Konusunda profesyonel kişilerin bir masa çevresinde toplanarak tartışmasına açık oturum denir.
• Açık oturumda tartışılacak konu, toplumumuzun tümünü veya bir bölümünü ilgilendirmelidir.
• Açık oturum; bir salonda izleyici önünde veya televizyon ve radyoda dinleyici önünde 3-5 tartışmacı ile yapılmaktadır.
• Konuşmacılar bir başkanın idaresinde belirli sürelerde iki-üç tur konuşturulur.
• Açık oturumda izleyicilerin sorularını almak ve cevaplamak da mümkündür. Bu takdirde açık oturum,"forum"a dönüşmektedir. Televizyon ve radyodan tartışmayı izleyen kişiler, açık oturuma telefon sorularıyla katılabilir.
• Açık oturum bir "başkan" tarafından yönetilir. Konunun ortaya atılması, giriş konuşmasının yapılması, soruların düzenli şekilde sorulması vb. Durumlar başkanın yönetiminde yapılır. Bu sebeple, başkan, açık oturumdan önce plân yapmak zorundadır. Ayrıca, başkan; tartışma sırasında oluşabilecek tatsız ve çirkin saldırıları da önlemelidir. Oturum sonunda ise, ortaya çıkan karşıt veya aynı düşünceleri özetleyerek oturumun genel değerlendirmesini yapmalıdır. Bu sebeple başkan, açık oturumun temel ögesidir.
• Açık oturumda bir yarışma havası yoktur. Başkan, konuyu belirtir, konuşmacıları tanıtır. Ele alınan konu ile alakalı bilgileri verir. Sonra konuşmacılara ara ile sorular yöneltir. Konuşmacılar da görüşlerini belirtirler. Gerekli bilgileri verirler. Bu arada diğer konuşmacılar da konuşmakta olanın sözlerini itinayla dinleyip, gerekli notu alırlar. Gerekirse, konuşmacının bazı görüşlerine katılmadıklarını sebepleri ile beraber belirtirler.
• Oturuma katılacak kişilerin konularında iyi hazırlanmış olmaları açık oturumun niteliğini artırır.
• Ayrıca, konuşmacıların diğer konuşmacılar ve izleyiciler karşısında saygılı olmaları da son derece önemlidir.
Açık Oturum Uygulama Aşamaları
1. Konuşmacıların belirlenmesi
2. Açık oturumu yönetecek başkanın belirlenmesi
3. Başkanın tartışma konusunu ve konunun önemini belirtmesi
4. Başkanın konuşmacıları tanıtması ve konuşmacılara sırasıyla söz vermesi
5. Seçilen konunun başkanın soruları doğrultusunda birkaç turda tartışılması
6. Başkanın oturum sonunda konuyu toparlaması ve dinleyici sorularını alması
Açık Oturum Örneği:
Konu:Ziya GÖKALP ve Türk Düşüncesi
Yöneten: Ali GEVGİLLİ
Katılanlar: Prof. Dr. Mehmet KAPLAN, Prof. Dr. Tarık Zafer TUNAYA,
Prof. Dr. Şerif MARDİN
ALİ GEVGİLLİ - Türk düşüncesinin gelişimindeki en önemli dönüm noktalarından birisi, Ziya Gökalp'tır. Büyük sosyolog ve düşünür Gökalp, ölümünün ellinci yılı dolayısı ile, 1974 ekiminde Türkiye'de yeniden saygı ile anılıyor.
Bugün yapacağımız açık oturumun konusunu, Gökalp'ın yeri ve düşüncelerinin kaynakları gibi meseleler oluşturacak.
Sayın Prof. Kaplan, Türk toplumunun hangi meselelerle karşı karşıya bulunduğu bir dönemde tarih sahnesine çıkmıştır, Gökalp? Ziya Gökalp'in düşünceleri, davranışları, tezleriyle Türk kültür ve düşünce dünyasına getirdiği yenilikler, temel kavramlar nelerdir?
PROF. KAPLAN: Ziya Gökalp "büyük mefkûrelerin, toplumların büyük buhranlar geçirdiği senelerde doğduğunu1' söyler. Gökalp'ı de aynı gerçeğin ışığında değerlendirmek mümkün.
