15. Yüzyılda Resmî İnşa Dilinin Oluşturulması
15. Yüzyıl, Osmanlı ülkesinin siyasî, askerî, iktisadî, mimarî, sosyal ve kültürel bakımdan büyük ilerleme sağlamış olduğu bir dönem olmuştur. Bu dönemde artık halk, büyük çoğu zaman Anadolu ve Rumeli’de yerleşik hayata alışmış bulunuyordu. Dolayısıyla bu dönemde yerleşik hayatın getirdiği birtakım yenilikler ve değişimler de gözlemlenmeye başlamıştır.
Askerî alanda elde edilen zaferlerle pekiştirilen siyasî istikrarın da bu değişim sürecinde katkısı olduğu muhakkaktır. Bu süreçte devlet yöneticilerinin eğitime önem vermeleriyle belirli şehir merkezlerinde eğitim kurumları açılmaya başlanmıştır. Bu anlamda kuşkusuz en önemli adım, İstanbul’daki ilk Türk üniversitesi olarak bilinen Sahn-ı Seman medreselerinin açılmış olmasıdır.
Diğer taraftan 15. Yüzyılın başında Birinci Mehmed tarafından Fetret Devrinin bitirilmiş olması ve ondan sonra İkinci Murad, İkinci Mehmed (Fatih) ve İkinci Bâyezîd gibi eğitim, kültür ve sanata önem veren padişahların tahta çıkmaları, bu alanda büyük ve önemli gelişmeler sağlamıştır. Bu arada ülkedeki okur yazar oranının; dahası Arapça ve Farsça bilenlerin sayısının çoğalması,
Türkçeyi de etkilemiştir. Özellikle yüzyılın ikinci yarısında, beylikler döneminin tam tersine padişahlarla beraber bir çok şair ve yazar, din ve devlet adamı da Farsça ve Arapçayı eserlerinde kullanacak kadar bilir hâle gelmiştir.
Üstelik bu süreçte devlet kurumları çoğalarak yerleşmiş; resmî yazışmalar ve mektuplaşmalar hem sayı hem nitelik bakımından çeşitlenmiş ve gelişmişti. Üstelik bu tür yazışmalarda dil, devletin ihtişamını yansıtmak istercesine, Fatih’in Uzun Hasan’a gönderdiği mektup örneğindeki gibi Arapça ve Farsça unsurlarla geliştirilmiş ve ağırlaşmaya başlamıştı.
İstanbul’un bütün Osmanlı ülkesi için bir örneğin algılanmaya başladığı bu dönemde İstanbul’da konuşulan ve yazılan Türkçe de örnek alınmaya başlanmıştır. Böylece 15. Yüzyılın ikinci yarısından sonra İstanbul’da Arapça ve Farsçanın ağırlığının yoğun şekilde gözlemlendiği resmî bir inşâ dili gelişme göstermiştir.
Yüzyılın ilk çeyreğinde vefat eden Ahmed-i Dâ‘î’nin mektup türleri ve yazımla ilgili hususlardan bahsettiği Teressül adlı eserinden sonra Menâhicü’l-inşâ (Yahya bin Mehmed el-Kâtib), Gülşen-i İnşâ (Şeyh Mahmûd bin Edhem) ve Gül-i Sad-berg (Mesîhî) gibi inşâ örneklerinin toplandığı münşeât (resmî yazılar, mektuplar, güzel ve süslü yazılar) mecmûaları da bu dönemde ortaya çıkmıştır.
-Alinti-
15. Yüzyıl, Osmanlı ülkesinin siyasî, askerî, iktisadî, mimarî, sosyal ve kültürel bakımdan büyük ilerleme sağlamış olduğu bir dönem olmuştur. Bu dönemde artık halk, büyük çoğu zaman Anadolu ve Rumeli’de yerleşik hayata alışmış bulunuyordu. Dolayısıyla bu dönemde yerleşik hayatın getirdiği birtakım yenilikler ve değişimler de gözlemlenmeye başlamıştır.
Askerî alanda elde edilen zaferlerle pekiştirilen siyasî istikrarın da bu değişim sürecinde katkısı olduğu muhakkaktır. Bu süreçte devlet yöneticilerinin eğitime önem vermeleriyle belirli şehir merkezlerinde eğitim kurumları açılmaya başlanmıştır. Bu anlamda kuşkusuz en önemli adım, İstanbul’daki ilk Türk üniversitesi olarak bilinen Sahn-ı Seman medreselerinin açılmış olmasıdır.
Diğer taraftan 15. Yüzyılın başında Birinci Mehmed tarafından Fetret Devrinin bitirilmiş olması ve ondan sonra İkinci Murad, İkinci Mehmed (Fatih) ve İkinci Bâyezîd gibi eğitim, kültür ve sanata önem veren padişahların tahta çıkmaları, bu alanda büyük ve önemli gelişmeler sağlamıştır. Bu arada ülkedeki okur yazar oranının; dahası Arapça ve Farsça bilenlerin sayısının çoğalması,
Türkçeyi de etkilemiştir. Özellikle yüzyılın ikinci yarısında, beylikler döneminin tam tersine padişahlarla beraber bir çok şair ve yazar, din ve devlet adamı da Farsça ve Arapçayı eserlerinde kullanacak kadar bilir hâle gelmiştir.
Üstelik bu süreçte devlet kurumları çoğalarak yerleşmiş; resmî yazışmalar ve mektuplaşmalar hem sayı hem nitelik bakımından çeşitlenmiş ve gelişmişti. Üstelik bu tür yazışmalarda dil, devletin ihtişamını yansıtmak istercesine, Fatih’in Uzun Hasan’a gönderdiği mektup örneğindeki gibi Arapça ve Farsça unsurlarla geliştirilmiş ve ağırlaşmaya başlamıştı.
İstanbul’un bütün Osmanlı ülkesi için bir örneğin algılanmaya başladığı bu dönemde İstanbul’da konuşulan ve yazılan Türkçe de örnek alınmaya başlanmıştır. Böylece 15. Yüzyılın ikinci yarısından sonra İstanbul’da Arapça ve Farsçanın ağırlığının yoğun şekilde gözlemlendiği resmî bir inşâ dili gelişme göstermiştir.
Yüzyılın ilk çeyreğinde vefat eden Ahmed-i Dâ‘î’nin mektup türleri ve yazımla ilgili hususlardan bahsettiği Teressül adlı eserinden sonra Menâhicü’l-inşâ (Yahya bin Mehmed el-Kâtib), Gülşen-i İnşâ (Şeyh Mahmûd bin Edhem) ve Gül-i Sad-berg (Mesîhî) gibi inşâ örneklerinin toplandığı münşeât (resmî yazılar, mektuplar, güzel ve süslü yazılar) mecmûaları da bu dönemde ortaya çıkmıştır.
-Alinti-