Ali Suavi

[KRSAG=https://www.topragizbiz.com/img/images/ali-suavi0f02ad4e7317e747.jpg][/KRSAG]
Ali Suavi (8 Aralık 1839 İstanbul - 20 Mayıs 1878 İstanbul) düşünür ve yazardır. II. Abdülhamit’e karşı düzenlediği başarısız darbe girişimi ile bilinen bir tarihî kişiliktir. Bu olaydan ötürü kendisine “Sarıklı İhtilalci” denilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin siyasi ve sosyal sıkıntılarına çözüm bulmak için kafa yormuş, İslam’ı referans olarak almış ve Türkçü, Turancı görüşler öne sürmüş bir kişiydi. Sultan Abdülaziz döneminde Genç Osmanlılar ile birlikte Paris ve Londra’da bulundu; hükûmet aleyhine yazılar yazdı; gazete çıkardı. Abdülhamit döneminde yurda dönmüş; bir süre Galatasaray Sultanisi müdürlüğü yapmıştır. Bu görevden alındıktan sonra işsiz olduğu sırada örgütlediği birkaç yüz kişi ile Çırağan Sarayı’nı basarak V. Murat’ı tahta geçirmek istedi; bu girişimi sırasında Yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından başına aldığı sopa darbesiyle öldü.
[EDIT]Hayatı[/EDIT]
1839 yılında İstanbul'da kâğıt tüccarı Çankırılı Hüseyin Ağa’nın oğlu olarak dünyaya geldi. İlköğrenimini Davutpaşa'daki rüştiyede yaptıktan sonra Şehzadebaşı Camii'nin medrese ve okulunda din ve genel kültür dersleri aldı. 1856 yılında henüz 17 yaşındayken babasıyla Mekke'ye gidip hacı oldu.

Memuriyet hayatına İstanbul'da bir askerlik şubesinde kâtip olarak başladı. Üç yıl kadar bu görevde bulunduktan sonra, öğretmen seçimi için yapılan sınavı kazandı ve “muallimi evvel” oldu. 1858'de Simav’da Kuşu Medresesinde hocalık yaptıktan sonra Bursa’daki rüştiyeye öğretmen olarak atandı. Batılı tarzda bir okulda öğretmenlik yapmasına rağmen sarıklı idi. Öğretmenlik görevinin yanı sıra Bursa Ulu Cami'de vaazlar veriyordu. 1864-1866 yıllarında Rumeli'de idari görevler aldı ve Filibe'de bir rüştiyede öğretmenlik yaptı. Bu arada Yeşiloğlu Camii'nde verdiği saray karşıtı vaazlar ve diğer nedenlerle bölgenin mülki idare amiri tarihçi Ali Bey’le arası açıldı ve görevinden azledildi; 1866 yılında İstanbul'a döndü.

Hacı Ali Suavi Efendi, İstanbul'da Şehzadebaşı Camii’nde vaazları ile ün kazandı. 1867 yılı Ocak ayından itibaren Muhbir adlı gazetede yazılarını yayımlayarak gazetecilik hayatına başladı. Eğitim alanında yazılara ağırlık verdi. Şehzadebaşı Camii'nde verdiği vaazlar ve Muhbir gazetesinin 32. sayısında yayınlanan siyasi makalesi nedeniyle bir gece ansızın tutuklanıp Kastamonu’ya sürüldü.
[EDIT]Avrupa’ya Kaçışı[/EDIT][EDIT][/EDIT]
Padişah Abdülaziz’in bir fermanı ile Mısır hidivi olması engellenen ve haksızlığa uğradığı düşüncesiyle Abdülaziz'e düşman olan Mısır prensi Mustafa Fazıl Paşa, siyasi görüşleri nedeniyle İstanbul'daki görevlerinden alınıp Anadolu illerine atanmış olan Tanzimat Dönemi edebiyatçıları Namık Kemal ve Ziya Paşa ile birlikte Ali Suavi’yi Paris’e davet etti. Üçü, Türkiye'den kaçarak Marsilya'da buluştu; 30 Mayıs 1867'de birlikte Paris'e gittiler.

Ali Suavi, 1867'de diplomatik ziyaret için Abdülaziz'in Paris'e gelmesi üzerine Fransız polisinin isteğiyle, Namık Kemal ve Ziya Paşa ile birlikte ülkeyi terk etti; Londra’ya gitti. 31 Ağustos 1867’de Kavalalı Hanedanı'ndan Mustafa Fazıl Paşa'nın maddi desteğiyle Londra’da "Muhbir" gazetesinin ilk sayısını çıkardı. Osmanlı topraklarında dağıtılan gazete, 50 sayı yayımlandı. Ali Suavi'nin sert üslubu, Osmanlı hükûmeti ile barışmak isteyen Mustafa Fazıl Paşa'yı memnun etmeyince gazete Kasım 1868’de maddi güçlükler nedeniyle kapandı. Ali Suavi yazılarını Namık Kemal ve Ziya Paşa'nın Londra'da çıkardığı Hürriyet gazetesinde yayımlamayı sürdürdü.

