesini ele aldı. İlk olarak Astrahan’ın Ruslardan alınması için bir sefer tasarlandı. Hatta Karadeniz ve Hazar Denizini birbirine bağlayacak olan Do-Volga Kanal Projesi gündeme alındı. Fakat Kanuni Sultan Süleyman devrinde bu konu da herhangi bir adım atılamadı.

II. Selim padişah olunca bu projeyi gündeme aldı. Bu projenin Osmanlı devletine ekonomik ve siyasi açıdan birçok faydası olacaktı. Şöyle ki:

1. Rusların Kafkasya ve Orta Asya bölgesine sarkmasına engel olunacak
2. Türkistan Türkleri ile sağlam bir bağlantı oluşturulacak
3. İran doğudan çember altına alınacak
4. Türkistan Türklerinin hac yolları güvenlik altına alınacak
5. Harezm-Astrahan-Kırım ticaret yolu güvenlik altına alınacak ve canlandırılacak
6. Azerbaycan ve Gürcistan beylerinin İran’a karşı istedikleri himaye gerçekleşecekti.

Sokollu Mehmet Paşa öncülüğünde hazırlıklar tamamlandıktan sonra 1569 yazında bölgeye donanma ve ordu sevk edilerek 30 bin civarında işçi ile kanalın kazılmasına başlandı. Ayrıca etrafı sularla çevrili olan Astrahan kalesi kuşatıldı. Sokullu Mehmet Paşa Azak kalesini üs haline getirtmiş gerekli bütün malzemeler gönderilmişti. Ancak Kırım Han’ı pasif direniş sergiliyordu. Bu kanal açma girişiminden rahatsızlık duyuyordu. Sebebi ise Osmanlı Devletinin bölgedeki etkinliğinin artmasından ve kendilerinin önem kaybetmesinden endişeleniyordu.

Bu seferden sorumlu Kasım Paşa kanal kazma işini durdurdu ve bütün kuvvetini Astrahan üzerine yönlendirdi. Ruslar şiddetli bir direniş gösterdiler. Büyük toplar getirilmemiş , kış yaklaşmıştı. Ayrıca en çok güvenilen Kırım kuvvetlerinin de kale kuşatması tecrübeleri yoktu. Kırım han’ı sürekli sorun çıkarıyor asker içerisinde Rus ordusunun ve İran Safevi ordusunun yaklaşmakta olduğu söylentileri yayılıyordu. Sonunda Kasım Paşa kırım’a çekilerek orada kışlama kararı aldı. Halbuki bu tarihlerde ne İran’da nede Rusya’da büyük bir kuvvetle saldırması beklenemezdi. Çünkü İran sınırına Anadolu Beylerbeyi sevk edilmiş hatta Türkistan Hanı kanalın kazılmasına İran engeli çıkmasına mani olacağını bildirmişti. Rusya ise Baltık kıyılarında Litvanya savaşları ile meşgul olduğundan bölgeye büyük bir kuvvet gönderemezdi.

Kasım Paşa yolda iken İstanbul’dan gelen fermanda kışın Astrahan önlerinde geçirilmesi isteniyor baharla birlikte büyük bir yardım desteğinin iletileceği söyleniyordu. Ama artık çok geçti. Kasım Paşa Kırım’a çekilirken ordunun yarısını kaybetti. Azakta bulunan depoların yanması büsbütün seferi baltaladı.

Bu seferin başarısız olmasının bir çok nedeni vardı. Birincisi böyle bir önemli sefer de sadrazamın ya da padişahın bulunmaması bunun yerine asıl mesleği maliyeci olan Kasım Paşa’nın komutan tayin edilmesi, Kırım Han’ının gizli engelleme çabaları, arazi yapısı ve bölge şartları iyi tahlil edilmemiş, bölgenin iklim şartları göz ardı edilerek sefere çok geç sayılabilecek bir zamanda başlanılmıştı.