Gerçekten de, yaşadığı dönemde, hem Ziya Gökalp kişisel hayatında kendini intihara götürecek kadar çok büyük bir buhran geçirmiştir, hem de o dönem yani 1874 - 1924 arası Türk toplumu için çok büyük bir buhran zamanı olmuştur. Gökalp'ın kendi açıklamalarına göre, kişisel hayatındaki buhran da Türk toplumunun geçirmiş bulunduğu buhranla zaten çok yakından ilgiliydi.
Söylendiğine göre, gençlik senelerinde yaşadığı bu buhran, Batı'dan gelen materyalist tabiat görüşü'yle içinde bulunduğu dinsel dünya arasındaki çatışmadan doğmuştur. Gökalp, çatışan iki farklı dünya görüşü arasında kalmış ve hayatına giderek bir anlam veremeyerek intihara kalkışmıştı. Mutlu bir tesadüf neticesi intihardan kurtulmuştur. Gökalp. Bu, onun iki uç olan materyalizmin ile eski şark mistisizmi arasında oldukça ilginç bir görüş bulmasıyla sonuçlen temeln bir kişilik bunalımdır.
Gökalp'in yaşamış olduğu kişilik buhranı, Tanzimat'tan sonra bizzat Türk toplumunun yaşadığı büyük buhranın uzantısıdır. O devir, daha ziyade maddeye, makineye, tabiata değer veren Batı medeniyeti bin seneden beri Türk kültürüne şekil veren din ve mistik düşünce arasındaki çatışmanın zirvelere ulaştığı dönemdi. 1874 ile cumhuriyet arasında, imparatorluktan millî devlet'e geçiş diye isimlendirdiğimiz oldukça mühim bir sosyal değişmenin içinde bulunuyordu. Türkiye. Ziya Gökalp bir tek değil, çeşitli plânlarda Türk toplumunun yaşamış olduğu değişim buhranlarına cevaplar aramış ve karşılıklar vermiştir.
MİLLÎ DEVLETE YÖNELEN DÜŞÜNÜR
Gökalp'in buldukları ve Türk toplumuna getirdikleri, topluca, şöyle açıklen temelbilir:
Osmanlı devletinin dağılmakta olduğu o senelerde Gökalp'in büyük rolü, millî devlet'in en temel düşüncelerini bulmuş ve belki de en iyi şekilde ifade etmiş olmasıdır. İmparatorluğun içinden tarihi akışı sonucu millî bir devlet doğmuştur. Cumhuriyet ile kemaline erişmiştir, milli devlet. İşte cumhuriyetten önce de, cumhuriyetten sonra da bu yönde gelişen fikirlerin büyük kısmını Ziya Gökalp buldu ve çevresindeki insanlara aktardı. Bu fikirler, tarihî koşullara uygun oldukları için gerçekten de çok etkili oldular. Arap, Fars, Bizans, Türk gibi çeşitli öğelerden ibaret karışık Osmanlı yüksek kültürü'nün yerine Ziya Gökalp'ın getirmiş olduğu en önemli şey, millî kültür kavramıdır.
Gökalp, yolunu aydınlattığı millî devlet'i, milliyetçilik fikri üzerine dayandırır. Milliyetçiliği ise millî kültür temeline oturtur ve millî dil fikrine dayandırır. Bir sistem bulan Gökalp zamanla bu sistem içinde çeşitli fikirleri işlemiştir.
ATATÜRK VE GÖKALP
Gökalp, cumhuriyet devrinden önceki (1911 - 1923) nesle tesir etmekle birlikte, gerçekten, cumhuriyet sonrasını da en temel fikirleriyle oldukça etkileyebilmiştir. Zaten bir çok bakımdan Atatürk'le paraleldir, fikirleri. Atatürk de millî devlet fikriyle hareket netmiştir. Ziya Gökalp, cumhuriyet'le birlikte, meselâ, Türkçülüğün Esasları'nda, fikirlerinde tarihî koşullara göre ayarlamalar yapmıştır. Merhaleler vardır, düşüncelerinde. Millî devlet fikri, millî kültür fikri, sade dil fikri, her yönü ile halk kültürüne değer verme düşüncesi ve buna benzer fikirleri cumhuriyet sonrasından bütün Türk toplumuna mal olmuştur. Gökalp'ın düşünceleri cumhuriyetin yarım yüzyılı boyunca yaşar ve nesillerden nesillere intikal ederken düşüncelerinin bazıları belki de tarihî şartlar müsait olmadığı için fazla yeşermemiş veya dikkati çekmemiştir.