Londra'da tanıştığı bir İngiliz hanım ile evlenen Ali Suavi'nin diğer Genç Osmanlılar ile arası yaşam tarzları ve çeşitli fikirleri nedeniyle açıldı. 1869'da Fransa'ya geçerek "Ulum" adlı gazeteyi çıkardı ve bu gazetede Türkçülük akımına öncülük etti. 1870-1871'de gerçekleşen Fransa-Prusya Savaşı sonucu Paris Almanlar tarafından kuşatılınca Ulum'u 25. sayıda kapatmak zorunda kaldı.
[EDIT]İstanbul’a Dönüşü[/EDIT][EDIT][/EDIT]
872 yılında Genç Osmanlılar’ın büyük bölümü Abdülaziz’in doğum günü nedeniyle çıkan genel aftan yararlanarak yurda döndüyse de Ali Suavi’ye İstanbul dışında bir ile gitmesi şartı getirildiğinden Paris’te kaldı. 1876’da II. Abdülhamit’in tahta çıkmasından sonra verilen izinle İstanbul’a dönebildi.

Eski sadrazam Mithat Paşa aleyhine yazıları ile Abdülhamit’in gözüne giren Ali Suavi, Yıldız Sarayı Kütüphanesi Müdürü olarak görevlendirildi. Artık muhafazakâr ve saltanatçı bir çizgideydi. 1 Şubat 1877’de Galatasaray Sultanisi müdürlüğüne getirildi. Kendisinden daha liberal ve batı yanlısı düşüncelere sahip olan Maarif Nazırı Münif Paşa ile anlaşamadı ve 28 Ekim 1877’de görevden alındı. Bu olaydan sonra Abdülhamit yönetiminin şiddetli bir karşıtı oldu.
[INFO]Çırağan Baskını[/INFO][INFO][/INFO]
[KRSAG=https://www.topragizbiz.com/resim/images/ciragansar.jpg][/KRSAG]
20 Mayıs 1878 günü V. Murat'ı tekrar tahta çıkarmak için yüz elli kadar Rumeli göçmeniyle Çırağan Sarayı'nı bastı. Olay yerine yetişen Beşiktaş karakol komutanı Yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından başına sopa darbeleriyle vurularak öldürüldü. Yıldız Sarayı civarında bir yere defnedildi. Eşi, olayla ilgili belgeleri yaktıktan sonra Londra’ya kaçtı.
İstanbul'un Beşiktaş ilçesi, Çırağan Caddesi üzerinde bulunan tarihi saraydır. Çırağan Sarayı'nın bugün Beşiktaş ve Ortaköy arasında bulunan yeri 17. yüzyılda "Kazancıoğlu Bahçeleri" diye bilinirdi. 18. yüzyılda Beşiktaş kıyılarını süsleyen denize nazır saraylar ve bahçeler Lale Devri diye bilinen 'Çiçek ve Müzik Aşkı' döneminin en öneli simgelerinden sayılmıştır. Bu dönem, bir eğlence olduğu kadar bir kültür parlaklığı devriydi. Dönemin hükümdarı olan III. Ahmet buradaki mülkünü gözde Vezir-i Azam'ı İbrahim Paşa'ya hediye etmiş ve ilk yalı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından eşi Fatma Sultan (III. Ahmed'in kızı) için inşa ettirilmiştir. Kendisi burada Çırağan Şenlikleri denilen meş'ale şenliklerini düzenletmiştir. İşte bu olaylar dolayısıyla bu alan Farsça'da ışık anlamına gelen 'Çırağan' ismiyle anılmaya başlanmıştır.

Sultan II. Mahmud 1834'te bu alanı yeniden yapılandırma kararı alır. Önce mevcut olan yalıyı yıktırır. Yapının etrafında bulunan okul ve cami ortadan kaldırılır ve mevlevihane yakında bulunan bir yalıya nakledilir. Yeni saray için büyük ölçüde ahşap kullanılır gibi görünmesine rağmen esas bölümün temelinin yapımında tamamen taş kullanılmıştır. 40 adet sütun dikilerek klasik bir görünüm verilmiştir.