Astrahan Seferi ve Don-Volga Kanal Projesinin başarısızlıkla sonuçlanması ileri de Kafkasya, Türkistan ve hatta Anadolu’nun Rus tehdidine girmesine neden oldu. Oysa ki o tarihlerde Rusya İmparatorluğu yeni filizleniyordu bu büyümenin önüne geçilerek Türk ve İslam dünyası üzerinde ki büyük bir tehdit in oluşması engellenebilirdi.
Astrahan Seferi
Osmanlı Devleti Don-Volga Kanal Projesi'ne koşut olarak 1556'dan beri Rusların elindeki Astrahan'ın geri alınması için bir de sefer tertipledi. 1569 yılının Kasım ayında çok olumsuz hava koşullarında başlayan kuşatma Rus Çarı Korkunç İvan'ın bölgeye Prens Serebiyanov komutasında 20.000 kişilik bir kuvvet gönderip Türk askerlerini iki ateş arasına almasıyla başladıktan 16 gün sonra sona erdi ve Türk ordusu bir huruç harekâtı yaparak kendini kuşatılmışlıktan kurtarmak zorunda kaldı.
Kırım Hanlığı'nın Moskova seferleri
[KRSAG=https://www.topragizbiz.com/img/images/1569-yilinda-yapilan-kapitulasyonlarin-bir-kopyasi16.-yuzyil_c13d9214b12a472a.jpg]XI. Charles ve II. Selim arasında 1569 yılında yapılan kapitülasyonların bir kopyası(16. yüzyıl)[/KRSAG]
Kırım Hanı I. Devlet Giray Osmanlı Devleti'nin Don-Volga Kanal Projesi ve Astrahan seferi ile ulaşmak istediği Rus tehdidinin bertaraf edilmesi hedefine doğrudan Moskova'ya yürüyüp Rus gücünü örseleyerek ulaşılabileceğini düşünüyordu. 120.000 kişilik bir orduyla Oka Nehri'ni ve Serpukhov Tahkimatı'ni aşan Devlet Giray Han direnen 6.000 kişilik bir Rus ordusunu da mağlup etti ve Moskova önlerine geldi. Moskova'yı 24 Mayıs 1571'de yakarak yerle bir eden ordu, çok sayıda sivil Rus'un ölmesine rağmen Rus ordusunu örseleyemeden geri döndü. Bir yıl sonra yeniden Moskova'ya yürüyen Han bu sefer karşısında Moskova'nın 60 kilometre güneyinde 60.000 kişilik Rus ordusunu buldu. Molodi'de 30 Temmuz-3 Ağustos arasında yapılan muharebede yakın savaşa zorlanan süvari ağırlıklı Kırım ordusu önemli bir yenilgiye uğrayarak Kırım'a çekilmek zorunda kaldı.

Bu başarısızlıkların sonucunda Rusya'nın fetihleri kabul edilmek zorunda kalındı ve ileride Osmanlı Devleti'ne büyük sıkıntılar çıkaracak bir devlet oluşmaya başladı.
Kevkeban Kalesi'nin fethi
1570 senesinde Behram Paşa komutasındaki birlikler sayesinde kale alınmıştır. Aynı sene Yemen ile barış sağlanmıştır. Barış sağlandığı için Behram Paşa Ziged'e gitmiştir.
Dalmaçya'nın fethi
1571 senesinde Kıbrıs'ın fethi sırasında donanmanın Akdeniz'e inmesi sırasında feth edilmiştir. Fethin komutanlığını Sokullu Mehmed Paşa tarafından yapılmıştır.
Kıbrıs'ın Fethi
Doğu Akdeniz, Kanuni Sultan Süleyman'ın fetihleriyle artık iyice Osmanlı iç denizi haline gelmiştir. Ancak Venedikli korsanların son bir sığınma yeri kalmıştı. Kıbrıs'ın fethinin nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:

- Kanuni Sultan Süleyman'ın oğlu II. Selim'e "Kıbrıs'ı fethetmek bize nasip olmazsa sen fethet" şeklinde vasiyet etmesi, bunun üzerine II. Selim'in "Eğer padişah olursam Kıbrıs'ı korsanların başına yıkacağım!" şeklinde babasına söz vermesi.