Ama 70'lerin sosyal ve ekonomik koşulları içinde Gökalp'in tekrar üzerinde durulması gerekli olan oldukça ilginç fikirleri de var.
GÖKALP'İN DRAMI VE BATININ ŞÜPHESİ
GEVGİLLİ :- Ziya Gökalp'in en enteresan yanlarından biri de kendi çağdaşlarının hem içinde, hem de dışında olabilme özelliğidir. NSayın Prof. Mardin, bir sosyolog olarak çağına dönüp, Gökalp'in sosyal ve bilimsel köklerine indiğimiz zaman nelerle karşılaşıyorsunuz? Özellikle XIX. Yüzyıl sonu ve XX. Yüzyıl başları Türkiye'sinin bir yeniliğini teşkil eden pozitivist düşünce, Gökalp ve çağdaşlarına hangi kaynaklardan geliyor?
Gökalp'in pozitivizm'le dinsel dünya arasındaki bunalıma vermiş olduğu karşılık, Türkçülük tezleri ne gibi özellikler taşıyor?
PROF. MARDİN-Ziya Gökalp'in düşüncelerini kavramaya çalışırken, kendini intihara kadar sürüklemiş olan şahsî buran, hiç şüphesiz, temeldeki bazı gerçekleri aydınlatabilecek bir olay olarak karşımıza çıkıyor. Ziya Gökalp'in bunalımı, kendi kuşağının da buhranıydı. Bir yanda Osmanlı toplumumuzundaki İslâm dini terbiyesinin önerdiği esaslar, diğer yandan da Osmanlı İmparatorluğu'nda o devirde her şeye rağmen yayılmaya da başlayan yeni fikir akımları ve bunları bağdaştırma sorunu vardı. Gökalp, bu dramı yaşadı.
Ziya Gökalp kendi devrindeki fikirlerden esinlenmiş ve etkilenmiştir. Bunlar o dönemin Batısında da beliren eğilimlerdir ve orda da pozitivizm ile din arasındaki köprüyü kurmaya çalışmaktadırlar. Özellikle XIX. Yüzyılın sonuna doğru Nietzsche'nin Batı uygarlığını yerici bir şekilde ele almasıyla beraber, pozitivist görüşün eskiden beri vaat ettiği sonuçlara varamayacağı şüphesi belirmiştir. Batı'da. Gökalp'in esinlendiği düşünürlerin kafasında, bu etkileri açıkça görmek mümkündür.
NEDEN TÜRKÇÜLÜK?
Türkçülüğün şekillenmesini anlamak için yine aynı toplumsal grupta bir bölümü serhatlardan gelen bu taşra öğrencilerinin devlet'in parçalandığı kaygı ve korkusunu hatırlamak gerekir. Yine aynı kurumdaki karşılıklı öğrenci ilişkileri ve Türklükle ilgili yayınlar, bu meselenin da öğrenciler için bir entelektüel odak noktası halinde gelişmesini temin etmiştir.
GEVGİLLİ - Gökalp'in yaşadığı çağ, kişilik bunalımlarının beraberinde, Türk toplumumuzunda büyük politik ve ekonomik bunalımlarında sahneye çıktığı bir çağdı. Sayın Prof. Turtaya, Gökalp'in geçirdiği tarih kesitlerini bir siyasal bilimci olarak incelediniz zaman, hangi gelişme eğilimlerini görüyorsunuz? Gökalp, çağının politik meselelerine hangi karşılıkları vermiş, ne gibi katkılarda bulunmuştur?
PROF. TUNAYA - "Ziya Gökalp Türkiye'de çok büyük bir insan ve fikir adamı olmakla beraber, hemde, çok büyük bir olay'dır da. Bu olayı, pek doğal olarak, kendi yaşadığı toplumumuzun koşullarından da ayırmaya imkân yoktur. Onun için:
* Gökalp'i önce Meşrutiyet toplumu içinde incelemek gerekir.
* Daha sonra Gökalp'i, o toplumumuzun alın yazısını elinde bulundurmuş ve altı aylık bir süre dışında devamlı iktidarda kalmış olan bir partinin, İttihat ve Terakki'nin içinde ele almak zorunludur.
