15. Yüzyılda Klasik Türk Divan Edebiyatı
15. Yüzyılda Osmanlı Devleti, içerde ve dışarıda gücünü kanıtlamış; otoritesini de herkese kabul ettirmiş bulunuyordu. Başta İstanbul’un fethi dahil olmak üzere askerî alanda büyük başarılar elde edilmiş; yerleşik hayat büyük çoğunluk tarafından benimsenmişti. Bu arada yöneticiler, askerî alanda kazanılan başarıların kalıcı hale gelmesini sağlamaya yönelik sanatsal ve kültürel faaliyetlere büyük önemsiyor; şair, yazar, hattat ve musikişinasları takdir ve teşvik ediyorlardı. Bu çerçevede sanatsal ve kültürel faaliyetler iyice yoğunlaşmıştı.
İstanbul, her taraftan şairlerin, yazarların, sanatçıların ve ilim adamlarının ilgi ettikleri çok büyük bir kültür merkezi haline gelmişti. Doğal olarak klâsik Türk şiiri de elbet bu gelişmelerden payını almıştır. Bu yüzyılda klâsik Türk şiirinin bütün kuralları ile yerleştiği ve Türk şiirinin sonraki dönemlerde yetişen şairlerini de etkileyecek kadar önemli ve büyük şairlerinin yetiştiği görülmektedir.
Önceki dönemlerde klâsik Türk şiiri, henüz bütün kuralları ve altyapısı ile oturmamıştı. Yalnızca başlıca birkaç nazım şekliyle yazılan şiirlerde pek çok aruz kusuruna, vezin bozukluğuna, şekil ve içerik bakımından birtakım eksikliklere sık sık rastlanıyordu. Klâsik Türk şiiri, bir anlamda emekleme dönemindeydi. 15. Yüzyıla gelindiğinde ise bu emekleme dönemi artık tamamlanmış; klâsik Türk şiiri kendi yoluna girmiş bulunuyordu.
Birçok farklı nazım şekliyle yazılan şiirlerde eskisi kadar aruz kusuruna rastlanmıyor, İran etkisi devam etse de şairler, kendi hayal alemlerini ve çevrelerinde olup biten mahallî gelişmeleri de şiirlerine yansıtıyorlardı. Şüphesiz klâsik Türk edebiyatının bütün zamanlarında olduğu gibi 15.Yüzyılda da şiir, nesrin önünde yer almıştır. Üstelik şiirde estetik kaygılar, toplumsal sorumluluk duygularının önüne geçmiştir.
Önceki dönemlerde toplumsal kaygılarla, halkı aydınlatmaya yönelik olarak mesneviler ağırlıklı biçimde tercih edilirken; 15. Yüzyılda şiir, kendi estetik kuralları ve ölçütleriyle değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu hususla bağlantılı olarak, dönemin edebî ürünleri genel bir çerçevede değerlendirildiğinde, divanların diğer bütün nazım türlerinin önüne geçtiği görülmektedir.
Oysa önceki dönemlerde şair ve yazarlar, daha çok mesnevileriyle tanınıyordu. Çünkü mesneviler, aruzun en kolay kalıplarıyla yazılıyor, yazımı kolay bir hayli kısa mısralardan oluşuyorlardı. Ayrıca uzun olayların anlatılması, nasihatların verilmesi ve birtakım konuların öğretilmesi noktasında da elverişliydiler. 15. Yüzyılda ise şairler daha çok şiir yeteneklerini ortaya koyacak divanları ile değerlendiriliyor ve divanlarında gösterdikleri başarı oranında değer buluyorlardı.
Diğer taraftan siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel şartlar şiirlerin içeriği kadar dilini de etkilemiştir. Eskiden halkı aydınlatmaya odaklanmış şiirlerden bütünüyle estetik kaygılara yönelindiği bu dönemde şiir diline Farsça ve Arapçadan yeni kelimeler, tamlamalar ve kuralların girdiği görülmektedir. Bu arada aydın ve okur yazar nüfusun atması da şiir dilinde önceki dönemlere göre ağırlaşma yönünde bir değişimin meydana gelmesine sebep olmuştur.
Şu halde 15. Yüzyılda klâsik Türk şiiri, kurallarını oturtmuş; kendi ayakları üstünde duracak düzeye ulaşmış ve Şeyhî, Ahmed Paşa, Necâtî gibi sonraki dönemde yetişecek şairleri etkileyecek kendi üstâdlarını yetiştirmeye başlamıştı.
Her biri divan sahibi bu üç büyük şairden başka Murâdî, Avnî, Adlî, Cem, Harîmî 15.Yüzyılın padişah şairleri; Zeynep Hatun ve Mihrî Hatun hanım şairleri; Ahmed-i Dâ‘î, Cemâlî, Mesîhî, Hamdullah Hamdî ve Eşrefoğlu Rûmî de bu dönemin dikkati çeken diğer divan sahibi şairleridir. Ayrıca bu dönemde Mevlid adı ile bilinen Vesîletü’n-necât’ın şairi Süleyman Çelebi yanında Le’âlî, Kabûlî, Nahîfî, Mehdî, Senâyî, Hayâtî, Çâkerî, âfitâbî, Hilâlî, Behiştî, Sun‘î, Şemsî, Halvetî, Karamanî, İvaz Paşazâde Ata‘î, Hûfî, Karamanlı Nizâmî, Kemâl-i Zerd, Melîhî, Kemâl-ı Ümmî gibi şairler de yetişmiştir.