- Akdeniz üzerinden gelen Mısır tarafından II. Selim'e yollanmış hediye gemisinin korsanlar tarafından kaçırılması, tüm hediyelere el konulması ve mürettebatın zindana atılması ve bunun gibi onlarca neden sebebiyle Sokullu Mehmet Paşa'nın itirazlarına rağmen 15 Mayıs 1570'te Osmanlı Donanması sefere çıktı. 18 Mayıs 1570'te Kevkeban kalesi fethedildi. 2 Temmuz 1570'te Leftari Kalesi, 9 Temmuz 1570'te Girne Kalesi alındı. 9 Eylül 1570'te Lefkoşa fethedildi ve nihayetinde 1 Ağustos 1571'de Mağusa Kalesi'nin teslimiyle Kıbrıs'ın fethi tamamlandı.
İnebahtı Savaşı
Kıbrıs'ın Türk ordusunca fethi Batı Avrupa'da önemli bir yankı uyandırdı. Venedik'in kışkırtmasıyla İspanyol, Ceneviz, Papalık ve Malta Şövalyeleri donanmalarının da dahil oldukları bir "Kutsal İttifak" oluşturuldu. Avusturyalı amiral Don Juan komutasındaki Haçlı donanması karşısında Müezzinzade Ali Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması büyük bir yenilgiye uğradı. Osmanlı donanması ilk kez yakılmıştır. Bu yenilginin sonuçları kısa sürelidir. Dönemin sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa bu durumu Venedikli elçiye şöyle belirtmiştir:
Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu koparttık; siz donanmamızı yakmakla uzamış sakalımızı tıraş ettiniz. Kopan kol yerine gelmez ama tıraş edilen sakal daha gür çıkar.
Donanmanın yeniden inşası ve Venedik ile barış
Osmanlı başkenti donanmasının yenilgiye uğradığını muharebede başarılı olan tek denizcisi Uluç Ali Paşa sayesinde öğrendi. Uluç Ali Paşa kaptan-ı deryalığa getirildi ve Sokollu Mehmed Paşa'nın emriyle yeni bir donanmanın inşasına girişildi. Çok kısa bir zaman sonra oluşturulan donanma 1572 yazında Akdeniz'e açıldı. İspanya'nın da yeniden batıdaki mücadelesine yoğunlaşmasıyla yalnız kalan Venedik barış istedi. 1573 yılında imzalanan barış antlaşması ile Venedik Kıbrıs'ı Osmanlı Devleti'ne terketti ve savaş tazminatı ödemeyi kabul etti.
Tunus Seferi
[KRSAG=https://www.topragizbiz.com/img/images/Selimiye-Camii_d61577e0838bc0c2.jpg][/KRSAG]
1573 yılında Venedik'i barışa zorlayan bu büyük donanmanın bir sonraki hedefi 1574 yılında İspanya'nın elindeki Tunus kenti ve kalesi oldu. Bu kent 1534 yılında Barbaros Hayreddin Paşa tarafından fethedilmiş, ancak ertesi yıl bizzat Alman İmparatoru ve İspanya Kralı V. Karl'ın komuta ettiği sefer sonucu Alman-İspanyol ordularınca geri alınmıştı. Özellikle Turgut Reis'in fetihleriyle Tunus ülkesinin tamamı Türk egemenliğine girmiş, geriye kukla Hafsiler'in İspanyol işgali alında hüküm sürdükleri Tunus kenti kalmıştı. Uluç Ali Paşa komutasındaki Türk donanması 13 Eylül 1574'te kenti fethetti. Aynı yıl Tunus Eyaleti kuruldu.
[WARNING]Edebî Kimliği[/WARNING][WARNING][/WARNING]
Selîmî mahlasıyla şiirler yazan Selim'in bir de divanı vardır. Yahyâ Kemâl’in; Bir beyti bir de câmi-i mâ’mûru var diye övdüğü; Biz bülbül-i muhrık dem-i şekvâ-yı firâkiz Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden beyti, bütün Türk şiirinin en güzel beyitlerinden biri sayılmaktadır. İkinci Selim, aynı zamanda îmârcı da bir pâdişâhtır.
[WARNING]Yaptırdığı Hayratlar[/WARNING][WARNING][/WARNING]
Mekke-i mükerremenin su yollarının tâmiri, Mescid-i Harâm’ın mermer kubbelerle tezyini, Lefkoşa Selimiye Câmii, Azîz Efendi tekkesi, Navarin limanına hâkim bir mevkiye yaptırdığı kule, hayrâtı arasındadır. Edirne'ye yaptırmasının sebebi ise: Sultan’ın caminin yapılacağı şehir olarak neden Edirne'yi seçtiği kesin olarak bilinmemektedir. Evliya Çelebi Seyahatname adlı eserinde padişahın rüyasında İslam peygamberi Muhammed'i gördüğünü ve onun kendisinden Kıbrıs'ın fethi anısına bir cami yaptırmasını istediğini yazmıştır.Bu konudaki daha gerçekçi yorumlarda ise o dönemde İstanbul'da yeni bir büyük camiye ihtiyaç duyulmadığı, Edirne'nin Rumeli'deki Osmanlı egemenliğinin merkezi konumunda olduğu ve Selim'in gençlik yıllarından beri şehre ayrı sevgi beslediğine dikkat çekilir.
Selimiye Camii Ve Külliyesi - UNESCO Dünya Mirası
[KRSAG=https://www.topragizbiz.com/resim/images/selimiyeca.jpg][/KRSAG]
Osmanlı padişahı II. Selim'in Edirne'de Mimar Sinan'a yaptırdığı camidir. Sinan'ın 90 (bazı kitaplarda 80 olarak geçer) yaşında yaptığı ve "ustalık eserim" dediği Selimiye Camii gerek Mimar Sinan'ın gerek Osmanlı mimarisinin en önemli yapıtlarından biridir. Caminin kapısındaki kitabeye göre yapımına 1568 (Hicri:976) yılında başlanmıştır. Caminin 27 Kasım 1574 Cuma günü açılması planlanmışsa da ancak II. Selim'in ölümünün ardından 14 Mart 1575'te ibadete açılmıştır.