* Ondan sonra da Ziya Gökalp'in bu topluma, bu parti ken temellıyla neler getirdiğini araştırmak gerekmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu 1908senesinde İşkodra'dan Basra'ya kadar uzen temeln, üç milyon kilometrekareyi aşan bir ülkeye sahipti ve ülke üstünde yaklaşık olarak otuz milyon insan yaşıyordu. Bu nüfusun % 80'i köylüydü. 1919 senesinde yapılan bir istatistiğe göre, imparatorlukta altmış bin köy vardı, bunların on bininde ise okul yoktu. Beyrut ve Şam bölgesinde beş yüz köye bir tek okul düşüyordu. Yine direk olarak doğruya nazırların yapmış oldukları açıklamalara göre, yüz kuruş vergi vermeyen halka yirmi paralık sağlık hizmeti yapılmıyordu. Öyle ki, bir mebus, "insanlarımız vahşi hayvanlar gibi yaşıyorlar, onları ehlî hayvan durumuna çıkarsak, büyük bir iş başarmış oluruz" diyebiliyordu o sıralarda. Köylü toprağın sahibi değil; zaten nüfusun % 40'ı ancak elli dönüme kadar arazi sahibidir.
Ayrıca, Osmanlı Devleti dışa bağlıdır. Türkiye'de kapitülâsyonlar, imtiyazlı şirketler, yabancı sermayeler var ve bunlar olağanüstü baskıları deney bilmektedirler. Parlâmento üzerinde bile dış çevreler öylesine baskılar yapıyorlar ki. Parlâmentonun adeta bağımsızlığını kaybettiğini gösteren bir delil, İspirtolu İçkiler Kanunu'dur. Bu kanun parlâmentodan çıkmış ve padişah tarafından tasdik edilmiş olmasına karşın çıkarı olan devletlerin müracat etmeleri üzerine geri alınmıştır.
Bütünüyle dışa bağlı ve dış borçlanmalarla yaşamakta olan bir ekonomiydi, bu. İkinci Meşrutiyet dokuz kere borçlanmıştır. Umumi harp sonunda devletin bir milyarı aşkın borcu vardı. Yalnız 1916 senesinde borç taksitlerinin toplamı yirmi milyonu tutuyordu. Bu kendine, pek hakim olamayan bir toplumdu. Abdülhamit toplumumuzunun devamıydı.
TÜRK TARİHİNİN BİR AŞAMASI
GEVGİLLİ:- "Ziya Gökalp'in ölümünün ellinci senesinde, Osmanlı'nın en son dönemlerini ve Ziya Gökalp'in o günün Türkiye'si içerisindeki yerini değerlendiren bu açık oturumda şu en temel görüşler beliriyor:
1. XIX. Yüzyıl sonlarında Türkiye ekonomik ve politik anlamda artık çok büyük bir sarsıntı ve dış baskı süreci içindedir. Ekonomi kendi kendini geliştirmekte güçsüz düşüyor; buna karşılık, kapitülâsyonlar, yabancı sermaye ve yabancı şirketler kuvvetli Avrupa devletleri Türkiye üstünde belirli bir tempoyla hegemonya kurmaya yöneliyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nda yayılan milliyetçi akımlarla Balkan halkları arasında ayrılıkça eğilimler büyürken, Türklerin yalnızlığı artıyordu.
2. Türk aydın tabakalarının o dönemde toplumu kurtarıcı çözümler aradıkları görülür. Ziya Gökalp Anadolu'dan gelen bir aydın olarak, burda hem toplumda beliren yeni Batılı düşüncelerin, pozitivizmin etkilerini yaşamış, hem de geldiği kaynağın kendine vermiş olduğu mistik, dinci yönlerden çelişkilerini duymuştur. Ziya Gökalp'i intihar deneyine kadar sürükleyen bu bunalım, o dönem aydınının yaşadığı Doğu - Batı çelişkisinin de bir simgesi sayılabilir. Gökalp, çelişkiyi birey'in yerine toplum'u koymakla beraber, belirli bir mistisizmi de sürdürerek yeni bir denge içinde çözmek istemiştir.
3. Politik plâtformda ise, Gökalp millî devlet kavramının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nun yerini alacak bir Türk devleti'nin, Türkçülüğün, çok daha çok büyük bir perspektifte ise Turan devleti dediği bir Türk İmparatorluğu'nun ideolojik, politik, düşünsel temellerini ortaya koymak istemiştir, Gökalp.
4. Bir bilim adamı olduğu kadar, politik bir şahıs de olan Gökalp, kendi çağdaşları arasında, onların üstüne çıkan ve topluma, kendisine özgü yeni sentezler sunmaya çalışan kişiliğiyle hâlâ dikkati çekiyor ve tarihteki yerini alıyor.