Abdülmecid 1857'de Sultan II. Mahmud'un yaptırdığı ilk sarayı yıktırmış, batı mimarisi tarzında bir saray yaptırmayı planlamış ancak 1863'te vefat ettiğinden ve parasal sıkıntılar yüzünden sarayın yapımı yarım kalmıştır.

Abdülaziz, yeni sarayın inşaatını 1871'de tamamlatmış ancak stil olarak batı değil, doğu mimarisi seçilmiş ve Kuzey Afrika İslam Mimarisi uygulanmıştır. Sarayın müteahhitliğini Sarkis Balyan ve ortağı Kirkor Narsisyan yapmıştır. Eski Çırağan Sarayı'nın tahta binası yıkılarak yerine yenisinin taştan temelleri konmuştur. Sarayın paha biçilmez işlemeli kapılarından bin altın değerinde olan biri Vortik Kemhacıyan'ın elinden çıkmış. Sultan II. Abdülhamid bu kapılardan bir tanesini, onları çok beğenen dostu Almanya İmparatoru Kayzer II. Wilhelm'e armağan etmiştir. Dünyanın her yanından nadide mermer, porfir, sedef gibi maddeler getirtilerek sarayın yapımı için kullanılmıştır. Yalnız sahil inşasında 400.000 Osmanlı lirası harcanmıştır. Yapımına 1863'te başlanan Çırağan Sarayı 1871'de bitirilirken 2,5 milyon altın harcanmıştır.

Son kez 1876 yılının Mart ayında buraya gelerek bir süre dinlenen Sultan Abdülaziz, halk arasında Beşiktaş Mevlevîhânesi'nin yıktırılarak saray arsasına katılmasının uğursuzluk getireceği gibi söylentiler çıkması üzerine Çırağan Sarayı'nı terk ederek Dolmabahçe Sarayına yerleşmiştir.

Sultan Albdülaziz'in yeğeni olan V. Murad 30 Mayıs 1876'da padişah olmuş, 31 Ağustos 1876'da tahttan akli dengesini yitirdiği için indirilmiş ve bugün Beşiktaş Lisesi olarak kullanılan Harem binasına nakledilmiştir. 29 Ağustos 1904 tarihinde de bu ikametgahında vefat etmiştir.
[KRSAG=https://www.topragizbiz.com/resim/images/ciraganyan.jpg][/KRSAG]
14 Kasım 1909'da Çırağan Sarayı Meclis-i Mebusan Binası olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu dönemde sarayda II. Abdülhamid'in büyük sanat koleksiyonundan Rembrandt ve Ayvazovski'nin eserlerine yer verilmiştir.

20 Ocak 1910 yılında Meclis-i Mebusan Salonu'nun üst bölümünde ve çatı katındaki kalorifer bacasından çıkan bir yangınla saray 5 saat içerinde yanmıştır. Çok değerli antikalar, II. Abdülhamid'in özel koleksiyonu ve V. Murad'ın kütüphanesi de yanarak kül olmuştur.

I. Dünya Savaşı sonunda İstanbul'un işgal altında bulunduğu dönem içerisinde Çırağan Sarayı harabeleri 'Bizo Kışlası' ismiyle bir Fransız istihkam kıtası tarafından kullanılmıştır.
1930'da Saray'ın bahçesi, Beşiktaş Futbol Kulübü tarafından ulu ağaçlar kesilerek Şeref Stadyumu adıyla bir futbol sahası haline getirilmişti.

Daha sonradan da Prof. Bonatz ve ünlü Türk mimarı Prof. Sedat Hakkı Eldem tarafından, buraya turistik bir otel yapılmak üzere tetkiklerde bulunulmuştur. 1946 yılında Saray'ın bodrum katında bulunan Mevlevi dervişlerine ait mezarlar, bir istihkam yüzbaşısının altın aramak için yaptığı kazılarda tahrip edilmiş aynı yıl içerisinde Saray çıkarılan bir kanunla İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bırakılmıştır.
1987 yılında otel olarak kullanılmak amacıyla Japon Kumagai Gumi ve Türk Yüksek İnşaat tarafından restorasyonuna başlanmış 1990 yılında otel 1992 yılında ise Saray hizmete açılmıştır. Uzun süren tasarım ve inşaat çalışmaları sonrasında "Çırağan Sarayı Oteli" 1990 yılında açıldı. Tarihi Saray ise kapılarını 1992 yılında açtı.
Saray'da bundan sonra yapılan renovasyon ise 20 Nisan 2006'da bitirildi ve Saray süitleri tamamen yenilendi.