Mülkiyeti Sultan Selim Vakfında’dır. Bugün şehrin merkezinde bulunan caminin yapıldığı alanda inşasına Süleyman Çelebi döneminde başlanan, sonradan Yıldırım Bayezid'in geliştirdiği Edirne'nin ilk sarayı (Saray-ı elik) ve Baltacı Muhafızları haremi bulunmaktaydı. Bu alandan “Sarıbayır” veya “Kavak Meydanı” diye bahsedilir.

Sultan Selim'in caminin yapılacağı şehir olarak neden Edirne'yi seçtiği kesin olarak bilinmemektedir. Evliya Çelebi Seyahatname adlı eserinde padişahın rüyasında İslam peygamberi Muhammed'i gördüğünü ve onun kendisinden Kıbrıs'ın fethi anısına bir cami yaptırmasını istediğini yazmıştır. Ancak Kıbrıs'ın caminin yapımına başlanmasından üç yıl sonra 1571'de fethedildiği bilindiğinden bu iddianın doğruluk payı olamaz. Bu konudaki daha gerçekçi yorumlarda ise o dönemde İstanbul'da yeni bir büyük camiye ihtiyaç duyulmadığı, Edirne'nin Rumeli'deki Osmanlı egemenliğinin merkezi konumunda olduğu ve Selim'in gençlik yıllarından beri şehre ayrı sevgi beslediğine dikkat çekilir.

28 Haziran 2011 Salı Günü, Paris’te yapılan UNESCO Dünya Mirası Komitesi toplantısında Edirne Selimiye Cami ve Külliyesi’nin Dünya Mirası Listesi’ne adaylığını değerlendirdi ve komite oybirliğiyle Selimiye Camii ve Külliyesi'nin Dünya Mirası Listesine girmesine karar verdi.