-Alinti-
• Açık oturumda tartışılacak konu, toplumumuzun tümünü veya bir bölümünü ilgilendirmelidir.
• Açık oturum; bir salonda izleyici önünde veya televizyon ve radyoda dinleyici önünde 3-5 tartışmacı ile yapılmaktadır.
• Konuşmacılar bir başkanın idaresinde belirli sürelerde iki-üç tur konuşturulur.
• Açık oturumda izleyicilerin sorularını almak ve cevaplamak da mümkündür. Bu takdirde açık oturum,"forum"a dönüşmektedir. Televizyon ve radyodan tartışmayı izleyen kişiler, açık oturuma telefon sorularıyla katılabilir.
• Açık oturum bir "başkan" tarafından yönetilir. Konunun ortaya atılması, giriş konuşmasının yapılması, soruların düzenli şekilde sorulması vb. Durumlar başkanın yönetiminde yapılır. Bu sebeple, başkan, açık oturumdan önce plân yapmak zorundadır. Ayrıca, başkan; tartışma sırasında oluşabilecek tatsız ve çirkin saldırıları da önlemelidir. Oturum sonunda ise, ortaya çıkan karşıt veya aynı düşünceleri özetleyerek oturumun genel değerlendirmesini yapmalıdır. Bu sebeple başkan, açık oturumun temel ögesidir.
• Açık oturumda bir yarışma havası yoktur. Başkan, konuyu belirtir, konuşmacıları tanıtır. Ele alınan konu ile alakalı bilgileri verir. Sonra konuşmacılara ara ile sorular yöneltir. Konuşmacılar da görüşlerini belirtirler. Gerekli bilgileri verirler. Bu arada diğer konuşmacılar da konuşmakta olanın sözlerini itinayla dinleyip, gerekli notu alırlar. Gerekirse, konuşmacının bazı görüşlerine katılmadıklarını sebepleri ile beraber belirtirler.
• Oturuma katılacak kişilerin konularında iyi hazırlanmış olmaları açık oturumun niteliğini artırır.
• Ayrıca, konuşmacıların diğer konuşmacılar ve izleyiciler karşısında saygılı olmaları da son derece önemlidir.
Açık Oturum Uygulama Aşamaları
1. Konuşmacıların belirlenmesi
2. Açık oturumu yönetecek başkanın belirlenmesi
3. Başkanın tartışma konusunu ve konunun önemini belirtmesi
4. Başkanın konuşmacıları tanıtması ve konuşmacılara sırasıyla söz vermesi
5. Seçilen konunun başkanın soruları doğrultusunda birkaç turda tartışılması
6. Başkanın oturum sonunda konuyu toparlaması ve dinleyici sorularını alması
Açık Oturum Örneği:
Konu:Ziya GÖKALP ve Türk Düşüncesi
Yöneten: Ali GEVGİLLİ
Katılanlar: Prof. Dr. Mehmet KAPLAN, Prof. Dr. Tarık Zafer TUNAYA,
Prof. Dr. Şerif MARDİN
ALİ GEVGİLLİ - Türk düşüncesinin gelişimindeki en önemli dönüm noktalarından birisi, Ziya Gökalp'tır. Büyük sosyolog ve düşünür Gökalp, ölümünün ellinci yılı dolayısı ile, 1974 ekiminde Türkiye'de yeniden saygı ile anılıyor.
Bugün yapacağımız açık oturumun konusunu, Gökalp'ın yeri ve düşüncelerinin kaynakları gibi meseleler oluşturacak.
Sayın Prof. Kaplan, Türk toplumunun hangi meselelerle karşı karşıya bulunduğu bir dönemde tarih sahnesine çıkmıştır, Gökalp? Ziya Gökalp'in düşünceleri, davranışları, tezleriyle Türk kültür ve düşünce dünyasına getirdiği yenilikler, temel kavramlar nelerdir?
PROF. KAPLAN: Ziya Gökalp "büyük mefkûrelerin, toplumların büyük buhranlar geçirdiği senelerde doğduğunu1' söyler. Gökalp'ı de aynı gerçeğin ışığında değerlendirmek mümkün.
Gerçekten de, yaşadığı dönemde, hem Ziya Gökalp kişisel hayatında kendini intihara götürecek kadar çok büyük bir buhran geçirmiştir, hem de o dönem yani 1874 - 1924 arası Türk toplumu için çok büyük bir buhran zamanı olmuştur. Gökalp'ın kendi açıklamalarına göre, kişisel hayatındaki buhran da Türk toplumunun geçirmiş bulunduğu buhranla zaten çok yakından ilgiliydi.