Haliç ve Boğaziçi’nin en güzel yerleri sultanlar ve önemli kişilere saray, köşkleri ve yapıtlar için tahsis edilmişti. Zaman içinde bunların bir çoğu yok olmuştur. Büyük bir saray olan Çırağan’da 1910 yılında yanmıştı. Önceki bir ahşap sarayın yerinde 1871 yılında Sultan Abdülaziz tarafından Saray Mimarı Sarkis Balyan’a yaptırılmıştı. 4 yılda 4 milyon altına mal olan yapının ara bölme ve tavanı ahşap, duvarlarda mermer kaplıydı. Yapımı için Avrupa devletlerinden borç alınmıştır.

Taş işçiliğinin üstün örnekleri sütunları zengin döşenmiş, mekânlar tamamlardı. Odalar nadide halılarla, mobilyalar altın yaldızlar ve sedef kalem işleri ile süslüydü. Boğaziçi’nin diğer sarayları gibi Çırağan da birçok önemli toplantıya mekân olmuştu. Renkli mermerle süslenmiş cepheleri, abidevi kapıları vardı ve arka sırtlardaki Yıldız Sarayına bir köprü ile bağlanmıştı. Cadde tarafı yüksek duvarlar ile çevriliydi.

Yıllar boyu harabe halinde duran kalıntı büyük tamirler sonunda yeniden ihya olmuş, yanına ilave edilen eklentiler ile bir sahil oteline dönüştürülmüştür.

Günümüzde birçok sosyal aktiviteye ev sahipliği yapmaktadır. Yine birçok basın ve halkla ilişkiler ajansı tarafından hemen her gün bir başka basın toplantısına da ev sahipliği yapar.

Çırağan Baskını ya da Çırağan Sarayı Vak'ası, 20 Mayıs 1878'de gerçekleştirilen, Çırağan Sarayı'nda tutulan eski Osmanlı padişahlarından V. Murad'ı kurtarmak ve tekrar tahta geçirmek amacıyla yapılan ihtilâl girişimidir.

Padişah II. Abdülhamit'in karşıtlarından Ali Suavi ve beraberindeki 150 kadar kişi teknelerle Çırağan Sarayı'na çıkartma yaptı ve sarayın muhafızlarını etkisiz hâle getirdi. Asiler, V. Murad'ın tutulduğu bölmeye ulaştılar ancak akli dengesi yerinde olmayan V. Murad korkuya kapıldı ve asilerle gitmeyi reddetti. Ali Suavi eski padişahı ikna edemedi. Bu arada, yetişerek olaya müdahele eden Beşiktaş Muhafızı Yedisekiz Hasan Paşa komutasındaki askerler asilerden 60'ını öldürdüler. Hasan Paşa, kalın bir sopayla başına vurarak Ali Suavi'yi öldürdü ve bu başarısız ihtilâl girişimini bastırdı.
İhtilâl başarısızlıkla ve isyancıların başı olan Ali Suavi'nin öldürülmesi ile sonuçlanmıştır. V. Murad II. Abdülhamid için artık bir rakip olmaktan çıkmıştır.
[EDIT]Görüşleri[/EDIT]
Ali Suavi, İngiliz parlamentarizmine benzeyen bir meşrutiyet arzusunu daimi olarak dile getiriyordu. Fransız filozoflarından büyük oranda etkilenmişti. Paris'te kısa bir süre La République adında bir gazete çıkartmıştı. Bu gazetede halk topluluklarının bir araya gelerek taleplerini hükümete özgürce sunabilecekleri bir sistem tasvir etmişti.

Klasik medrese tahsili görmemiş olan Suavi, Genç Osmanlılar arasında yazılarında dini konulara en çok yer veren yazardı. Dinde reform yapmak gerektiğini, hutbenin her milletin kendi dilinde okunmasını ısrarla savunmuştur. Suavi’nin bu fikirleri daha sonra Cemaleddin Efgani tarafından geliştirilecektir.

Kendi ifadesine göre Ali Suavi’nin kaleme aldığı kitaplarının sayısı 127’dir. Çoğu basılmamış, bir kısmı kaybolmuş, arandığı halde bulunamamıştır. Bugün 14 kitabı ile tercüme ettiği 4 eseri mevcuttur.
[EDIT]Eserleri[/EDIT]
  • Taharriyat-ı Suavi alâ Tarih-i Türk
  • Kamus-ül-Ulum vel-Maarif
  • Ali Paşa’nın Siyaseti
  • Hukuk-üş-Şevari
  • Hive Hanlığı (bakınız: Hive Hanlığı)
  • Gazete (muhbir)
Kaynak Topragizbiz.com
 
Üst
Alt