Böylelikle Drina Köprüsü'nden sonra bir Osmanlı eseri daha Dünya Mirası Listesi’ne girmiş oldu.
[WARNING]Kubbe[/WARNING]
Bir tepe üzerinde bulunan Selimiye'de daha önceki hiçbir camide ya da antik çağ mabedinde görülmemiş bir teknik kullanılmıştır. Daha önceki kubbeli yapılarda, asıl kubbe kademeli yarım kubbelerin üzerinde yükselmesine rağmen, Selimiye Camii 43,25 metre yüksekliğinde, 31,25 metre çapında, tek bir lebi ile örtülmüştür. Kubbe 8 sütuna dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Kasnak, filayaklarına 6 metre genişliğinde kemerlerle bağlıdır. Sinan, bu şekilde örttüğü iç mekana verdiği genişlik ve ferahlıkla birlikte mekanın bir kerede kolayca anlaşılmasını sağlar. Kubbe aynı zamanda camiinin dış görünüşünün ana hatlarını da belirler.
[WARNING]Minareler[/WARNING]
Caminin dört köşesinde bulunan her biri üç şerefeli 380 santimetre çapındaki minareler 70,89 metre yüksekliğindedir. Minarelerin alem dahil yükseklikleri bazı kaynaklara göre 84, bazılarına göreyse 85 metredir. Cümle kapısının iki yakınındaki minarelerin şerefelerine üç ayrı yoldan çıkılır. Diğer iki minare tek merdivenlidir. Öndeki iki minarenin taş oymaları çukur, ortadaki minarelerin oymaları ise kabarıktır. Minarelerin kubbeye yakın olması, camiyi göğe doğru uzanıyormuş gibi gösterir.Bu caminin en büyük özelliği Edirne'nin her tarafından görülmesidir.
[WARNING]İç Süslemeler[/WARNING]
Caminin mermer, çini ve hat işçilikleri de önemlidir. Yapının içi İznik çinileriyle süslüdür. Büyük kubbenin tam altındaki hünkar mahfili, 12 mermer sütunludur ve 2 metre yüksekliktedir. Çinilerin bir kısmı 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşında, Rus generali Mihail Skobelev tarafından sökülerek Moskova'ya götürülmüştür.
[WARNING]Avlu[/WARNING]
Yapının, kuzeye, güneye ve avluya açılan 3 kapısı vardır. İç avlu, revaklar ve kubbelerle süslüdür. Avlunun ortasında mermerden özenle işlenmiş bir şadırvan vardır. Dış avluda ise sıbyan mektebi, darül kurra, darül hadis, medrese ve imaret bulunmaktadır. Sıbyan mektebi günümüzde çocuk kütüphanesi, medrese ise müze olarak kullanılmaktadır. Geçmişte cami meşalelerle aydınlatılmakta idi. Meşalelerden çıkan is, hava akımı oluşturmak üzere özel olarak yapılan bir delikten dışarı çıkmaktaydı.
[WARNING]Ters Lale Motifinin Sırrı[/WARNING]
[TBR=https://www.topragizbiz.com/resim/images/terslale.jpg][/TBR]
[TBR=https://www.topragizbiz.com/resim/images/selimiyepu.jpg][/TBR]
[WARNING]Eserleri[/WARNING][WARNING][/WARNING]
II. Selim zamanında Ayasofya Camii yeniden onarıldı. Selimiye Camii, Mimar Sinan tarafından onun döneminde inşa edildi. Babası gibi II. Selim divan edebiyatına birçok eser bırakmış bir şairdir. Selim'in özellikle Nurbanu Sultan için yazdığı şiirler divan edebiyatının en güzel eserleri arasında gösterilir.

[OFFTOPIC]Ünlü bir beyti
Biz bülbül-i muhrik-dem-i şekva-yı firâkız
Ateş kesilir geçse sabâ gülşenimizden