Söylendiğine göre, gençlik senelerinde yaşadığı bu buhran, Batı'dan gelen materyalist tabiat görüşü'yle içinde bulunduğu dinsel dünya arasındaki çatışmadan doğmuştur. Gökalp, çatışan iki farklı dünya görüşü arasında kalmış ve hayatına giderek bir anlam veremeyerek intihara kalkışmıştı. Mutlu bir tesadüf neticesi intihardan kurtulmuştur. Gökalp. Bu, onun iki uç olan materyalizmin ile eski şark mistisizmi arasında oldukça ilginç bir görüş bulmasıyla sonuçlen temeln bir kişilik bunalımdır.
Gökalp'in yaşamış olduğu kişilik buhranı, Tanzimat'tan sonra bizzat Türk toplumunun yaşadığı büyük buhranın uzantısıdır. O devir, daha ziyade maddeye, makineye, tabiata değer veren Batı medeniyeti bin seneden beri Türk kültürüne şekil veren din ve mistik düşünce arasındaki çatışmanın zirvelere ulaştığı dönemdi. 1874 ile cumhuriyet arasında, imparatorluktan millî devlet'e geçiş diye isimlendirdiğimiz oldukça mühim bir sosyal değişmenin içinde bulunuyordu. Türkiye. Ziya Gökalp bir tek değil, çeşitli plânlarda Türk toplumunun yaşamış olduğu değişim buhranlarına cevaplar aramış ve karşılıklar vermiştir.
MİLLÎ DEVLETE YÖNELEN DÜŞÜNÜR
Gökalp'in buldukları ve Türk toplumuna getirdikleri, topluca, şöyle açıklen temelbilir:
Osmanlı devletinin dağılmakta olduğu o senelerde Gökalp'in büyük rolü, millî devlet'in en temel düşüncelerini bulmuş ve belki de en iyi şekilde ifade etmiş olmasıdır. İmparatorluğun içinden tarihi akışı sonucu millî bir devlet doğmuştur. Cumhuriyet ile kemaline erişmiştir, milli devlet. İşte cumhuriyetten önce de, cumhuriyetten sonra da bu yönde gelişen fikirlerin büyük kısmını Ziya Gökalp buldu ve çevresindeki insanlara aktardı. Bu fikirler, tarihî koşullara uygun oldukları için gerçekten de çok etkili oldular. Arap, Fars, Bizans, Türk gibi çeşitli öğelerden ibaret karışık Osmanlı yüksek kültürü'nün yerine Ziya Gökalp'ın getirmiş olduğu en önemli şey, millî kültür kavramıdır.
Gökalp, yolunu aydınlattığı millî devlet'i, milliyetçilik fikri üzerine dayandırır. Milliyetçiliği ise millî kültür temeline oturtur ve millî dil fikrine dayandırır. Bir sistem bulan Gökalp zamanla bu sistem içinde çeşitli fikirleri işlemiştir.
ATATÜRK VE GÖKALP
Gökalp, cumhuriyet devrinden önceki (1911 - 1923) nesle tesir etmekle birlikte, gerçekten, cumhuriyet sonrasını da en temel fikirleriyle oldukça etkileyebilmiştir. Zaten bir çok bakımdan Atatürk'le paraleldir, fikirleri. Atatürk de millî devlet fikriyle hareket netmiştir. Ziya Gökalp, cumhuriyet'le birlikte, meselâ, Türkçülüğün Esasları'nda, fikirlerinde tarihî koşullara göre ayarlamalar yapmıştır. Merhaleler vardır, düşüncelerinde. Millî devlet fikri, millî kültür fikri, sade dil fikri, her yönü ile halk kültürüne değer verme düşüncesi ve buna benzer fikirleri cumhuriyet sonrasından bütün Türk toplumuna mal olmuştur. Gökalp'ın düşünceleri cumhuriyetin yarım yüzyılı boyunca yaşar ve nesillerden nesillere intikal ederken düşüncelerinin bazıları belki de tarihî şartlar müsait olmadığı için fazla yeşermemiş veya dikkati çekmemiştir.
Ama 70'lerin sosyal ve ekonomik koşulları içinde Gökalp'in tekrar üzerinde durulması gerekli olan oldukça ilginç fikirleri de var.