-Alinti-
15. Yüzyılda Osmanlı Devleti, içerde ve dışarıda gücünü kanıtlamış; otoritesini de herkese kabul ettirmiş bulunuyordu. Başta İstanbul’un fethi dahil olmak üzere askerî alanda büyük başarılar elde edilmiş; yerleşik hayat büyük çoğunluk tarafından benimsenmişti. Bu arada yöneticiler, askerî alanda kazanılan başarıların kalıcı hale gelmesini sağlamaya yönelik sanatsal ve kültürel faaliyetlere büyük önemsiyor; şair, yazar, hattat ve musikişinasları takdir ve teşvik ediyorlardı. Bu çerçevede sanatsal ve kültürel faaliyetler iyice yoğunlaşmıştı.
İstanbul, her taraftan şairlerin, yazarların, sanatçıların ve ilim adamlarının ilgi ettikleri çok büyük bir kültür merkezi haline gelmişti. Doğal olarak klâsik Türk şiiri de elbet bu gelişmelerden payını almıştır. Bu yüzyılda klâsik Türk şiirinin bütün kuralları ile yerleştiği ve Türk şiirinin sonraki dönemlerde yetişen şairlerini de etkileyecek kadar önemli ve büyük şairlerinin yetiştiği görülmektedir.
Önceki dönemlerde klâsik Türk şiiri, henüz bütün kuralları ve altyapısı ile oturmamıştı. Yalnızca başlıca birkaç nazım şekliyle yazılan şiirlerde pek çok aruz kusuruna, vezin bozukluğuna, şekil ve içerik bakımından birtakım eksikliklere sık sık rastlanıyordu. Klâsik Türk şiiri, bir anlamda emekleme dönemindeydi. 15. Yüzyıla gelindiğinde ise bu emekleme dönemi artık tamamlanmış; klâsik Türk şiiri kendi yoluna girmiş bulunuyordu.
Birçok farklı nazım şekliyle yazılan şiirlerde eskisi kadar aruz kusuruna rastlanmıyor, İran etkisi devam etse de şairler, kendi hayal alemlerini ve çevrelerinde olup biten mahallî gelişmeleri de şiirlerine yansıtıyorlardı. Şüphesiz klâsik Türk edebiyatının bütün zamanlarında olduğu gibi 15.Yüzyılda da şiir, nesrin önünde yer almıştır. Üstelik şiirde estetik kaygılar, toplumsal sorumluluk duygularının önüne geçmiştir.
Önceki dönemlerde toplumsal kaygılarla, halkı aydınlatmaya yönelik olarak mesneviler ağırlıklı biçimde tercih edilirken; 15. Yüzyılda şiir, kendi estetik kuralları ve ölçütleriyle değerlendirilmeye başlanmıştır. Bu hususla bağlantılı olarak, dönemin edebî ürünleri genel bir çerçevede değerlendirildiğinde, divanların diğer bütün nazım türlerinin önüne geçtiği görülmektedir.
Oysa önceki dönemlerde şair ve yazarlar, daha çok mesnevileriyle tanınıyordu. Çünkü mesneviler, aruzun en kolay kalıplarıyla yazılıyor, yazımı kolay bir hayli kısa mısralardan oluşuyorlardı. Ayrıca uzun olayların anlatılması, nasihatların verilmesi ve birtakım konuların öğretilmesi noktasında da elverişliydiler. 15. Yüzyılda ise şairler daha çok şiir yeteneklerini ortaya koyacak divanları ile değerlendiriliyor ve divanlarında gösterdikleri başarı oranında değer buluyorlardı.
Diğer taraftan siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel şartlar şiirlerin içeriği kadar dilini de etkilemiştir. Eskiden halkı aydınlatmaya odaklanmış şiirlerden bütünüyle estetik kaygılara yönelindiği bu dönemde şiir diline Farsça ve Arapçadan yeni kelimeler, tamlamalar ve kuralların girdiği görülmektedir. Bu arada aydın ve okur yazar nüfusun atması da şiir dilinde önceki dönemlere göre ağırlaşma yönünde bir değişimin meydana gelmesine sebep olmuştur.
Şu halde 15. Yüzyılda klâsik Türk şiiri, kurallarını oturtmuş; kendi ayakları üstünde duracak düzeye ulaşmış ve Şeyhî, Ahmed Paşa, Necâtî gibi sonraki dönemde yetişecek şairleri etkileyecek kendi üstâdlarını yetiştirmeye başlamıştı.
Her biri divan sahibi bu üç büyük şairden başka Murâdî, Avnî, Adlî, Cem, Harîmî 15.Yüzyılın padişah şairleri; Zeynep Hatun ve Mihrî Hatun hanım şairleri; Ahmed-i Dâ‘î, Cemâlî, Mesîhî, Hamdullah Hamdî ve Eşrefoğlu Rûmî de bu dönemin dikkati çeken diğer divan sahibi şairleridir. Ayrıca bu dönemde Mevlid adı ile bilinen Vesîletü’n-necât’ın şairi Süleyman Çelebi yanında Le’âlî, Kabûlî, Nahîfî, Mehdî, Senâyî, Hayâtî, Çâkerî, âfitâbî, Hilâlî, Behiştî, Sun‘î, Şemsî, Halvetî, Karamanî, İvaz Paşazâde Ata‘î, Hûfî, Karamanlı Nizâmî, Kemâl-i Zerd, Melîhî, Kemâl-ı Ümmî gibi şairler de yetişmiştir.
-Alinti-