(Ayrılığın şikayetinin yakıcı demlerinin adamlarıyız biz. Sabah rüzgarı ateş kesilir, gülistanımızdan geçse.)
[/OFFTOPIC]
Son devrin ünlü şairlerinden Yahya Kemal, II. Selim'in bu beyti için, Selimiye kadar güzel bir şiir, demiştir.
[WARNING]Ailesi[/WARNING]
Eşleri
  • Nurbanu Sultan (İsmi bilinen tek eşidir.)
Erkek çocukları
  • III. Murad
  • Şehzade Abdullah
  • Şehzade Osman
  • Şehzade Mustafa
  • Şehzade Süleyman
  • Şehzade Mehmed
  • Şehzade Mahmud
  • Şehzade Cihangir
Kız çocukları
  • Gevherhan Sultan (1544 - 1587'den sonra)
  • Esmehan Sultan (1545 - 8 Ağustos 1585)
  • Şah Sultan (1544 - 3 Kasım 1577)
  • Fatma Sultan (ö. 1580)
  • Ayşe Sultan
  • İsmi bilinmeyen iki kız çocuğu daha vardır.
[WARNING]II. Selim Türbesi[/WARNING][WARNING][/WARNING]
[KRSAG=https://www.topragizbiz.com/img/images/2-selim-turbesi4ecadc875bc142e1.jpg]II. Selim Türbesi[/KRSAG]
Sultan II. Selim Türbesi, İstanbul Suriçi Gülhane’de bulunan Ayasofya külliyesinin haziresine 1577 yılında Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. Türbe padişahın ölümünden üç yıl sonra bitirilmiştir. Ayasofya haziresindeki üç türbeden biridir. Dış cephesi mermer kaplı, kare planlı, çifte kubbeli bir yapıdır. Yüksek ve iki bölümlü kubbe kemerlerin yardımıyla içeriden sekiz sütun üzerine oturtulmuştur. Bu türbe iç düzenlemesi itibarı ile Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’ne benzeyen Mimar Sinan’ın ilginç yapılarından bir örnektir. Türbe köşeleri genişçe pahlanmış bir gövde üzerinde yükselen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. İçten kare planlı olan türbenin duvarlarında sekizgen bir plan şekli uygulanmış ve bunlar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanarak pandantifli kubbeyi taşımaktadırlar. Böylece Kanuni Sultan Süleyman türbesinde olduğu gibi, üst yapı itibarı ile sekizgen bir orta mekân elde edilmiş ve iç kısmında sandukaların çevresini dolaşan bir galeri elde edilmiştir.
[KRSAG=https://www.topragizbiz.com/img/images/2.selim-turbesi_9d9c6bf5f7dfb233.jpg]Ayasofya Camii'in avlusunda yer alan Sultan II. Selim'in türbesinin girişi.[/KRSAG]
Geniş saçaklı, üç kemerli revakın ardından girişteki iki büyük çini pano dikkati çekmektedir. Buradaki firuze, mavi renkli çiniler XVI. yüzyılın en güzel örneklerini yansıtmaktadır. XIX. yüzyılın sonlarında İstanbul’da dişçilik yapan S.Doringy isimli bir Fransız, zamanın Evkaf Nezareti’ne başvurarak türbenin eksik çinilerini tamamlamak istediğini belirtmiş ve kendisine izin verilmiştir. S.Doringy bu çinilerin hakikileri yerine Yeni Cami Hünkâr Kasrı’nda olduğu gibi panolardan birini sökerek götürmüş ve yerine bir taklidini yağlı boya ile yapmıştır. Günümüzde bu çini pano Louvr Müzesi’nde sergilenmektedir.

Türbenin içerisi zeminden 4.50 m. ye kadar yükseklikte çinilerle kaplıdır. Pencere ve dolapların arasındaki yüzeyler, alt pencerelerin kenarına kadar beyaz zemin üzerine mavi, yeşil, kırmızı, lacivert renkte çiçek ve yapraklarla süslüdür. Firuze zemine beyaz Çin bulutları ile işlenmiş bordürler pencere ve dolap kapaklarını çevrelemektedir. Pencerelerin üzerinde lacivert zemine beyaz celi-sülüs yazı ile yazılmış ayetlerden oluşan geniş bir yazı kuşağı çepeçevre dolaşmaktadır. Pandantiflerin ortasına da ism-i celal ve cihar yar-ı güzi’nin isimlerini oluşturan yuvarlak madalyonlar yerleştirilmiştir. Türbe içerisinde 41 sanduka bulunmaktadır. Bunlar Sultan II. Selim’in büyük ve yüksek sandukasının yanı sıra, Sultan III. Murat’ın annesi Nurbanu Sultan’ın sandukası bulunur. Sultan II. Selim’in kızları Gevherhan Sultan, İsmihan Sultan ve Sultan III. Murat’ın culusunde boğdurulan Sultan II. Selim’in şehzadelerinden Şehzade Süleyman, Osman, Cihangir, Mustafa, Abdullah ile Sultan III. Mehmet’in boğdurduğu 21 erkek kardeşi ile Sultan III. Murat’ın oğulları ile kızlarına aittir.
Kaynak Topragizbiz.com
 
Üst
Alt