GÖKALP'İN DRAMI VE BATININ ŞÜPHESİ
GEVGİLLİ :- Ziya Gökalp'in en enteresan yanlarından biri de kendi çağdaşlarının hem içinde, hem de dışında olabilme özelliğidir. NSayın Prof. Mardin, bir sosyolog olarak çağına dönüp, Gökalp'in sosyal ve bilimsel köklerine indiğimiz zaman nelerle karşılaşıyorsunuz? Özellikle XIX. Yüzyıl sonu ve XX. Yüzyıl başları Türkiye'sinin bir yeniliğini teşkil eden pozitivist düşünce, Gökalp ve çağdaşlarına hangi kaynaklardan geliyor?
Gökalp'in pozitivizm'le dinsel dünya arasındaki bunalıma vermiş olduğu karşılık, Türkçülük tezleri ne gibi özellikler taşıyor?
PROF. MARDİN-Ziya Gökalp'in düşüncelerini kavramaya çalışırken, kendini intihara kadar sürüklemiş olan şahsî buran, hiç şüphesiz, temeldeki bazı gerçekleri aydınlatabilecek bir olay olarak karşımıza çıkıyor. Ziya Gökalp'in bunalımı, kendi kuşağının da buhranıydı. Bir yanda Osmanlı toplumumuzundaki İslâm dini terbiyesinin önerdiği esaslar, diğer yandan da Osmanlı İmparatorluğu'nda o devirde her şeye rağmen yayılmaya da başlayan yeni fikir akımları ve bunları bağdaştırma sorunu vardı. Gökalp, bu dramı yaşadı.
Ziya Gökalp kendi devrindeki fikirlerden esinlenmiş ve etkilenmiştir. Bunlar o dönemin Batısında da beliren eğilimlerdir ve orda da pozitivizm ile din arasındaki köprüyü kurmaya çalışmaktadırlar. Özellikle XIX. Yüzyılın sonuna doğru Nietzsche'nin Batı uygarlığını yerici bir şekilde ele almasıyla beraber, pozitivist görüşün eskiden beri vaat ettiği sonuçlara varamayacağı şüphesi belirmiştir. Batı'da. Gökalp'in esinlendiği düşünürlerin kafasında, bu etkileri açıkça görmek mümkündür.
NEDEN TÜRKÇÜLÜK?
Türkçülüğün şekillenmesini anlamak için yine aynı toplumsal grupta bir bölümü serhatlardan gelen bu taşra öğrencilerinin devlet'in parçalandığı kaygı ve korkusunu hatırlamak gerekir. Yine aynı kurumdaki karşılıklı öğrenci ilişkileri ve Türklükle ilgili yayınlar, bu meselenin da öğrenciler için bir entelektüel odak noktası halinde gelişmesini temin etmiştir.
GEVGİLLİ - Gökalp'in yaşadığı çağ, kişilik bunalımlarının beraberinde, Türk toplumumuzunda büyük politik ve ekonomik bunalımlarında sahneye çıktığı bir çağdı. Sayın Prof. Turtaya, Gökalp'in geçirdiği tarih kesitlerini bir siyasal bilimci olarak incelediniz zaman, hangi gelişme eğilimlerini görüyorsunuz? Gökalp, çağının politik meselelerine hangi karşılıkları vermiş, ne gibi katkılarda bulunmuştur?
PROF. TUNAYA - "Ziya Gökalp Türkiye'de çok büyük bir insan ve fikir adamı olmakla beraber, hemde, çok büyük bir olay'dır da. Bu olayı, pek doğal olarak, kendi yaşadığı toplumumuzun koşullarından da ayırmaya imkân yoktur. Onun için:
* Gökalp'i önce Meşrutiyet toplumu içinde incelemek gerekir.
* Daha sonra Gökalp'i, o toplumumuzun alın yazısını elinde bulundurmuş ve altı aylık bir süre dışında devamlı iktidarda kalmış olan bir partinin, İttihat ve Terakki'nin içinde ele almak zorunludur.
* Ondan sonra da Ziya Gökalp'in bu topluma, bu parti ken temellıyla neler getirdiğini araştırmak gerekmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu 1908senesinde İşkodra'dan Basra'ya kadar uzen temeln, üç milyon kilometrekareyi aşan bir ülkeye sahipti ve ülke üstünde yaklaşık olarak otuz milyon insan yaşıyordu. Bu nüfusun % 80'i köylüydü. 1919 senesinde yapılan bir istatistiğe göre, imparatorlukta altmış bin köy vardı, bunların on bininde ise okul yoktu. Beyrut ve Şam bölgesinde beş yüz köye bir tek okul düşüyordu. Yine direk olarak doğruya nazırların yapmış oldukları açıklamalara göre, yüz kuruş vergi vermeyen halka yirmi paralık sağlık hizmeti yapılmıyordu. Öyle ki, bir mebus, "insanlarımız vahşi hayvanlar gibi yaşıyorlar, onları ehlî hayvan durumuna çıkarsak, büyük bir iş başarmış oluruz" diyebiliyordu o sıralarda. Köylü toprağın sahibi değil; zaten nüfusun % 40'ı ancak elli dönüme kadar arazi sahibidir.
Ayrıca, Osmanlı Devleti dışa bağlıdır. Türkiye'de kapitülâsyonlar, imtiyazlı şirketler, yabancı sermayeler var ve bunlar olağanüstü baskıları deney bilmektedirler. Parlâmento üzerinde bile dış çevreler öylesine baskılar yapıyorlar ki. Parlâmentonun adeta bağımsızlığını kaybettiğini gösteren bir delil, İspirtolu İçkiler Kanunu'dur. Bu kanun parlâmentodan çıkmış ve padişah tarafından tasdik edilmiş olmasına karşın çıkarı olan devletlerin müracat etmeleri üzerine geri alınmıştır.
Bütünüyle dışa bağlı ve dış borçlanmalarla yaşamakta olan bir ekonomiydi, bu. İkinci Meşrutiyet dokuz kere borçlanmıştır. Umumi harp sonunda devletin bir milyarı aşkın borcu vardı. Yalnız 1916 senesinde borç taksitlerinin toplamı yirmi milyonu tutuyordu. Bu kendine, pek hakim olamayan bir toplumdu. Abdülhamit toplumumuzunun devamıydı.
TÜRK TARİHİNİN BİR AŞAMASI
GEVGİLLİ:- "Ziya Gökalp'in ölümünün ellinci senesinde, Osmanlı'nın en son dönemlerini ve Ziya Gökalp'in o günün Türkiye'si içerisindeki yerini değerlendiren bu açık oturumda şu en temel görüşler beliriyor:
1. XIX. Yüzyıl sonlarında Türkiye ekonomik ve politik anlamda artık çok büyük bir sarsıntı ve dış baskı süreci içindedir. Ekonomi kendi kendini geliştirmekte güçsüz düşüyor; buna karşılık, kapitülâsyonlar, yabancı sermaye ve yabancı şirketler kuvvetli Avrupa devletleri Türkiye üstünde belirli bir tempoyla hegemonya kurmaya yöneliyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nda yayılan milliyetçi akımlarla Balkan halkları arasında ayrılıkça eğilimler büyürken, Türklerin yalnızlığı artıyordu.
2. Türk aydın tabakalarının o dönemde toplumu kurtarıcı çözümler aradıkları görülür. Ziya Gökalp Anadolu'dan gelen bir aydın olarak, burda hem toplumda beliren yeni Batılı düşüncelerin, pozitivizmin etkilerini yaşamış, hem de geldiği kaynağın kendine vermiş olduğu mistik, dinci yönlerden çelişkilerini duymuştur. Ziya Gökalp'i intihar deneyine kadar sürükleyen bu bunalım, o dönem aydınının yaşadığı Doğu - Batı çelişkisinin de bir simgesi sayılabilir. Gökalp, çelişkiyi birey'in yerine toplum'u koymakla beraber, belirli bir mistisizmi de sürdürerek yeni bir denge içinde çözmek istemiştir.
3. Politik plâtformda ise, Gökalp millî devlet kavramının gelişmesine katkıda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğu'nun yerini alacak bir Türk devleti'nin, Türkçülüğün, çok daha çok büyük bir perspektifte ise Turan devleti dediği bir Türk İmparatorluğu'nun ideolojik, politik, düşünsel temellerini ortaya koymak istemiştir, Gökalp.
4. Bir bilim adamı olduğu kadar, politik bir şahıs de olan Gökalp, kendi çağdaşları arasında, onların üstüne çıkan ve topluma, kendisine özgü yeni sentezler sunmaya çalışan kişiliğiyle hâlâ dikkati çekiyor ve tarihteki yerini alıyor.
-Alinti-